‘Allah belanı versin, Gavat!’
01 ARALIK 2013
Derici konuşmasını Didi örneği ile bitirirken salonda bir ses yükseliyor: “Yiyin gari!”… Bağıran Lay’s reklamlarını yapan Alice DDBO’nun yöneticilerinden ve Reklamcılar Vakfı Başkanı Haluk Sicimoğlu… Kendisini yıllardır tanırım ve de son derece zeki, iyi eğitim ve aile terbiyesi almış bir beyefendi olarak bilirim. Şöyle ifade edeyim; Adnan Hoca’nın TV programlarından parçalar seyrettiğimde bile bu kadar şaşırmadım.
“İmam gaz çıkarırsa, cemaat…”Bu ünlü, biraz da edepsiz atasözümüzün devamını mutlaka biliyorsunuzdur. “Y-Kuşağı”ndan olup bilmeyen arkadaşlar da bir zahmet X ve öncesi kuşaklara danışıversinler. Z-Kuşağı bu yazıyı okumasın zaten. (Gülme işareti.) Onlar hedef kitlemiz değil henüz… 10 sene sonra ölmez sağ kalırsak, kendimizi onlara göre de kalibre etmeye çalışacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
Aşağıda sözünü edeceğimiz. “sözle tecavüze yeltenme” durumunun daha iyi anlaşılması adına Aziz dostum Dücane Cündioğlu’nun 6 Kasım günü attığı bir tweet’i buraya aynen alıyorum:
“Ülke mahkeme salonu gibi, kimse eleştirmiyor suçluyor (itham), açıklamıyor savunuyor (müdafaa), tartışmıyor yargılıyor (infaz).”
Şimdi gelelim reklam dünyasına kara bir leke gibi sürülmüş olan o “sözlü tecavüze yeltenme” olayına. Ali Atıf Bir refikimiz konuyu 17 Kasım’da Bugün gazetesinde ayrıntısıyla yazdı. Biz de gözden kaçma olasılığına karşı o tarihi “sataşmayı” buraya kayıtlara sadık kalarak alalım.
İletişim dünyasının en başarılı starlarından ve strateji ustalarından biri olan Hulusi Derici kardeşimiz geçenlerde Çırağan’ın tarihi salonunda “Nasıl olunca nasıl oluyor” başlığı altında bir konferans veriyor. Salonda yaklaşık 800 kişi var. Derici konuşmasının sonuna doğru başarılı işlerinden biri olan Çaykur’un soğuk çayı Didi’nin lansman kampanyasından örnekler veriyor…
Hulusi Derici, Didi’de Naciye Teyze’yi oynatmış. Kim Naciye Teyze? Acun Ilıcalı'nın, “Var mısın Yok musun” yarışmasındaki Konyalı şivesiyle yaptığı komikliklerle oğlu Mevlüt'ten daha fazla ün kazanmış sevimli bir Anadolu kadını…
Reklam, Naciye Teyze’nin senelerdir geleneksel olarak hazırladığı meyveli soğuk çayın Çaykur’da sanayi ürününe dönüşmesi üzerine kurulu.
“Yiyin gayri” sloganıyla tanıdığımız Ayşe Elmacı da Lay’s reklamlarında oynamıştı. Atıf Hocaefendi kardeşimizin deyişiyle “Cips denilen yağlı, doğal gibi algılanmayan ürünü daha 'doğal' gibi algılatmaya çalışan bir karakterdi. Ayşe Elmacı ile Naciye Teyze'nin kökenleri aynı gibi dursa da mesaj anlamları aynı değil…”
Evet… Derici konuşmasını Didi örneği ile bitirirken salonda bir ses yükseliyor:
“Yiyin gari!”… Bağıran Lay’s reklamlarını yapan Alice DDBO’nun yöneticilerinden ve Reklamcılar Vakfı Başkanı Haluk Sicimoğlu… Kendisini yıllardır tanırım ve de son derece zeki, iyi eğitim ve aile terbiyesi almış bir beyefendi olarak bilirim. O nedenle de aşağıdaki diyalogu okuyunca ağzım bir karış açık kaldı. Şöyle ifade edeyim; Adnan Hoca’nın TV programlarından parçalar seyrettiğimde bile bu kadar şaşırmadım. Derici sahnede, Sicimoğlu ön sıralardan birinde… Diyalog şöyle:
Sicimoğlu: Yiyin gari!
