Almanya sanki Türkiye'yi yeniden keşfediyor
09 Ocak 2010 Akşam Gazetesi
Almanya'dan meslektaşım ve sevgili dostum Synchronis İletişim şirketinin patronu Christian Langer dün bir not yollamış. Diyor ki, 'Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle'nin Türkiye seyahati münasebetiyle Alman Sanayicileri Federasyonu'nun (Bundesverband der Deutschen Industrie) yaptığı açıklamayı acaba Türk basını yakaladı mı? Yoksa sen yaz hiç değilse. Çünkü çok önemli ve heyecan verici. Bak ne demiş Alman sanayicileri:
Alman Ekonomisi, Türkiye'nin AB'ye katılım süreci ile ilgili 'her türlü duygudan arındırılmış, tarafsız' bir tartışmayı reddeder. Bizim Türkiye ile olan ekonomik ilişkilerimiz yıllardır ortalamanın çok üstündeki bir iyilik seviyesinde seyretmektedir. Ülke stratejik açıdan önemli konumunu ve gelişen pazar olma özelliğini korumaktadır. Almanya'nın ihracat hedefinde bulunan pazarlardan biri olarak Türkiye, 2008'de ulaştığı 15 milyar Euro/yıl ile Japonya'dan daha da büyük bir öneme sahiptir. 1980 yılından bu yana Almanya 7 milyar dolarlık bir hacimle Türkiye'deki en büyük yabancı yatırımcıdır. Bu ise, Almanya için ekonomik güç ve işyeri garantisi demektir...'
Şu sıra bize düşen, Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle'nin cinsel tercihleri üzerine 'muhabbet koyultmak' değildir... Çünkü AB sınırları içinde bu durumun bir haber değeri yoktur. Çünkü Berlin, Hamburg ve Paris belediye başkanları da gay (eşcinsel) olduklarını açıklamışlardır. Hatta Berlin Belediye Başkanı davetlere sevgilisiyle gitmektedir... Burada önemle üzerinde durulması gereken husus, Almanya'nın Türkiye'nin AB'ye entegrasyonu ile ilgili günlük politikasındaki değişimdir. Günlük; çünkü makro düzeyde Almanya her zaman ortada bir yerlerde durmaya çalışmış, iş pratiğe geldiğinde yan çizmiştir. Oysa Westerwelle açık bir ifade kullanmıştır: 'Almanya sözünü tutar!'... Langer'in dikkatini çeken Alman Sanayicileri'nin net tutumu da en az Westermülle'ninki kadar önemlidir.
Brinci köprüye, ikinciye ve üçüncü köprü ile tüp geçide karşı çıkan ve de ülkede neyin olmayacağını kendisine toplumsal refleks haline getirmiş, biraz da bu refleksle AB'ye katılmaya karşı çıkan üzülecekler ama Almanya sanki Türkiye'ye bir farlı bakmaya başlıyor... Kimbilir...
Ümit Zaim'den oğluna 'pazarlama dersi'...
Derİmod'un patronu Ümit Zaim oğlu Murat ile birlikte Amerikan Hastanesi'nde tedavi gören bir şirket çalışanını ziyaret etmeye karar veriyorlar. Hastaneye geldiklerinde her Türk gibi akılları başlarına geliyor ve 'Elimiz boş gitmeyelim!' diyorlar...
Ne var etrafta? Hastanenin hemen karşısında çiçekçiler var. Bir tanesinden içeriye kendilerini atıyorlar. Başlıyorlar aralarında tartışmaya; onu mu alsak bunu alsak?.. Hastaya en iyi ne gider?.. Bu çok iyi... Hayır, öteki daha iyi...
Tartışma uzayıp giderken araya dükkandaki görevli giriyor. Amacı belli ki çok iyi: Karar süreçlerini hızlandırmak. Diyor ki: 'Bu kadar tartışacak bir şey yok. Nasılsa kapıda alacaklar elinizden çiçekleri. Girişte hemen solda bir çiçek kabul odası var. Oraya alıyorlar. Hastaya da sizin çiçek getirmiş olduğunuza dair bir kart gönderiyorlar...'
Ümit, Murat'a bakıyor; Murat, Ümit'e... Birlikte hemen çıkıyorlar dükkandan, başka bir şey almak için araştırmayı sürdürüyorlar. Bu arada Ümit Zaim, Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü öğrencisi oğlu Murat'a ilk pazarlama dersini veriyor: 'Müşteriyi senden ürün almaya yönlendireceksin, almamaya değil!..'
Ben de Murat'a armağan olarak
bizim kurallardan birini yolladım: 'Her
söylediğin doğru olsun; ancak salak gibi her doğruyu söyleme!'..
Ayrıca bizim ders, hayatın her alanı için geçerli, sadece pazarlama için değil...
