'Anayasa değişikliği başlı başına reformdur'
21 Ocak 2017 - Yeni Şafak
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, "Türkiye ekonomisini bir kelimeyle özetleyin derseniz, 'yüksek direnç' derim. Büyük bir direnç gösterdi Türkiye ekonomisi” demiş. Referandum belirsizliği ortadan kalkar kalkmaz da toparlanma sürecine tekrar girileceğini belirtmiş.
Mehmet Şimşek, Meclis’teki Anayasa değişikliği görüşmelerinin ‘önemli bir eşik’ olduğunu, ‘sistemin küresel normlara uygun dizayn edildiğini’ ifade etmiş. Demiş ki:
"Anayasa iyi tasarlanmış, Meclis denetim yapacak, yasama görevini yapacak. İcra, Cumhurbaşkanlığı liderliğinde hızlı karar verecek, esnek olacak, güçlü ve istikrarlı olacak. Yargı, sadece bağımsız olmayacak tarafsız da olacak. Ben inanıyorum ki muhtemelen Nisan başı gibi bakılıyor, bir referandumla milletimizin 'evet' demesiyle birlikte Türkiye'nin önü açılacak. Çok güçlü bir yol haritamız var. 2016 gibi zor bir yılda bile birçok konuda reform yaptık. Şimdi bizim vergi reformundan, yargının devamına, eğitim reformunun köklü bir şekilde uygulanmasına kamu personel rejimine bütün bu reform çabalarına güçlü bir şekilde devam etmemiz lazım. Şu anda anayasa değişikliği esas gündemdir, bu da başlı başına reformdur.”
Gerçekten de şu anda esas gündemi teşkil eden Anayasa değişikliği safhasının pozitif düşünmekle rehavet arasındaki hassas çizgiye kaymamasına hizmet edecek sıkı bir iletişim gündemine ihtiyacı var. Türkiye’nin önünü açacak olan bu safhada, ‘Sonuçta nasılsa evet çıkacak’ algısının yaratılmasının ciddi bir tehlike olduğunun altını bir kez daha çizmemiz gerekiyor. ‘Evet’ oyu kullanacakların, doygun bir iyimserlikle, “Bu iş tamamdır” duygusuyla sahaya çıkan favori takım oyuncusunun sonuçtaki hüsranının boyutlarını akıllarından çıkarmamalarında yarar var.
Bu sorunu atmamızın nedeni ‘endişeli muhafazakâr’ (‘endişeli modern’ deyiminden üretme) tavrına düşmemiz değildir. Kime sorsak, “Referandum halktan %51’i havada karada alır” yanıtını almamızdan kaynaklanan somut endişedir…
Salı günkü “’Çantada Keklik’ duygusundan uzaklaşmak gerek” başlıklı yazımızda Meclis kürsüsünün işgal edilmesi sırasında ve sonrasında, ‘Evet’ oyu kullanmaya kararlı milletvekillerinin şu davranış içine girmelerinin daha doğru olacağına işaret etmeye çalışmıştım:
“Hiç seslerini çıkarmadan yerlerinde oturup, 1980 öncesi üniversiteleri işgal eden sol ya da ülkücü gençleri hatırlatırcasına, kol kola girerek kürsü ve çevresini kordon altına almış vekillerin o manzara içinde kendi algılarını yerle bir edişlerini seyredeceklerdi. (…) Şöyle bir 10 dakika o işgalci milletvekillerini yapayalnız bıraksalardı kürsünün etrafında. O zaman lafın ortada bırakılmasını, meselenin genellenmesini, ‘Milletvekilleri ilkel bir şekilde birbirlerine saldırdılar’ yorumlarını engellemiş olurlardı…”
Kendisini Meclis kürsüsüne kelepçeleyen hanımefendiyi de kendi haline bırakmalarında sayısız yarar vardı. Nasıl? Meclis Başkanı oturuma ara verecek ve eylemciyi idari görevlilerle baş başa bırakacaktı. Bir saat kadar beklenmiş olması bile çok olumlu bir tutum elbette ancak süreyi daha da uzatmak lazımdı. Bu kadar itiş kakışa meydan verilmemesi, haber saatlerinin bu haberle işgal edilmemesi ve sağlık sorunlarından başlayan, hastane ziyaretlerine uzanan gelişmelerle eylemi yapanın istediği sonuçların önüne geçilmesi için, idari görevlilerle baş başa bırakılan milletvekili hanımın direnç gücü ne kadarsa o kadar tepkisiz kalmakta yarar vardı.