Derici: (Sakin bir şekilde) Yiyin gari, evet evet.
Sicimoğlu: Yiyin gari! (Sesini yükselterek)
Derici: Sizin tekelinizde değil efendim, Anadolulu bir kadını kullanmak. Sizin tekelinizde değil.
Sicimoğlu: Ses tonuna kadar kullanmak benim tekelimde.
Derici: Anadolulu kadın böyle konuşur.
Sicimoğlu: Anadolulu kadın Ayşe Teyze gibi konuşur efendim.
Derici: Tabi tabi, aynı onun gibi konuşur.
Sicimoğlu: (Beyefendi durmuyor) Bu kadar yaratıcılıktan sonra bunu göstermek pek yakışmadı.
Derici: Ben gösteriyorum, sizin tekelinizde değil.
Sicimoğlu: Benim tekelimde efendim. (Göğsüne vurarak!)
Derici: Tamam dava açın. Dava açın buyurun.
Sicimoğlu: Dava açacağım.
Derici: Açın, dava açın. Ne Anadolu kadınını kullanmak sizin tekelinizde ne bir cümleyi kullanmak sizin tekelinizde.
Sicimoğlu: Fikir benim tekelimde Hulusi, fikir. Senin yaptığın ayıp. Ben kendimi zor tutuyorum burada 8 saattir.
Derici: Tutma tutma. Bak merciler var. Dava edersin, sonucunu görürsün. Senin tekelinde miymiş, değil miymiş.
Sicimoğlu: Allah belanı versin, Gavat!
Derici: (Seyircilere döner) Arkadaşlar seksi bir kadını kullanmak kimsenin tekelinde değildir, çocuk kullanmak kimsenin tekelinde değildir. Anadolu kadınını kullanmak kimsenin tekelinde değildir. Hiç kimsenin tekelinde olamaz. Ve bu edepsizlik nasıl bir edepsizliktir anlaşılır gibi değil.
Sicimoğlu: Seninki edepsizlik Hulusi.
Derici: Çık dışarı.
Sicimoğlu: Sen çık. Bana terbiyesiz deme. Senin yaptığın şey terbiyesizlik.
Derici: Gavat diyen adama terbiyesiz demek kibarlıktır.
Şimdi reklam dünyası eminim bu olayın üstünü kapatmaya çalışacaktır. Ne Haluk Bey istifa edecektir, ne de ilgili meslek kuruluşunun disiplin kuruluna verilecek, ihtar falan alacaktır. Ancak bu terazi bu sefer bu sikleti çekmez ve de minare çuvala girmez…
Eğer Sicimoğlu nedeni ne olursa olsun (kaldı ki ustalar, kendisinin haksız olduğu görüşünde), kalkıp efendi gibi özür dilemezse, bu yara kapanmaz bu da reklam dünyasının sektörel itibarına ciddi hasar verir. Abarttığımız düşünülebilir ama bu ve benzeri nedenlerle (risturn’ler falan) oluşan negatif algı tortusu, reklam dünyasını gelirlerini (fee’lerini, yüzdelerini) olumsuz yönde etkileyebilir…
Ayrıca, buradaki “Gavat” konusunda tavır almayanları Adana valisinin “Gavat’ı” konusunda söyleyecekleri hiçbir söz olamaz… Kol kırılır yen içinde kalırsa, o yen genellikle gidip beyni yer.
“Yatakta ne giyersiniz?”..
Benim çalışma odamda iki kadın starın fotoğraflarına rastlayabilirsiniz: Marilyn Monroe ve Romy Schneider. İkisinin neredeyse tüm filmlerini gördüm. İkisinin biyografilerini hatmettim. Belki de anneme benzetmişimdir onları… İkisinin de ortak özelliği “hem farkında, hem de Gülhane parkında olmayı” becerememeleri; yaşamın acılarına narin yapılarının, inanılmaz zenginlik ve derinlikte ruhsal tekâmül düzeylerinin dayanamamış olmasıydı… Oynadıkları toplumsal rol ve sinemada canlandırdıkları ile bireysel alemleri arasındaki derin uçurumu hiçbir zaman köprüleyemediler.
