Allah'tan Nihal Hanım gibiler var...
09 Ağustos 2009 Akşam Gazetesi
Bizim gazetenin köşe yazarlarının hepsini her gün okuduğumu söylersem yalan olur. En az göz attıklarımdan biri Nihal Kemaloğlu Hanımefendi idi. Ne zamana kadar? Düne kadar... Bundan böyle her gün ilk olarak onun yazısını okuyacağım.
Nihal Hanım, dün Wim Wenders'in son filmi 'Palermo'da Yüzleşme' (Palermo Shooting) üzerine muhteşem bir makale kaleme almış. Belli ki kendisi sinema yazarı değil, iyi ki de değil. Yoksa işin bu kadar derinine giremezdi. 'Wim Wenders sevenler mutlaka izlemeli', 'Sonra olaylar hızla gelişir' gibi yüzeysel, sıradan, ortadan laflarla işi geçiştirirdi.
Sinemayı sadece eğlenecek, vakit öldürecek bir araç olarak görmüyor, daha çok tüm sanat dallarının kesiştiği ve yaşama sanatına doğrudan katkı getirdiği bir araç olduğuna inanıyor ve izlenmekten çok okunması gereken bir yeniden üretim alanı olarak belirliyorsanız, Nihal Kemaloğlu'nun dünkü yazısını mutlaka okuyun. Hem de bir kere değil, birkaç kere... Tabii filmi izledikten sonra... Filmi nereden bulacaksınız? Her yerde var.
Wenders'in herhangi bir filmi 'dokunulabilecek' bir mesafeye geldiğinde tüm eş dost 'elektrize' oluruz. Örneğin, 'Berlin Üzerinde Gökyüzü' (Der Himmel über Berlin), devamı niteliğindeki 'Faraway, So Close' bizim için hiç tartışmasız tüm zamanların en iyi 10 filmi içinde yer alır. Bana kalsa Wenders'in tüm diğer filmlerini de ilk 20'ye alırdım. Ama neyse, şimdi tartışmayalım.
Nihal Hanım'ın son derece doğru okuduğu; Türk medyasının kendini tekrarlayan ve herhangi bir ufuk açmayan gündeminden bir an olsun bizi koparıp kendimize yukarıdan bakmaya vesile olan yazısında sözünü ettiği film İstanbul'da sadece bir hafta oynayabildi. Arkadaşımız Ülkü Karaosmanoğlu son gün kendini Alkazar Sineması'na atmış. Salonda altı kişi varmış.
Tam beklediğim gibi... Elit böyle bir şeydir. Dünyayı yönetir, yönlendirir, ama hep azınlıktadır. Eliti olmayan ülke yok olmaya mahkumdur.
Allah'tan o altı kişi varmış, Allah'tan o filmi doğru okuyabilen Nihal Hanım gibiler var, Allah'tan Nihal Hanım'ın yazısını yayınlayanlar ve de o yazıyı okuyup anlayabilenler... Yoksa halimiz nice olurdu...
TMSF'nin günahı ne?
Tam şöyle demeye hazırlanıyordum: 'Ne var yani, alan memnun, satan memnun. Size ne oluyor? Erkek kızdan 54 yaş büyükmüş... Kafanıza göre bir Romeo ve Jülyet, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun hikayesi yazamıyorsunuz tabii... Agresyonunuzun, Halis Toprak fukarasını yerden yere çalmanızın tek nedeni olabilir: Kıskançlık.
Bakın Nazlıcan Hanım ne demiş. 'Satılmadım, kendi rızamla evlendim. Benim aklım fikrim var. Ne yaptığımın gayet iyi farkındayım. Mutluyum. Ben bu insana kendi isteğimle geldim. Onunla da ben yaşıyorum. Size ne... Siz konuştukça, siz yazdıkça benim eşime karşı hevesim artıyor...' Ya, işte böyle... Size ne oluyor?'
Evet, tam da böyle demeye hazırlanıyordum ki, TMSF gitti, Halis Bey'in her şeyine el koydu. Buraya kadar yine bir şey yok. Bizde mağdur olan kazanır. Halis Toprak tam da halk kahramanı olma kıvamına yaklaşmıştı. Ama heyhat!..
Verdikleri ilanlarla, basına yolladıkları açıklamalarla bütün dünyaya 'Kriz iletişimi nasıl yönetilmez' dersi veren oğulları yapacaklarını yine yaptılar: 'TMSF Halis Toprak'ın evliliğini fırsat bildi.'
Şimdi bu olmadı. Kalemimden kan damlatarak Halis Bey üzerine yazacaklarımı durdurmak zorunda kaldım. Öyle bir durum ki, kargalar bile güler. TMSF durdu durdu, Halis Bey'in Nazlıcan Hanım'ın dest-i izdivacına talip olmasını bekledi. Kız ve ailesi ikna edildi, Halis Bey masaya oturur oturmaz TMSF çullandı 71'lik delikanlının üstüne.
İş, ilişki ve iletişim yönetimi böyle bir şeydir. Bir tek cümleyle bir çuval inciri berbat edersiniz.