Kürsü işgal etmekten kelepçelenerek kürsüye yapışmaya kadar gözlerini karartırcasına eyleme geçenlere verilecek en iyi yanıt, ‘gel gel’ yapılan kulvara girmemek ve hemen her seçimde uygulanmış iç disiplin ve stratejik iletişim yöntemlerinin gereğini yaparak hedefe kilitlenmek, rehavete meydan vermemektir.
‘Bundan daha kötüsü olamaz’
Trump’ın yemin töreniyle Başkanlığına ilk adımı attığı gün o ünlü Bektaşi fıkrasını bir kez daha hatırladık:
Malum, Bektaşi’nin masasına iki şişe şarap koymuşlar. Sormuşlar:
-Erenler, şunların tadına bir bakıver. Sence hangisi daha iyi?
Bizimki şişelerden birini lıkır lıkır içip bitirdikten sonra ağzını eliyle şöyle bir silip demiş ki:
-Öteki şişe daha iyi.
Diğerinin tadına bakmadan nasıl bu kadar kesin kanaate vardığını merak etmişler:
-Henüz diğerinin tadına bakmadın ki… Nerden bildin?
Yanıt anında gelmiş:
-Gerek yok ki. Bu içtiğimden daha kötüsü olamaz!”
Trump her şıkta Obama’dan daha iyi olacaktır. Kendisinin meşru iktidarını sarsmak için komplolor düzenlendiğine, özellikle George Soros’un finanse ettiği söylenen bir kuruluş tarafından protestoculara ciddi tutarda maddi destekler sağlandığına dair haberler yayılsa da, iktidar bundan böyle Trump’ındır ve Türkiye açısından bakıldığında her koşulda Obama’dan daha kötü bir durum oluşmayacağı söylenebilir. ABD ve dünya için, insanların alışmak durumunda kalacakları farklı bir dönemin başlayacağı kesin… Hayırlısı olsun diyelim…
Mehmet Şimşek, Meclis’teki Anayasa değişikliği görüşmelerinin ‘önemli bir eşik’ olduğunu, ‘sistemin küresel normlara uygun dizayn edildiğini’ ifade etmiş. Demiş ki:
"Anayasa iyi tasarlanmış, Meclis denetim yapacak, yasama görevini yapacak. İcra, Cumhurbaşkanlığı liderliğinde hızlı karar verecek, esnek olacak, güçlü ve istikrarlı olacak. Yargı, sadece bağımsız olmayacak tarafsız da olacak. Ben inanıyorum ki muhtemelen Nisan başı gibi bakılıyor, bir referandumla milletimizin 'evet' demesiyle birlikte Türkiye'nin önü açılacak. Çok güçlü bir yol haritamız var. 2016 gibi zor bir yılda bile birçok konuda reform yaptık. Şimdi bizim vergi reformundan, yargının devamına, eğitim reformunun köklü bir şekilde uygulanmasına kamu personel rejimine bütün bu reform çabalarına güçlü bir şekilde devam etmemiz lazım. Şu anda anayasa değişikliği esas gündemdir, bu da başlı başına reformdur.”
Gerçekten de şu anda esas gündemi teşkil eden Anayasa değişikliği safhasının pozitif düşünmekle rehavet arasındaki hassas çizgiye kaymamasına hizmet edecek sıkı bir iletişim gündemine ihtiyacı var. Türkiye’nin önünü açacak olan bu safhada, ‘Sonuçta nasılsa evet çıkacak’ algısının yaratılmasının ciddi bir tehlike olduğunun altını bir kez daha çizmemiz gerekiyor. ‘Evet’ oyu kullanacakların, doygun bir iyimserlikle, “Bu iş tamamdır” duygusuyla sahaya çıkan favori takım oyuncusunun sonuçtaki hüsranının boyutlarını akıllarından çıkarmamalarında yarar var.