Marilyn Monroe sanat ve sinema tarihine, James Joyce’un Ulysses’ini okuyup anlayabilen biri olarak değil de “sex ilahesi” olarak geçmesinin acısını hiçbir zaman üzerinden atamadı. O yüzden sıradan “aforizmaları” (özdeyişi) Ulysses derinliğinin her zaman önüne geçti:
“Benim erkeğim biraz tütün, biraz alkol ve biraz da ter kokmalı!”…
Hele de kendisine (1952 yılında) “Yatakta ne giyersiniz?” diye sorulduğunda verdiği yanıt: “Sadece Chanel No.5”…
Annem de Chanel 5 kullanırdı… Eşim de kullanıyor… Ne parfümmüş ama…
Chanel müthiş akıllıca bir kararla Marilyn Monroe’yu yeniden Chanel 5’in marka yüzü yapmaya karar vermiş. 10 numara bir iletişim kararı.
İlk kez 1921 yılında piyasaya sürülmüş olan parfüm (o minick şişelerine bayılırdım. Sonraları bunları kullananlar azaldı) şu marka ruhu ile hayata adını atmış: “Kadın gibi kokan bir kadın parfümü!” Nasıl, damardan değil mi?
Kampanya Aralık’ta başlayacakmış. Heyecanla bekliyorum…
Ecnebî, tercüme pazarlama yemiyor…
Türkiye elektronik perakendesinde hayli hareketli bir dönem yaşanırken, yabancı firmaların da piyasalarımızdan çekildiklerine tanık oluyoruz. Son olarak Saturn de (ki Media Markt’ın ortağıdır) Türkiye’den çekildi. ElectroWorld’ü hızla büyüyüp gelişen bir Türk şirketi, Bimeks satın aldı. Sektörde Darty'nin de satış masasında olduğu yolunda tevatür var.
Yabancıların neden çekip gittiği, buna karşılık Teknosa, Bimeks ve Vatan’ın elektronik perakendesinde ipi göğüsleyen şirketler olarak öne çıkmalarının nedenlerini anlamaya çalışırken temel farkın satış ve pazarlama stratejilerinde yattığını söylemek abartı olmaz. Çünkü satılan ürünler üç aşağı beş yukarı aynıdır… Yabancı devlerden daha ucuza satmadıklarına göre pazarlama iletişimi stratejilerinde “hedef kitlelerinin kültür ve değerleriyle barışık” bir rota izliyor olmalarının nimetleri, arka plandaki neden olabilir mi acaba?
Teknosa’nın “Anneler Günü” filmini izleyenler, pazarlama iletişimi çerçevesinde hedef kitlenin nabzının nasıl da sıkı tutulduğunu hemen görebilirler. Üstelik tek bir ürün göstermeden, “Benden ucuzu yok!” demeden… Anne şefkati üzerine kurulu, “Teknolojide ne varsa annelerde daha fazlası var” diyen, “Son teknoloji anneler’in özel gününü kutlayan bu reklamın etkisine, filmi konferanslarda gösterdiğimde bizzat tanık oluyorum. Salonda ağlayanlar olduğunu gördüm de işittim de... Hedef kitleyle kurulan bağ, her zaman maddî çıkar ve düşünce bağını döver…
Öte yandan, yabancı elektronik perakendecisi devleri Türkiye’ye girdiğinde yaptıkları kampanyalarıyla ilgili yazdığım ve ilgililerce pek kaale alındığını sanmadığım yazıları hatırlıyorum. “Birebir çeviri cümleleriyle buram buram ‘ecnebî’ kokan yaklaşımdaki bakış açısı uzun soluklu ve etkili olamaz” demişiz.
Önceleri dünyanın çeşitli ülkelerinde süper başarı elde etikleri (Ich bin doch nicht blöd, gibi) “Salak değilim” (Daha pahalısını almam, anlamında) pazarlama ve reklam stratejilerini birebir uygulamaya çalıştılar. Olmadı. Sonra yine ithal, oralarda başarılı olan, Grimm Kardeşlerin ünlü masalından esinlenme Hänsel & Gretel’i Türkiye’de kullandılar; o da olmadı. Sonra Türkiye’ye geldiler nihayet ama ne geliş… Metin Şentürk’le (Dr. Şen) yapılan “Bakmadan almayın” kampanyası, tam da bizimkilerin ifadesiyle söyleyelim ‘Buz gibi Alman esprisi’ olarak algılandı.
