Almanya, Almanya…
05 Ağustos 2017 - Yeni Şafak
Rüzgâr enerjisi konusunda rekor ihale sonuçlandıktan sonra bir konuşma yapan Enerji Bakanı Berat Albayrak’ın Almanya ile ilişkiler konusunda söyledikleri, siyasi iletişim açısından tarihe not olarak düşülecek nitelik ve inceliktedir…
Meraklısına tavsiye; internetten bulup izlesinler…
Bilindiği üzere milyar doları aşacağı tahmin edilen rüzgâr enerji ekipmanı imalatını ve Ar-Ge’sini de içeren ihaleye bu alanda en büyükler arasında yer alan dört Alman şirketi katılmış ve 1856 yılından beri Türkiye’de faaliyetlerini sürdüren Siemens firması Türkerler ve Kalyon ile birlikte ipi göğüslemişti.
Siyasi iletişimin temel unsurlarından biri de red ve kabulün aynı anda yürütülmesidir. Sadece sürekli red, ya da tam tersi, sürekli kabul halinde olmak bir ülkeyi eninde sonunda tecride, o da yalnızlığa ve yok olmaya kadar varabilecek bir sürecin içine itebilir…
Siyasi iletişimde ‘var olmak’ demek; doğru ittifaklar kurup beslemek, bazen uzlaşmayı, bazen de en sert karşı çıkışları aynı anda birlikte yönetme becerisi göstermeyi bilmek demektir…
Türkiye Orta Doğu’da bu coğrafyanın en kritik, en kanlı; fitneye, ihanete en açık çelişkiler yumağı içinde gerek yerel, gerekse küresel güçlerin kanlı oyunlarıyla boğuşurken; birebir ilişkide detant (yumuşama) yaklaşımını devreye sokma konusunda son derece başarılı bir ilişki stratejisi uygulamaktadır.
Her ne kadar aynı başarının Türkiye’nin dünya kamuoyu ve vicdanı nezdinde algısının yönetilmesi konusunda ortaya konması gereken stratejik iletişim ve kamu diplomasisi çalışmalarında görmesek de; ilişki yönetimi çerçevesinde yeni dönem politikaların hedefe çok daha fazla hizmet etmekte olduğunu söylemek mümkün.
TİM’in açıkladığı ihracat rakamları, Alman Türk Ticaret Odası’nın açıklamaları ve Türkiye’deki Alman şirketlerinin önümüzdeki dönem yatırım planları Almanya ile ikili ilişkilerde red ve kabulün karşılıklı olarak ne kadar ustalıkla yönetildiğinin kanıtıdır. Ve nihayet Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı (TYDTA) Başkanı Arda Ermut, Alman şirketlerin Türkiye ile ilgili yatırım kararlarında geri çekilme olmadığını söylemiş ve eklemiş: “Şu anda portföyümüzdeki projelerin neredeyse yüzde 10’a yakını Alman şirketlerinin.”
Bu köşede sık sık değindiğimizin farkındayım. Ancak red ve kabul meselesini ne kadar tartışsak azdır… Kaderimiz olan coğrafyanın bize dikte ettiği ilişki ve iletişim stratejisi budur. Orta Doğu odaklı neredeyse her türlü melanetin altında bir şekilde imzası bulunan Muhammed Dahlan haininin ipliğini pazara çıkarırken, BAE ile devlet bazında ilişkileri zinde tutmak; Katar’la dostluğu sürdürürken, Suudi Arabistan’dan bölgede ağabeylik yapmasını beklemek; Kuzey Irak ve Suriye’de Kürt varlığının tehdit unsuru oluşturmasını şiddetle red ederken, Kürt terör gruplarına destek vermelerine rağmen ABD, Rus ve İran devletiyle ilişkileri hep sıcak tutmaya çalışmak vb…
Ve tabii ki FETÖ ve PKK teröristlerine kucak açan, ya da AB’den Türkiye’yi uzak tutmaya çalışan Almanya’nın bu yaklaşımlarını şiddetle eleştirirken; tüm ticari ilişkileri canlı tutabilmek… Maharet ve anlayış isteyen duruş ve tutumlardır bunlar…
Hani adam demiş ya, “Haklı çıkmaktan bıkmadım!..”