Bilmem anlatabildim mi, Muratçığım?..
Almanya'dan meslektaşım ve sevgili dostum Synchronis İletişim şirketinin patronu Christian Langer dün bir not yollamış. Diyor ki, 'Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle'nin Türkiye seyahati münasebetiyle Alman Sanayicileri Federasyonu'nun (Bundesverband der Deutschen Industrie) yaptığı açıklamayı acaba Türk basını yakaladı mı? Yoksa sen yaz hiç değilse. Çünkü çok önemli ve heyecan verici. Bak ne demiş Alman sanayicileri:
Alman Ekonomisi, Türkiye'nin AB'ye katılım süreci ile ilgili 'her türlü duygudan arındırılmış, tarafsız' bir tartışmayı reddeder. Bizim Türkiye ile olan ekonomik ilişkilerimiz yıllardır ortalamanın çok üstündeki bir iyilik seviyesinde seyretmektedir. Ülke stratejik açıdan önemli konumunu ve gelişen pazar olma özelliğini korumaktadır. Almanya'nın ihracat hedefinde bulunan pazarlardan biri olarak Türkiye, 2008'de ulaştığı 15 milyar Euro/yıl ile Japonya'dan daha da büyük bir öneme sahiptir. 1980 yılından bu yana Almanya 7 milyar dolarlık bir hacimle Türkiye'deki en büyük yabancı yatırımcıdır. Bu ise, Almanya için ekonomik güç ve işyeri garantisi demektir...'
Şu sıra bize düşen, Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle'nin cinsel tercihleri üzerine 'muhabbet koyultmak' değildir... Çünkü AB sınırları içinde bu durumun bir haber değeri yoktur. Çünkü Berlin, Hamburg ve Paris belediye başkanları da gay (eşcinsel) olduklarını açıklamışlardır. Hatta Berlin Belediye Başkanı davetlere sevgilisiyle gitmektedir... Burada önemle üzerinde durulması gereken husus, Almanya'nın Türkiye'nin AB'ye entegrasyonu ile ilgili günlük politikasındaki değişimdir. Günlük; çünkü makro düzeyde Almanya her zaman ortada bir yerlerde durmaya çalışmış, iş pratiğe geldiğinde yan çizmiştir. Oysa Westerwelle açık bir ifade kullanmıştır: 'Almanya sözünü tutar!'... Langer'in dikkatini çeken Alman Sanayicileri'nin net tutumu da en az Westermülle'ninki kadar önemlidir.
Brinci köprüye, ikinciye ve üçüncü köprü ile tüp geçide karşı çıkan ve de ülkede neyin olmayacağını kendisine toplumsal refleks haline getirmiş, biraz da bu refleksle AB'ye katılmaya karşı çıkan üzülecekler ama Almanya sanki Türkiye'ye bir farlı bakmaya başlıyor... Kimbilir...
Ümit Zaim'den oğluna 'pazarlama dersi'...
Derİmod'un patronu Ümit Zaim oğlu Murat ile birlikte Amerikan Hastanesi'nde tedavi gören bir şirket çalışanını ziyaret etmeye karar veriyorlar. Hastaneye geldiklerinde her Türk gibi akılları başlarına geliyor ve 'Elimiz boş gitmeyelim!' diyorlar...
Ne var etrafta? Hastanenin hemen karşısında çiçekçiler var. Bir tanesinden içeriye kendilerini atıyorlar. Başlıyorlar aralarında tartışmaya; onu mu alsak bunu alsak?.. Hastaya en iyi ne gider?.. Bu çok iyi... Hayır, öteki daha iyi...
Tartışma uzayıp giderken araya dükkandaki görevli giriyor. Amacı belli ki çok iyi: Karar süreçlerini hızlandırmak. Diyor ki: 'Bu kadar tartışacak bir şey yok. Nasılsa kapıda alacaklar elinizden çiçekleri. Girişte hemen solda bir çiçek kabul odası var. Oraya alıyorlar. Hastaya da sizin çiçek getirmiş olduğunuza dair bir kart gönderiyorlar...'
Ümit, Murat'a bakıyor; Murat, Ümit'e... Birlikte hemen çıkıyorlar dükkandan, başka bir şey almak için araştırmayı sürdürüyorlar. Bu arada Ümit Zaim, Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü öğrencisi oğlu Murat'a ilk pazarlama dersini veriyor: 'Müşteriyi senden ürün almaya yönlendireceksin, almamaya değil!..'
Ben de Murat'a armağan olarak
bizim kurallardan birini yolladım: 'Her
söylediğin doğru olsun; ancak salak gibi her doğruyu söyleme!'..
Ayrıca bizim ders, hayatın her alanı için geçerli, sadece pazarlama için değil...
Bilmem anlatabildim mi, Muratçığım?..