Yabancı dünya devleri, biz “Halkın ortak ruhi şekillenmesine ters düşen iletişim çalışmaz” dedikçe, “Hayır biz Avrupa’da ve dünyanın tüm ülkelerinde çok başarılı iletişim çalışmaları yaptık. Biz burada da aynı uygulamayla başarıyı yakalarız”, diye direndiler. Sonuç ortada. Kahraman Türkler, güçlü ecnebilere kök söktürüyorlar. Bizim millet her önüne konanı yemiyor, görüldüğü gibi...
“İmam gaz çıkarırsa, cemaat…”Bu ünlü, biraz da edepsiz atasözümüzün devamını mutlaka biliyorsunuzdur. “Y-Kuşağı”ndan olup bilmeyen arkadaşlar da bir zahmet X ve öncesi kuşaklara danışıversinler. Z-Kuşağı bu yazıyı okumasın zaten. (Gülme işareti.) Onlar hedef kitlemiz değil henüz… 10 sene sonra ölmez sağ kalırsak, kendimizi onlara göre de kalibre etmeye çalışacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
Aşağıda sözünü edeceğimiz. “sözle tecavüze yeltenme” durumunun daha iyi anlaşılması adına Aziz dostum Dücane Cündioğlu’nun 6 Kasım günü attığı bir tweet’i buraya aynen alıyorum:
“Ülke mahkeme salonu gibi, kimse eleştirmiyor suçluyor (itham), açıklamıyor savunuyor (müdafaa), tartışmıyor yargılıyor (infaz).”
Şimdi gelelim reklam dünyasına kara bir leke gibi sürülmüş olan o “sözlü tecavüze yeltenme” olayına. Ali Atıf Bir refikimiz konuyu 17 Kasım’da Bugün gazetesinde ayrıntısıyla yazdı. Biz de gözden kaçma olasılığına karşı o tarihi “sataşmayı” buraya kayıtlara sadık kalarak alalım.
İletişim dünyasının en başarılı starlarından ve strateji ustalarından biri olan Hulusi Derici kardeşimiz geçenlerde Çırağan’ın tarihi salonunda “Nasıl olunca nasıl oluyor” başlığı altında bir konferans veriyor. Salonda yaklaşık 800 kişi var. Derici konuşmasının sonuna doğru başarılı işlerinden biri olan Çaykur’un soğuk çayı Didi’nin lansman kampanyasından örnekler veriyor…
Hulusi Derici, Didi’de Naciye Teyze’yi oynatmış. Kim Naciye Teyze? Acun Ilıcalı'nın, “Var mısın Yok musun” yarışmasındaki Konyalı şivesiyle yaptığı komikliklerle oğlu Mevlüt'ten daha fazla ün kazanmış sevimli bir Anadolu kadını…
Reklam, Naciye Teyze’nin senelerdir geleneksel olarak hazırladığı meyveli soğuk çayın Çaykur’da sanayi ürününe dönüşmesi üzerine kurulu.
“Yiyin gayri” sloganıyla tanıdığımız Ayşe Elmacı da Lay’s reklamlarında oynamıştı. Atıf Hocaefendi kardeşimizin deyişiyle “Cips denilen yağlı, doğal gibi algılanmayan ürünü daha 'doğal' gibi algılatmaya çalışan bir karakterdi. Ayşe Elmacı ile Naciye Teyze'nin kökenleri aynı gibi dursa da mesaj anlamları aynı değil…”
Evet… Derici konuşmasını Didi örneği ile bitirirken salonda bir ses yükseliyor:
“Yiyin gari!”… Bağıran Lay’s reklamlarını yapan Alice DDBO’nun yöneticilerinden ve Reklamcılar Vakfı Başkanı Haluk Sicimoğlu… Kendisini yıllardır tanırım ve de son derece zeki, iyi eğitim ve aile terbiyesi almış bir beyefendi olarak bilirim. O nedenle de aşağıdaki diyalogu okuyunca ağzım bir karış açık kaldı. Şöyle ifade edeyim; Adnan Hoca’nın TV programlarından parçalar seyrettiğimde bile bu kadar şaşırmadım. Derici sahnede, Sicimoğlu ön sıralardan birinde… Diyalog şöyle:
Sicimoğlu: Yiyin gari!
Derici: (Sakin bir şekilde) Yiyin gari, evet evet.
Sicimoğlu: Yiyin gari! (Sesini yükselterek)
Derici: Sizin tekelinizde değil efendim, Anadolulu bir kadını kullanmak. Sizin tekelinizde değil.
Sicimoğlu: Ses tonuna kadar kullanmak benim tekelimde.