Dünyanın en garip duygusudur bu… Kötümserlikle de, iyimserlikle de yakından alâkalı bir duygu. Belki biraz her iki duygunun da salıncağı gibi…
Ahmet Hamdi Tanpınar, Günlükler’inde şöyle diyor:
“Sabahattin’in (Eyüboğlu) Mazhar için (Şevket İpşiroğlu) söylediği cümle: Mazhar bedbin düşünüyor. Bedbin adam Türkiye’de daima haklı çıkar.” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa / Zeynep Kerman, İnci Enginün /Dergah Yayınları)
Şu Almanya geriliminden binbir türlü tevatürle kara propaganda değirmenine su taşıyanların, şeamet tellallarının, habaset erbabı muzahrafat tayfasının tezviratını gördükçe insanın içi şişiyor zahir…
Meraklısına tavsiye; internetten bulup izlesinler…
Bilindiği üzere milyar doları aşacağı tahmin edilen rüzgâr enerji ekipmanı imalatını ve Ar-Ge’sini de içeren ihaleye bu alanda en büyükler arasında yer alan dört Alman şirketi katılmış ve 1856 yılından beri Türkiye’de faaliyetlerini sürdüren Siemens firması Türkerler ve Kalyon ile birlikte ipi göğüslemişti.
Siyasi iletişimin temel unsurlarından biri de red ve kabulün aynı anda yürütülmesidir. Sadece sürekli red, ya da tam tersi, sürekli kabul halinde olmak bir ülkeyi eninde sonunda tecride, o da yalnızlığa ve yok olmaya kadar varabilecek bir sürecin içine itebilir…
Siyasi iletişimde ‘var olmak’ demek; doğru ittifaklar kurup beslemek, bazen uzlaşmayı, bazen de en sert karşı çıkışları aynı anda birlikte yönetme becerisi göstermeyi bilmek demektir…
Türkiye Orta Doğu’da bu coğrafyanın en kritik, en kanlı; fitneye, ihanete en açık çelişkiler yumağı içinde gerek yerel, gerekse küresel güçlerin kanlı oyunlarıyla boğuşurken; birebir ilişkide detant (yumuşama) yaklaşımını devreye sokma konusunda son derece başarılı bir ilişki stratejisi uygulamaktadır.
Her ne kadar aynı başarının Türkiye’nin dünya kamuoyu ve vicdanı nezdinde algısının yönetilmesi konusunda ortaya konması gereken stratejik iletişim ve kamu diplomasisi çalışmalarında görmesek de; ilişki yönetimi çerçevesinde yeni dönem politikaların hedefe çok daha fazla hizmet etmekte olduğunu söylemek mümkün.
TİM’in açıkladığı ihracat rakamları, Alman Türk Ticaret Odası’nın açıklamaları ve Türkiye’deki Alman şirketlerinin önümüzdeki dönem yatırım planları Almanya ile ikili ilişkilerde red ve kabulün karşılıklı olarak ne kadar ustalıkla yönetildiğinin kanıtıdır. Ve nihayet Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı (TYDTA) Başkanı Arda Ermut, Alman şirketlerin Türkiye ile ilgili yatırım kararlarında geri çekilme olmadığını söylemiş ve eklemiş: “Şu anda portföyümüzdeki projelerin neredeyse yüzde 10’a yakını Alman şirketlerinin.”
Bu köşede sık sık değindiğimizin farkındayım. Ancak red ve kabul meselesini ne kadar tartışsak azdır… Kaderimiz olan coğrafyanın bize dikte ettiği ilişki ve iletişim stratejisi budur. Orta Doğu odaklı neredeyse her türlü melanetin altında bir şekilde imzası bulunan Muhammed Dahlan haininin ipliğini pazara çıkarırken, BAE ile devlet bazında ilişkileri zinde tutmak; Katar’la dostluğu sürdürürken, Suudi Arabistan’dan bölgede ağabeylik yapmasını beklemek; Kuzey Irak ve Suriye’de Kürt varlığının tehdit unsuru oluşturmasını şiddetle red ederken, Kürt terör gruplarına destek vermelerine rağmen ABD, Rus ve İran devletiyle ilişkileri hep sıcak tutmaya çalışmak vb…
Ve tabii ki FETÖ ve PKK teröristlerine kucak açan, ya da AB’den Türkiye’yi uzak tutmaya çalışan Almanya’nın bu yaklaşımlarını şiddetle eleştirirken; tüm ticari ilişkileri canlı tutabilmek… Maharet ve anlayış isteyen duruş ve tutumlardır bunlar…
Hani adam demiş ya, “Haklı çıkmaktan bıkmadım!..”
Dünyanın en garip duygusudur bu… Kötümserlikle de, iyimserlikle de yakından alâkalı bir duygu. Belki biraz her iki duygunun da salıncağı gibi…
Ahmet Hamdi Tanpınar, Günlükler’inde şöyle diyor:
“Sabahattin’in (Eyüboğlu) Mazhar için (Şevket İpşiroğlu) söylediği cümle: Mazhar bedbin düşünüyor. Bedbin adam Türkiye’de daima haklı çıkar.” (Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa / Zeynep Kerman, İnci Enginün /Dergah Yayınları)
Şu Almanya geriliminden binbir türlü tevatürle kara propaganda değirmenine su taşıyanların, şeamet tellallarının, habaset erbabı muzahrafat tayfasının tezviratını gördükçe insanın içi şişiyor zahir…