Bu sorunu atmamızın nedeni ‘endişeli muhafazakâr’ (‘endişeli modern’ deyiminden üretme) tavrına düşmemiz değildir. Kime sorsak, “Referandum halktan %51’i havada karada alır” yanıtını almamızdan kaynaklanan somut endişedir…
Salı günkü “’Çantada Keklik’ duygusundan uzaklaşmak gerek” başlıklı yazımızda Meclis kürsüsünün işgal edilmesi sırasında ve sonrasında, ‘Evet’ oyu kullanmaya kararlı milletvekillerinin şu davranış içine girmelerinin daha doğru olacağına işaret etmeye çalışmıştım:
“Hiç seslerini çıkarmadan yerlerinde oturup, 1980 öncesi üniversiteleri işgal eden sol ya da ülkücü gençleri hatırlatırcasına, kol kola girerek kürsü ve çevresini kordon altına almış vekillerin o manzara içinde kendi algılarını yerle bir edişlerini seyredeceklerdi. (…) Şöyle bir 10 dakika o işgalci milletvekillerini yapayalnız bıraksalardı kürsünün etrafında. O zaman lafın ortada bırakılmasını, meselenin genellenmesini, ‘Milletvekilleri ilkel bir şekilde birbirlerine saldırdılar’ yorumlarını engellemiş olurlardı…”
Kendisini Meclis kürsüsüne kelepçeleyen hanımefendiyi de kendi haline bırakmalarında sayısız yarar vardı. Nasıl? Meclis Başkanı oturuma ara verecek ve eylemciyi idari görevlilerle baş başa bırakacaktı. Bir saat kadar beklenmiş olması bile çok olumlu bir tutum elbette ancak süreyi daha da uzatmak lazımdı. Bu kadar itiş kakışa meydan verilmemesi, haber saatlerinin bu haberle işgal edilmemesi ve sağlık sorunlarından başlayan, hastane ziyaretlerine uzanan gelişmelerle eylemi yapanın istediği sonuçların önüne geçilmesi için, idari görevlilerle baş başa bırakılan milletvekili hanımın direnç gücü ne kadarsa o kadar tepkisiz kalmakta yarar vardı.
Kürsü işgal etmekten kelepçelenerek kürsüye yapışmaya kadar gözlerini karartırcasına eyleme geçenlere verilecek en iyi yanıt, ‘gel gel’ yapılan kulvara girmemek ve hemen her seçimde uygulanmış iç disiplin ve stratejik iletişim yöntemlerinin gereğini yaparak hedefe kilitlenmek, rehavete meydan vermemektir.
‘Bundan daha kötüsü olamaz’
Trump’ın yemin töreniyle Başkanlığına ilk adımı attığı gün o ünlü Bektaşi fıkrasını bir kez daha hatırladık:
Malum, Bektaşi’nin masasına iki şişe şarap koymuşlar. Sormuşlar:
-Erenler, şunların tadına bir bakıver. Sence hangisi daha iyi?
Bizimki şişelerden birini lıkır lıkır içip bitirdikten sonra ağzını eliyle şöyle bir silip demiş ki:
-Öteki şişe daha iyi.
Diğerinin tadına bakmadan nasıl bu kadar kesin kanaate vardığını merak etmişler:
-Henüz diğerinin tadına bakmadın ki… Nerden bildin?
Yanıt anında gelmiş:
-Gerek yok ki. Bu içtiğimden daha kötüsü olamaz!”
Trump her şıkta Obama’dan daha iyi olacaktır. Kendisinin meşru iktidarını sarsmak için komplolor düzenlendiğine, özellikle George Soros’un finanse ettiği söylenen bir kuruluş tarafından protestoculara ciddi tutarda maddi destekler sağlandığına dair haberler yayılsa da, iktidar bundan böyle Trump’ındır ve Türkiye açısından bakıldığında her koşulda Obama’dan daha kötü bir durum oluşmayacağı söylenebilir. ABD ve dünya için, insanların alışmak durumunda kalacakları farklı bir dönemin başlayacağı kesin… Hayırlısı olsun diyelim…