Derici: Anadolulu kadın böyle konuşur.
Sicimoğlu: Anadolulu kadın Ayşe Teyze gibi konuşur efendim.
Derici: Tabi tabi, aynı onun gibi konuşur.
Sicimoğlu: (Beyefendi durmuyor) Bu kadar yaratıcılıktan sonra bunu göstermek pek yakışmadı.
Derici: Ben gösteriyorum, sizin tekelinizde değil.
Sicimoğlu: Benim tekelimde efendim. (Göğsüne vurarak!)
Derici: Tamam dava açın. Dava açın buyurun.
Sicimoğlu: Dava açacağım.
Derici: Açın, dava açın. Ne Anadolu kadınını kullanmak sizin tekelinizde ne bir cümleyi kullanmak sizin tekelinizde.
Sicimoğlu: Fikir benim tekelimde Hulusi, fikir. Senin yaptığın ayıp. Ben kendimi zor tutuyorum burada 8 saattir.
Derici: Tutma tutma. Bak merciler var. Dava edersin, sonucunu görürsün. Senin tekelinde miymiş, değil miymiş.
Sicimoğlu: Allah belanı versin, Gavat!
Derici: (Seyircilere döner) Arkadaşlar seksi bir kadını kullanmak kimsenin tekelinde değildir, çocuk kullanmak kimsenin tekelinde değildir. Anadolu kadınını kullanmak kimsenin tekelinde değildir. Hiç kimsenin tekelinde olamaz. Ve bu edepsizlik nasıl bir edepsizliktir anlaşılır gibi değil.
Sicimoğlu: Seninki edepsizlik Hulusi.
Derici: Çık dışarı.
Sicimoğlu: Sen çık. Bana terbiyesiz deme. Senin yaptığın şey terbiyesizlik.
Derici: Gavat diyen adama terbiyesiz demek kibarlıktır.
Şimdi reklam dünyası eminim bu olayın üstünü kapatmaya çalışacaktır. Ne Haluk Bey istifa edecektir, ne de ilgili meslek kuruluşunun disiplin kuruluna verilecek, ihtar falan alacaktır. Ancak bu terazi bu sefer bu sikleti çekmez ve de minare çuvala girmez…
Eğer Sicimoğlu nedeni ne olursa olsun (kaldı ki ustalar, kendisinin haksız olduğu görüşünde), kalkıp efendi gibi özür dilemezse, bu yara kapanmaz bu da reklam dünyasının sektörel itibarına ciddi hasar verir. Abarttığımız düşünülebilir ama bu ve benzeri nedenlerle (risturn’ler falan) oluşan negatif algı tortusu, reklam dünyasını gelirlerini (fee’lerini, yüzdelerini) olumsuz yönde etkileyebilir…
Ayrıca, buradaki “Gavat” konusunda tavır almayanları Adana valisinin “Gavat’ı” konusunda söyleyecekleri hiçbir söz olamaz… Kol kırılır yen içinde kalırsa, o yen genellikle gidip beyni yer.
“Yatakta ne giyersiniz?”..
Benim çalışma odamda iki kadın starın fotoğraflarına rastlayabilirsiniz: Marilyn Monroe ve Romy Schneider. İkisinin neredeyse tüm filmlerini gördüm. İkisinin biyografilerini hatmettim. Belki de anneme benzetmişimdir onları… İkisinin de ortak özelliği “hem farkında, hem de Gülhane parkında olmayı” becerememeleri; yaşamın acılarına narin yapılarının, inanılmaz zenginlik ve derinlikte ruhsal tekâmül düzeylerinin dayanamamış olmasıydı… Oynadıkları toplumsal rol ve sinemada canlandırdıkları ile bireysel alemleri arasındaki derin uçurumu hiçbir zaman köprüleyemediler.
Marilyn Monroe sanat ve sinema tarihine, James Joyce’un Ulysses’ini okuyup anlayabilen biri olarak değil de “sex ilahesi” olarak geçmesinin acısını hiçbir zaman üzerinden atamadı. O yüzden sıradan “aforizmaları” (özdeyişi) Ulysses derinliğinin her zaman önüne geçti:
“Benim erkeğim biraz tütün, biraz alkol ve biraz da ter kokmalı!”…
Hele de kendisine (1952 yılında) “Yatakta ne giyersiniz?” diye sorulduğunda verdiği yanıt: “Sadece Chanel No.5”…
Annem de Chanel 5 kullanırdı… Eşim de kullanıyor… Ne parfümmüş ama…
Chanel müthiş akıllıca bir kararla Marilyn Monroe’yu yeniden Chanel 5’in marka yüzü yapmaya karar vermiş. 10 numara bir iletişim kararı.
