Allah’tan Anadolu Ateşi’nin adı küçük yazılmış!
19 AĞUSTOS 2007
Önce, Hint kökenli ABD’li hocam Haresh Shah’ın şu özlü sözünü bir kez daha hatırlayalım: “Çin’in bütün çayını verseler de yapmayacağın şeyler varsa, marka olabilirsin!”
“Farklılaş ya da öl!” adlı ünlü kitabın yazarı Jack Trout’un da benzer bir sözü vardır. “Marka yönetimi kurban vermeyi gerektirir” der Trout, “Yani sık sık ‘Hayır’ demeyi...”
Nereden çıktı bu sözler şimdi, değil mi? Anlatalım...
Üstüne titrediğim popüler kültür hazinelerimizden biri hiç şüphesi Anadolu Ateşi’dir. Sık sık gideriz gösterilerine. Mustafa Erdoğan’ı çok başarılı bulurum; elimden geldiğince destek olmaya çalışırım. Çünkü popüler kültürün sadece en pespayesinin Türkiye’de iş yapabileceği görüşünü çürütenlerden biridir o. Bir diğeri de Sezen Aksu’dur mesela...
Erdoğan ve arkadaşlarının yaptıklarını, dünyanın dört bir yanında on binlerce insana sundukları gösterileri izlerken tolerans sınırlarımın giderek azaldığını gözlemliyorum... Minicik hataları bile gözümde büyüyor...
Dün gazetelerde Adam & Eve Otelleri reklamında Anadolu Ateşi logosunu görünce bir an için donup kalmışım...
Neden?..
Bir: Otel kendi içinde son derece hoş olabilir. Ancak Adam&Eve Otelinin marka vaadi ile Anadolu Ateşi’nin marka vaadi kesinlikle birbiriyle uyuşmaz. Reklamda Anadolu Ateşi gösterilerinin içinde yer aldığı bölüm, “Cennette eğlence” başlığı altında, karınca duası gibi yazılarla şöyle sunulmuş: “Haftada 4 gün Anadolu Ateşi Show’u. Her akşam dünyanın en büyük otel lounge’unda ve büyüleyici disko topu içindeki parti, dans show, disco, gün içinde ritm atölyesi workshopları...” vs.
Sevgili Mustafa; bu kavramlar ve reklamdaki o hatunlar ve görüntülerle birlikte mi anılmak istemiştiniz?
İki: Bin kişiye sorun, “Hangi marka daha değerlidir?” Adam&Eve mi, yoksa Anadolu Ateşi mi? Herhalde açık ara ikincisi. O halde Anadolu Ateşi’nin logosu bu kadar küçük mü kullanılır?
Üç: Markanızın hangi markalarla yan yana geldiği önemlidir. Anadolu Ateşi logosunun hemen yanındaki markaya(!) baktınız mı? Aynı büyüklükte (daha doğrusu küçüklükte) bir logo daha var orada: Türkiye’nin en iyi DJ Suat Ateşdağlı...
Bu mudur, sevgili Mustafa, dünyayı sarsan Anadolu Ateşi’nin Türkiye’deki konumlanması? Alınan hiçbir ücret bu konumlanmayı geçerli kılamaz...
Son bir şey daha sevgili Mustafa, Allah’tan minicik yazmışlar Anadolu Ateşi’nin adını. Ya daha büyük yazsalardı?..
Kırkpınar Batılı gay’leri hep tahrik etmiştir
Süleyman Orakçıoğlu gayet iyi bir konsept bulmuş... Özellikle bizim için... Erkek giyim markası Tween’in 07/08 sonbahar-kış kreasyonuna Kırkpınar güreşlerimizden esintiler yüklemiş... Fotoğraflara şöyle bir baktım. Süper!..
Genç iş adamı, Londra’da açılacak yeni mağaza için de bu konsepti kullanmaya karar vermiş...
Orakçıoğlu cin gibidir. Ne zaman karşılaşsak, “Yakın gelecekteki siyasi liderim sensin!” diye takılırım. Bu kez de markası ile ilgili ilginç bir araç bulmuş. Yalnız biraz dikkat etmesi gerekecek...