Bizim gazetenin köşe yazarlarının hepsini her gün okuduğumu söylersem yalan olur. En az göz attıklarımdan biri Nihal Kemaloğlu Hanımefendi idi. Ne zamana kadar? Düne kadar... Bundan böyle her gün ilk olarak onun yazısını okuyacağım.
Nihal Hanım, dün Wim Wenders'in son filmi 'Palermo'da Yüzleşme' (Palermo Shooting) üzerine muhteşem bir makale kaleme almış. Belli ki kendisi sinema yazarı değil, iyi ki de değil. Yoksa işin bu kadar derinine giremezdi. 'Wim Wenders sevenler mutlaka izlemeli', 'Sonra olaylar hızla gelişir' gibi yüzeysel, sıradan, ortadan laflarla işi geçiştirirdi.
Sinemayı sadece eğlenecek, vakit öldürecek bir araç olarak görmüyor, daha çok tüm sanat dallarının kesiştiği ve yaşama sanatına doğrudan katkı getirdiği bir araç olduğuna inanıyor ve izlenmekten çok okunması gereken bir yeniden üretim alanı olarak belirliyorsanız, Nihal Kemaloğlu'nun dünkü yazısını mutlaka okuyun. Hem de bir kere değil, birkaç kere... Tabii filmi izledikten sonra... Filmi nereden bulacaksınız? Her yerde var.
Wenders'in herhangi bir filmi 'dokunulabilecek' bir mesafeye geldiğinde tüm eş dost 'elektrize' oluruz. Örneğin, 'Berlin Üzerinde Gökyüzü' (Der Himmel über Berlin), devamı niteliğindeki 'Faraway, So Close' bizim için hiç tartışmasız tüm zamanların en iyi 10 filmi içinde yer alır. Bana kalsa Wenders'in tüm diğer filmlerini de ilk 20'ye alırdım. Ama neyse, şimdi tartışmayalım.
Nihal Hanım'ın son derece doğru okuduğu; Türk medyasının kendini tekrarlayan ve herhangi bir ufuk açmayan gündeminden bir an olsun bizi koparıp kendimize yukarıdan bakmaya vesile olan yazısında sözünü ettiği film İstanbul'da sadece bir hafta oynayabildi. Arkadaşımız Ülkü Karaosmanoğlu son gün kendini Alkazar Sineması'na atmış. Salonda altı kişi varmış.
Tam beklediğim gibi... Elit böyle bir şeydir. Dünyayı yönetir, yönlendirir, ama hep azınlıktadır. Eliti olmayan ülke yok olmaya mahkumdur.
Allah'tan o altı kişi varmış, Allah'tan o filmi doğru okuyabilen Nihal Hanım gibiler var, Allah'tan Nihal Hanım'ın yazısını yayınlayanlar ve de o yazıyı okuyup anlayabilenler... Yoksa halimiz nice olurdu...
TMSF'nin günahı ne?
Tam şöyle demeye hazırlanıyordum: 'Ne var yani, alan memnun, satan memnun. Size ne oluyor? Erkek kızdan 54 yaş büyükmüş... Kafanıza göre bir Romeo ve Jülyet, Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun hikayesi yazamıyorsunuz tabii... Agresyonunuzun, Halis Toprak fukarasını yerden yere çalmanızın tek nedeni olabilir: Kıskançlık.
Bakın Nazlıcan Hanım ne demiş. 'Satılmadım, kendi rızamla evlendim. Benim aklım fikrim var. Ne yaptığımın gayet iyi farkındayım. Mutluyum. Ben bu insana kendi isteğimle geldim. Onunla da ben yaşıyorum. Size ne... Siz konuştukça, siz yazdıkça benim eşime karşı hevesim artıyor...' Ya, işte böyle... Size ne oluyor?'
Evet, tam da böyle demeye hazırlanıyordum ki, TMSF gitti, Halis Bey'in her şeyine el koydu. Buraya kadar yine bir şey yok. Bizde mağdur olan kazanır. Halis Toprak tam da halk kahramanı olma kıvamına yaklaşmıştı. Ama heyhat!..
Verdikleri ilanlarla, basına yolladıkları açıklamalarla bütün dünyaya 'Kriz iletişimi nasıl yönetilmez' dersi veren oğulları yapacaklarını yine yaptılar: 'TMSF Halis Toprak'ın evliliğini fırsat bildi.'
Şimdi bu olmadı. Kalemimden kan damlatarak Halis Bey üzerine yazacaklarımı durdurmak zorunda kaldım. Öyle bir durum ki, kargalar bile güler. TMSF durdu durdu, Halis Bey'in Nazlıcan Hanım'ın dest-i izdivacına talip olmasını bekledi. Kız ve ailesi ikna edildi, Halis Bey masaya oturur oturmaz TMSF çullandı 71'lik delikanlının üstüne.
İş, ilişki ve iletişim yönetimi böyle bir şeydir. Bir tek cümleyle bir çuval inciri berbat edersiniz.