İlk kez 1921 yılında piyasaya sürülmüş olan parfüm (o minick şişelerine bayılırdım. Sonraları bunları kullananlar azaldı) şu marka ruhu ile hayata adını atmış: “Kadın gibi kokan bir kadın parfümü!” Nasıl, damardan değil mi?
Kampanya Aralık’ta başlayacakmış. Heyecanla bekliyorum…
Ecnebî, tercüme pazarlama yemiyor…
Türkiye elektronik perakendesinde hayli hareketli bir dönem yaşanırken, yabancı firmaların da piyasalarımızdan çekildiklerine tanık oluyoruz. Son olarak Saturn de (ki Media Markt’ın ortağıdır) Türkiye’den çekildi. ElectroWorld’ü hızla büyüyüp gelişen bir Türk şirketi, Bimeks satın aldı. Sektörde Darty'nin de satış masasında olduğu yolunda tevatür var.
Yabancıların neden çekip gittiği, buna karşılık Teknosa, Bimeks ve Vatan’ın elektronik perakendesinde ipi göğüsleyen şirketler olarak öne çıkmalarının nedenlerini anlamaya çalışırken temel farkın satış ve pazarlama stratejilerinde yattığını söylemek abartı olmaz. Çünkü satılan ürünler üç aşağı beş yukarı aynıdır… Yabancı devlerden daha ucuza satmadıklarına göre pazarlama iletişimi stratejilerinde “hedef kitlelerinin kültür ve değerleriyle barışık” bir rota izliyor olmalarının nimetleri, arka plandaki neden olabilir mi acaba?
Teknosa’nın “Anneler Günü” filmini izleyenler, pazarlama iletişimi çerçevesinde hedef kitlenin nabzının nasıl da sıkı tutulduğunu hemen görebilirler. Üstelik tek bir ürün göstermeden, “Benden ucuzu yok!” demeden… Anne şefkati üzerine kurulu, “Teknolojide ne varsa annelerde daha fazlası var” diyen, “Son teknoloji anneler’in özel gününü kutlayan bu reklamın etkisine, filmi konferanslarda gösterdiğimde bizzat tanık oluyorum. Salonda ağlayanlar olduğunu gördüm de işittim de... Hedef kitleyle kurulan bağ, her zaman maddî çıkar ve düşünce bağını döver…
Öte yandan, yabancı elektronik perakendecisi devleri Türkiye’ye girdiğinde yaptıkları kampanyalarıyla ilgili yazdığım ve ilgililerce pek kaale alındığını sanmadığım yazıları hatırlıyorum. “Birebir çeviri cümleleriyle buram buram ‘ecnebî’ kokan yaklaşımdaki bakış açısı uzun soluklu ve etkili olamaz” demişiz.
Önceleri dünyanın çeşitli ülkelerinde süper başarı elde etikleri (Ich bin doch nicht blöd, gibi) “Salak değilim” (Daha pahalısını almam, anlamında) pazarlama ve reklam stratejilerini birebir uygulamaya çalıştılar. Olmadı. Sonra yine ithal, oralarda başarılı olan, Grimm Kardeşlerin ünlü masalından esinlenme Hänsel & Gretel’i Türkiye’de kullandılar; o da olmadı. Sonra Türkiye’ye geldiler nihayet ama ne geliş… Metin Şentürk’le (Dr. Şen) yapılan “Bakmadan almayın” kampanyası, tam da bizimkilerin ifadesiyle söyleyelim ‘Buz gibi Alman esprisi’ olarak algılandı.
Yabancı dünya devleri, biz “Halkın ortak ruhi şekillenmesine ters düşen iletişim çalışmaz” dedikçe, “Hayır biz Avrupa’da ve dünyanın tüm ülkelerinde çok başarılı iletişim çalışmaları yaptık. Biz burada da aynı uygulamayla başarıyı yakalarız”, diye direndiler. Sonuç ortada. Kahraman Türkler, güçlü ecnebilere kök söktürüyorlar. Bizim millet her önüne konanı yemiyor, görüldüğü gibi...