Kırkpınar’ın Batıdaki algılanması bizden farklıdır. ‘Ata sporumuz’ genelde eşcinsel bir çağrışım yapar onlarda. Onlarca foto-röportaj çıkmıştır Batı basınında... İstedikleri gibi algılasınlar. Hiç itirazım olmaz. Ancak Süleyman Bey kardeşimin bu hususa dikkatini çekmek bizim görevimiz... Niyeti Batıda hafif ‘gay’ bir hava yaratmaksa mesele yok...
Galata kulesi havalanırsa...
Akbank’ın “eksi 26” reklamını izlemeyenler iletişim adına ciddi kayıp içindeler. Galata Kulesi bir uzay gemisi gibi düşünülmüş. Gençler yüksek kaldırımdan gelip biniyorlar Kule’ye... Sonra kule havalanıyor. Arkasında ışık huzmesi bırakarak gidiyor, Rock’n’Coke Festivali’nin yapıldığı alana konuyor...
Sadece yaratıcı fikir çarpıcı ve çok başarılı değil; aynı zamanda uygulama da çok üst düzeyde... Hani bazen bu tür reklamları izleyenler, “Batılılar amma da yapmışlar, yahu!” diye takdir ederler, sonra da yerli olduğu anlaşılınca bir şaşkınlıktır gider... İşte öyle bir durum. Akbank’a da, ajansına da koca bir “Bravo!”
Bilgi kirliliği ve yüz eskimesi tehlikelidir
Tam diyordum ki, “Şu Özgü Namal ile ilgili bir iki şey yazayım... Çok düzgün bulduğum, geleceğini doğru tasarlarsa başarılı olacağına inandığım bu genç kızımı uyarayım” TV’de uçak kaçırma olayını vermeye başladılar...
Ona daldım... Sonundaki beyanatlara da bakıldığında krizin hem Atlas Jet hem de Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tarafında başarıyla yönetildiğini söylenebileceğini düşünüyordum. O sırada Genel Müdür Ali Arıduru Özgü Namal kızımıza vermeyi planladığım öğüdü de kapsayan bir kavramı attı ortaya: “Bilgi kirliliği!” Medyanın kaçırılma sürecinde fazla konuştuğundan söz etti...
Dün ‘güç kirliliğinden’ söz etmiştik... Sürekli kas göstermenin, ‘medya maydanozu’ kavramını çağrıştıracak bir halde ortalıkta olur olmaz görünmenin (publicity) zararlarından... Bilgi kirliliği de bir o kadar ters tepki yaratıyordu...
Şu sıra hangi kanalı açsak Özgü Hanım var. O yarışma senin bu yarışma benim. Bu dizi senin şu dizi benim... Reklamlar diz boyu... Müthiş bir geleceği var... Şimdiden bu kadar eskitirse her bir şeyini; yazık olur...
Şu erkeklerin çektiğine bakın!
Kadın adamı barda uzaktan kesmiş. Sonra yanına gelmiş. Ne yaptıysa, adam çarpılmış. Hemen, orada birbirlerini ‘istediklerini’ anlamışlar... Barın tuvaleti istikametinde temizlikçilerin kullandığı geniş bir dolap gözlerine ilişmiş...
İşte orada paspas bezlerinin üstünde müthiş bir oral seks yaşamışlar. Kimler? Almanların dünya şampiyonu tenisçisi Boris Becker ile Rus manken Angela Ermakova...
Hikayenin asıl bundan sonrası heyecanlı. Kadın ağzına aldığı spermlerden hamile kalıyor. Becker’in çocuğunu dünyaya getiriyor. Bir de bu olayı anlatan 320 sayfalık kitap yazıyor... Hatun herhalde yanında deney tüpüyle falan dolaşıyordu... Sonra da sunî döllenme falan... İlk bulduğu ünlünün spermlerini kapıp hamile kaldıktan sonra, ciddi para sızdırıp kitap yazmak üzere...
