Alman faşistlerin kaç Türk’ü öldürmeleri gerekir acaba?..
16 Ocak 2018 - Yeni Şafak
Almanya’dan Ayhan Okumuş bey yazmış. Demiş ki:
“Bilhassa sizin Alman kamuoyunu zaman zaman takip etmeniz, size müracaat etmemin gerektiği kanısını oluşturdu. NSU davasının Türkiye kamuoyunda hiç irdelenmemesi beni rahatsız ediyor. Hatırlarsanız bir zamanlar Alman bir çocuğun Türkiye’de İngiliz bir kıza tacizle ilgili davası vardı ve Alman medyası ilgili ilgisiz magazin programlarına varana kadar bu davayı konu edip durdu. Her duruşma bir medya ordusu tarafından takip edildi.
Kaldı ki bu dava Alman devlet terörünün ispatı durumunda, mağdurlar Türk soydaş ve vatandaşları ama Türkiye medyası ve resmî kurumlar yok meydanda… İnşallah bu yazım bir farkındalık yaratır ve belki gerekli kurumlara da iletirsiniz -mesela Barolar Birliği niye yok burada ?..”
Ayhan beyin son sorusunu hemen yanıtlayalım: Barolar Birliği’nin burada, Türkiye’de çok işi var. Ana muhalefet partisinin koalisyon ortağı gibi çalışıyor. O nedenle sizin sözünü ettiğiniz durumlarla uğraşamaz. Alman hükümeti ya da oradaki hukuk STK’ları Cumhurbaşkanımıza ve Türkiye’ye saldırırlarsa, o zaman onların yanında yer almak içi çaba harcayabilir mesela…
Ayhan beyin sözünü ettiği NSU Davası’nı özetleyerek hatırlatalım:
Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adlı aşırı sağcı terör hücresinin, artık hayatta olmayan Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos ile ana sanık durumunda olan Beate Zschäpe'nin yargılandıkları davadır bu. Kısaca NSU davası diye anılıyor. Kökeni Thüringen eyaletinin Jena kentindeki aşırı sağcı çevrelere uzanan faşist örgüt, 2000 ile 2007 yılları arasında farklı eyaletlerde 8'i Türk, biri Yunan ve biri polis memuru olmak üzere 10 kişiyi öldürmek, iki bombalı saldırı ve 15 soygun düzenlemekle suçlanıyor.
Bu arada savcılık 2004 Haziran’ında Köln'de Türklerin yoğun olarak yaşadığı Keup Caddesi'nde düzenlenen ve 22 kişinin yaralandığı çivili bomba saldırısından da NSU'yu sorumlu tutuyor. Emniyet yetkilileri, uzunca bir süre olayların arkasında bahis mafyasının veya Türk gruplar arasındaki bir hesaplaşmanın bulunduğunu düşünmüştü.
Bugüne kadar 400 oturumu tamamlanmış olan davanın görülmesine 6 Mayıs 2013 tarihinde Münih’te başlanmıştı.
Bu arada dava başlamadan 2 yıl önce Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos iddiaya göre 2011 yılında yakalanmak üzerelerken intihar etmişlerdi…
Beate Zschäpe'nin durduk yerde aklî dengesinin gündeme getirilmesiyle alevlenen NSU hikâyesi olağanüstü dramatik bir yapıda sürüp gidiyor…
Herkes birbirini suçluyor… Araştırma komisyonları falan kurulmuş. Federal Meclis'in araştırma komisyonunun bazı üyeleri Federal Başsavcı Herbert Diemer'i, NSU cinayetleriyle ‘Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın olası bağlantılarını gizlemek amacıyla, bazı ipuçlarını yeterince takip etmemekle suçluyor.
Zschäpe, Böhnhardt ve Mundlos'un, kendilerini takip eden Anayasayı Koruma Teşkilatı görevlilerinin gözleri önünde ortadan kaybolmayı başarabilmiş olmaları, istihbarat teşkilatlarının konumlanmasını yeniden gündeme getirdi…
Almanya’dan yazan Ayhan Okumuş yerden göğe kadar haklı. Benzer bir olay Türkiye’de ortaya çıksaydı Alman medyası sadece Almanya’da değil tüm dünyada yeri göğü inletir; dur durak bilmez mahkemelerimizden polis teşkilatımıza kadar tüm ilgili kurumlarımızın enselerinde boza pişirirdi…
Bizim medyamızın benzer bir reaksiyon vermesi için Alman faşistlerinin kaç Türk’ü katletmeleri gerekiyor acaba, kestirmesi zor…
Kaçırılmaması gereken bir film
Hafta sonu ilginç bir film izledik. The Post. Nixon’lu yıllarda The Washington Post gazetesinin içinden geçtiği dramatik bir durumdan yola çıkılarak yapılmış bir Steven Spielberg filmi. Başrollerde iki usta, Tom Hanks ve Meryl Streep var.
Her zaman bu nitelikte olmuyor Hollywood günah çıkarmaları… Bazı özenle yapılmış Hollywood filmleri, bir yandan her ne kadar ABD adalet sisteminin ve hangi kurumu ele alıyorsa onun masumiyet ve gücünü vurgulasalar da, öte yandan sistemin nasıl tefessüh ettiğine dair bazı önemli ipuçları da verebiliyorlar. The Post da öyle bir yapım.
Bir yandan basın özgürlüğü, yayıncı ve editör etiği gibi konuların altını çizerken öte yandan üç Başkanın, John F. Kennedy, Lyndon B. Johnson, Richard Nixon’un halkına nasıl yalan söylediğini ve bazı politik, ekonomik ve sosyal nedenlerle vahim gerçekleri halktan nasıl sakladıklarını anlatıyor.