Bu arada fukara Monica gümbürtüye gitti. Bir kere değil tam 24 kere şeytan dürtmüş onları. Ama elinde deney tüpü falan yokmuş. Bir de ABD senatosu oral seks’in ‘seks olmadığına’ karar vermişti. Hem de bir oyla...
Şu erkeklerin çektiğine bakın! Kaçak et kesmek iyice zorlaştı. Zırt pırt gizliden cep telefonu kameralarına yakalandıkları yetmiyormuş gibi, bir de sperm avcıları çıktı başlarına...
Pepsi Max’ı tercih nedeni ne olmalı?
Hani ‘şekersiz tat’ sloganıyla (nasıl bir marka vaadi ise...) çıkan Pepsi Max reklamları vardı. Gençler Pepsi Max içtikçe Aysun Kayacı gelip onları ‘öpüyordu’ (mecazi anlamda değil, ciddi ciddi öpüyordu)..
Hani bir iki uyanık da kalkıp Pepsi Max’ı dava etmişlerdi; “Ben de Pepsi Max içtim, ama Aysun Kayacı gelip beni öpmedi” diye. Bu tür durumlarda duyarlılıkları kabaran tüketici dernekleri de racon kesmeye kalkmışlardı galiba...
İşte o kampanyanın devam filminde bu kez ünlü olmayan kız, ünlü olmayan oğlana diyor ki: “İçme onu!”... Bir kaç kez tekrarladıktan sonra bakıyor ki, oğlan oralı değil, bu kez daha sert yapıyor: “Ya o ya ben!”
Oğlanın elindeki Pepsi Max’ı mı kast ediyor yoksa, onu içince gelip oğlanı öpecek olan Aysun Hanım’ı mı, belli değil.
Neyse... Oğlan kızı dinlemiyor. İçiyor Max’ını... Fakat gelen giden olmuyor...
Buz gibi; değil mi? Şu fıkra geldi aklıma: Ülkenin birinde devasa, ağır bir taş varmış... Kaldıran padişahın kızını alacakmış. Tüm pehlivanlar denemiş. Kaldıramamışlar. Cılız, zayıf bir oğlan gelmiş. Kimse ona inanmamış. Oğlan taşa bir asılmış, bir asılmış... O da kaldıramamış... İyi mi?..
“Farklılaş ya da öl!” adlı ünlü kitabın yazarı Jack Trout’un da benzer bir sözü vardır. “Marka yönetimi kurban vermeyi gerektirir” der Trout, “Yani sık sık ‘Hayır’ demeyi...”
Nereden çıktı bu sözler şimdi, değil mi? Anlatalım...
Üstüne titrediğim popüler kültür hazinelerimizden biri hiç şüphesi Anadolu Ateşi’dir. Sık sık gideriz gösterilerine. Mustafa Erdoğan’ı çok başarılı bulurum; elimden geldiğince destek olmaya çalışırım. Çünkü popüler kültürün sadece en pespayesinin Türkiye’de iş yapabileceği görüşünü çürütenlerden biridir o. Bir diğeri de Sezen Aksu’dur mesela...
Erdoğan ve arkadaşlarının yaptıklarını, dünyanın dört bir yanında on binlerce insana sundukları gösterileri izlerken tolerans sınırlarımın giderek azaldığını gözlemliyorum... Minicik hataları bile gözümde büyüyor...
Dün gazetelerde Adam & Eve Otelleri reklamında Anadolu Ateşi logosunu görünce bir an için donup kalmışım...
Neden?..
Bir: Otel kendi içinde son derece hoş olabilir. Ancak Adam&Eve Otelinin marka vaadi ile Anadolu Ateşi’nin marka vaadi kesinlikle birbiriyle uyuşmaz. Reklamda Anadolu Ateşi gösterilerinin içinde yer aldığı bölüm, “Cennette eğlence” başlığı altında, karınca duası gibi yazılarla şöyle sunulmuş: “Haftada 4 gün Anadolu Ateşi Show’u. Her akşam dünyanın en büyük otel lounge’unda ve büyüleyici disko topu içindeki parti, dans show, disco, gün içinde ritm atölyesi workshopları...” vs.
Sevgili Mustafa; bu kavramlar ve reklamdaki o hatunlar ve görüntülerle birlikte mi anılmak istemiştiniz?
İki: Bin kişiye sorun, “Hangi marka daha değerlidir?” Adam&Eve mi, yoksa Anadolu Ateşi mi? Herhalde açık ara ikincisi. O halde Anadolu Ateşi’nin logosu bu kadar küçük mü kullanılır?
Üç: Markanızın hangi markalarla yan yana geldiği önemlidir. Anadolu Ateşi logosunun hemen yanındaki markaya(!) baktınız mı? Aynı büyüklükte (daha doğrusu küçüklükte) bir logo daha var orada: Türkiye’nin en iyi DJ Suat Ateşdağlı...
Bu mudur, sevgili Mustafa, dünyayı sarsan Anadolu Ateşi’nin Türkiye’deki konumlanması? Alınan hiçbir ücret bu konumlanmayı geçerli kılamaz...
Son bir şey daha sevgili Mustafa, Allah’tan minicik yazmışlar Anadolu Ateşi’nin adını. Ya daha büyük yazsalardı?..
Kırkpınar Batılı gay’leri hep tahrik etmiştir
Süleyman Orakçıoğlu gayet iyi bir konsept bulmuş... Özellikle bizim için... Erkek giyim markası Tween’in 07/08 sonbahar-kış kreasyonuna Kırkpınar güreşlerimizden esintiler yüklemiş... Fotoğraflara şöyle bir baktım. Süper!..
Genç iş adamı, Londra’da açılacak yeni mağaza için de bu konsepti kullanmaya karar vermiş...
Orakçıoğlu cin gibidir. Ne zaman karşılaşsak, “Yakın gelecekteki siyasi liderim sensin!” diye takılırım. Bu kez de markası ile ilgili ilginç bir araç bulmuş. Yalnız biraz dikkat etmesi gerekecek...
Kırkpınar’ın Batıdaki algılanması bizden farklıdır. ‘Ata sporumuz’ genelde eşcinsel bir çağrışım yapar onlarda. Onlarca foto-röportaj çıkmıştır Batı basınında... İstedikleri gibi algılasınlar. Hiç itirazım olmaz. Ancak Süleyman Bey kardeşimin bu hususa dikkatini çekmek bizim görevimiz... Niyeti Batıda hafif ‘gay’ bir hava yaratmaksa mesele yok...
Galata kulesi havalanırsa...
Akbank’ın “eksi 26” reklamını izlemeyenler iletişim adına ciddi kayıp içindeler. Galata Kulesi bir uzay gemisi gibi düşünülmüş. Gençler yüksek kaldırımdan gelip biniyorlar Kule’ye... Sonra kule havalanıyor. Arkasında ışık huzmesi bırakarak gidiyor, Rock’n’Coke Festivali’nin yapıldığı alana konuyor...
Sadece yaratıcı fikir çarpıcı ve çok başarılı değil; aynı zamanda uygulama da çok üst düzeyde... Hani bazen bu tür reklamları izleyenler, “Batılılar amma da yapmışlar, yahu!” diye takdir ederler, sonra da yerli olduğu anlaşılınca bir şaşkınlıktır gider... İşte öyle bir durum. Akbank’a da, ajansına da koca bir “Bravo!”
Bilgi kirliliği ve yüz eskimesi tehlikelidir
Tam diyordum ki, “Şu Özgü Namal ile ilgili bir iki şey yazayım... Çok düzgün bulduğum, geleceğini doğru tasarlarsa başarılı olacağına inandığım bu genç kızımı uyarayım” TV’de uçak kaçırma olayını vermeye başladılar...
Ona daldım... Sonundaki beyanatlara da bakıldığında krizin hem Atlas Jet hem de Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü tarafında başarıyla yönetildiğini söylenebileceğini düşünüyordum. O sırada Genel Müdür Ali Arıduru Özgü Namal kızımıza vermeyi planladığım öğüdü de kapsayan bir kavramı attı ortaya: “Bilgi kirliliği!” Medyanın kaçırılma sürecinde fazla konuştuğundan söz etti...