Özellikle iletişimle ilgilenen herkesin, politikacıların, medyada çalışanların kaçırmamaları gereken bir film.
“Bilhassa sizin Alman kamuoyunu zaman zaman takip etmeniz, size müracaat etmemin gerektiği kanısını oluşturdu. NSU davasının Türkiye kamuoyunda hiç irdelenmemesi beni rahatsız ediyor. Hatırlarsanız bir zamanlar Alman bir çocuğun Türkiye’de İngiliz bir kıza tacizle ilgili davası vardı ve Alman medyası ilgili ilgisiz magazin programlarına varana kadar bu davayı konu edip durdu. Her duruşma bir medya ordusu tarafından takip edildi.
Kaldı ki bu dava Alman devlet terörünün ispatı durumunda, mağdurlar Türk soydaş ve vatandaşları ama Türkiye medyası ve resmî kurumlar yok meydanda… İnşallah bu yazım bir farkındalık yaratır ve belki gerekli kurumlara da iletirsiniz -mesela Barolar Birliği niye yok burada ?..”
Ayhan beyin son sorusunu hemen yanıtlayalım: Barolar Birliği’nin burada, Türkiye’de çok işi var. Ana muhalefet partisinin koalisyon ortağı gibi çalışıyor. O nedenle sizin sözünü ettiğiniz durumlarla uğraşamaz. Alman hükümeti ya da oradaki hukuk STK’ları Cumhurbaşkanımıza ve Türkiye’ye saldırırlarsa, o zaman onların yanında yer almak içi çaba harcayabilir mesela…
Ayhan beyin sözünü ettiği NSU Davası’nı özetleyerek hatırlatalım:
Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) adlı aşırı sağcı terör hücresinin, artık hayatta olmayan Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos ile ana sanık durumunda olan Beate Zschäpe'nin yargılandıkları davadır bu. Kısaca NSU davası diye anılıyor. Kökeni Thüringen eyaletinin Jena kentindeki aşırı sağcı çevrelere uzanan faşist örgüt, 2000 ile 2007 yılları arasında farklı eyaletlerde 8'i Türk, biri Yunan ve biri polis memuru olmak üzere 10 kişiyi öldürmek, iki bombalı saldırı ve 15 soygun düzenlemekle suçlanıyor.
Bu arada savcılık 2004 Haziran’ında Köln'de Türklerin yoğun olarak yaşadığı Keup Caddesi'nde düzenlenen ve 22 kişinin yaralandığı çivili bomba saldırısından da NSU'yu sorumlu tutuyor. Emniyet yetkilileri, uzunca bir süre olayların arkasında bahis mafyasının veya Türk gruplar arasındaki bir hesaplaşmanın bulunduğunu düşünmüştü.
Bugüne kadar 400 oturumu tamamlanmış olan davanın görülmesine 6 Mayıs 2013 tarihinde Münih’te başlanmıştı.
Bu arada dava başlamadan 2 yıl önce Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos iddiaya göre 2011 yılında yakalanmak üzerelerken intihar etmişlerdi…
Beate Zschäpe'nin durduk yerde aklî dengesinin gündeme getirilmesiyle alevlenen NSU hikâyesi olağanüstü dramatik bir yapıda sürüp gidiyor…
Herkes birbirini suçluyor… Araştırma komisyonları falan kurulmuş. Federal Meclis'in araştırma komisyonunun bazı üyeleri Federal Başsavcı Herbert Diemer'i, NSU cinayetleriyle ‘Anayasayı Koruma Teşkilatı'nın olası bağlantılarını gizlemek amacıyla, bazı ipuçlarını yeterince takip etmemekle suçluyor.
Zschäpe, Böhnhardt ve Mundlos'un, kendilerini takip eden Anayasayı Koruma Teşkilatı görevlilerinin gözleri önünde ortadan kaybolmayı başarabilmiş olmaları, istihbarat teşkilatlarının konumlanmasını yeniden gündeme getirdi…
Almanya’dan yazan Ayhan Okumuş yerden göğe kadar haklı. Benzer bir olay Türkiye’de ortaya çıksaydı Alman medyası sadece Almanya’da değil tüm dünyada yeri göğü inletir; dur durak bilmez mahkemelerimizden polis teşkilatımıza kadar tüm ilgili kurumlarımızın enselerinde boza pişirirdi…
Bizim medyamızın benzer bir reaksiyon vermesi için Alman faşistlerinin kaç Türk’ü katletmeleri gerekiyor acaba, kestirmesi zor…
Kaçırılmaması gereken bir film
Hafta sonu ilginç bir film izledik. The Post. Nixon’lu yıllarda The Washington Post gazetesinin içinden geçtiği dramatik bir durumdan yola çıkılarak yapılmış bir Steven Spielberg filmi. Başrollerde iki usta, Tom Hanks ve Meryl Streep var.
Her zaman bu nitelikte olmuyor Hollywood günah çıkarmaları… Bazı özenle yapılmış Hollywood filmleri, bir yandan her ne kadar ABD adalet sisteminin ve hangi kurumu ele alıyorsa onun masumiyet ve gücünü vurgulasalar da, öte yandan sistemin nasıl tefessüh ettiğine dair bazı önemli ipuçları da verebiliyorlar. The Post da öyle bir yapım.
Bir yandan basın özgürlüğü, yayıncı ve editör etiği gibi konuların altını çizerken öte yandan üç Başkanın, John F. Kennedy, Lyndon B. Johnson, Richard Nixon’un halkına nasıl yalan söylediğini ve bazı politik, ekonomik ve sosyal nedenlerle vahim gerçekleri halktan nasıl sakladıklarını anlatıyor.
Özellikle iletişimle ilgilenen herkesin, politikacıların, medyada çalışanların kaçırmamaları gereken bir film.