Dün ‘güç kirliliğinden’ söz etmiştik... Sürekli kas göstermenin, ‘medya maydanozu’ kavramını çağrıştıracak bir halde ortalıkta olur olmaz görünmenin (publicity) zararlarından... Bilgi kirliliği de bir o kadar ters tepki yaratıyordu...
Şu sıra hangi kanalı açsak Özgü Hanım var. O yarışma senin bu yarışma benim. Bu dizi senin şu dizi benim... Reklamlar diz boyu... Müthiş bir geleceği var... Şimdiden bu kadar eskitirse her bir şeyini; yazık olur...
Şu erkeklerin çektiğine bakın!
Kadın adamı barda uzaktan kesmiş. Sonra yanına gelmiş. Ne yaptıysa, adam çarpılmış. Hemen, orada birbirlerini ‘istediklerini’ anlamışlar... Barın tuvaleti istikametinde temizlikçilerin kullandığı geniş bir dolap gözlerine ilişmiş...
İşte orada paspas bezlerinin üstünde müthiş bir oral seks yaşamışlar. Kimler? Almanların dünya şampiyonu tenisçisi Boris Becker ile Rus manken Angela Ermakova...
Hikayenin asıl bundan sonrası heyecanlı. Kadın ağzına aldığı spermlerden hamile kalıyor. Becker’in çocuğunu dünyaya getiriyor. Bir de bu olayı anlatan 320 sayfalık kitap yazıyor... Hatun herhalde yanında deney tüpüyle falan dolaşıyordu... Sonra da sunî döllenme falan... İlk bulduğu ünlünün spermlerini kapıp hamile kaldıktan sonra, ciddi para sızdırıp kitap yazmak üzere...
Bu arada fukara Monica gümbürtüye gitti. Bir kere değil tam 24 kere şeytan dürtmüş onları. Ama elinde deney tüpü falan yokmuş. Bir de ABD senatosu oral seks’in ‘seks olmadığına’ karar vermişti. Hem de bir oyla...
Şu erkeklerin çektiğine bakın! Kaçak et kesmek iyice zorlaştı. Zırt pırt gizliden cep telefonu kameralarına yakalandıkları yetmiyormuş gibi, bir de sperm avcıları çıktı başlarına...
Pepsi Max’ı tercih nedeni ne olmalı?
Hani ‘şekersiz tat’ sloganıyla (nasıl bir marka vaadi ise...) çıkan Pepsi Max reklamları vardı. Gençler Pepsi Max içtikçe Aysun Kayacı gelip onları ‘öpüyordu’ (mecazi anlamda değil, ciddi ciddi öpüyordu)..
Hani bir iki uyanık da kalkıp Pepsi Max’ı dava etmişlerdi; “Ben de Pepsi Max içtim, ama Aysun Kayacı gelip beni öpmedi” diye. Bu tür durumlarda duyarlılıkları kabaran tüketici dernekleri de racon kesmeye kalkmışlardı galiba...
İşte o kampanyanın devam filminde bu kez ünlü olmayan kız, ünlü olmayan oğlana diyor ki: “İçme onu!”... Bir kaç kez tekrarladıktan sonra bakıyor ki, oğlan oralı değil, bu kez daha sert yapıyor: “Ya o ya ben!”
Oğlanın elindeki Pepsi Max’ı mı kast ediyor yoksa, onu içince gelip oğlanı öpecek olan Aysun Hanım’ı mı, belli değil.
Neyse... Oğlan kızı dinlemiyor. İçiyor Max’ını... Fakat gelen giden olmuyor...
Buz gibi; değil mi? Şu fıkra geldi aklıma: Ülkenin birinde devasa, ağır bir taş varmış... Kaldıran padişahın kızını alacakmış. Tüm pehlivanlar denemiş. Kaldıramamışlar. Cılız, zayıf bir oğlan gelmiş. Kimse ona inanmamış. Oğlan taşa bir asılmış, bir asılmış... O da kaldıramamış... İyi mi?..