Anlayana ‘5 ders’
01 haziran 2023
28. dönem Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ‘siyasi iletişim’ boyutunda genç meslektaşlarımıza işaret ettiği bazı konuları tartışmakta yarar var…
Dikkati en çok çeken sonuçlardan biri hiç şüphesiz, CHP’nin listesinden aday gösterilerek TBMM’ye giren Millet İttifakı’nın dört partisinden 37 milletvekilinin durumu…
CHP çatısı altında ne kadar oy aldığı bilinmemekle birlikte bazı siyasilerin iddiasına göre bu dört partinin oy oranlarının toplamı yüzde 1-2’yi geçmiyordu… Oysa şimdi, Meclis’te bunun 6 katıyla, yüzde 6,1 oranıyla temsil edilme şansı elde ettiler. CHP toplam vekil sayısı arasındaki oranları ise yüzde 22 civarında…
Bu bir siyasi iletişim değil, ‘ilişki yönetimi’ başarısıdır. Seçime tek başlarına, kendi listelerinden girseler büyük olasılıkla ‘0’ çekecek olan söz konusu partiler, durduk yerde hem 37 milletvekili kazandılar hem Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı gibi itibarlı bir pozisyona namzet olabildiler hem de Bakanlık sözü aldılar… O nedenle bizce seçimin en büyük galibi, bu dört partidir…
Tartışılmasında yarar olacak ikinci konu, araştırma şirketlerinin itibarlarıdır… Açıkladıkları tahminler ile özellikle ilk tur sonuçları arasındaki uçurum sebebiyle onlar için tehlike çanları çalmaktadır…
Üstelik bu sadece mesleki bir hata, yanılma payı ya da beceriksizlik olarak da görülmemekte seçmenlerin algısının yönetilmesi için bir hamle olarak değerlendirilmektedir. Yani, araştırma şirketlerine duyulan güven oranında itibarları da hızla çökmektedir.
İşte şimdi bir araya gelmelerinin, çatı örgütleri vasıtasıyla sektörel ‘itibar yönetimi’ için bir strateji ve uygulama planı hazırlayarak aksiyona geçmelerinin tam vaktidir. Daha erken olamadıysa bile daha geç kalmadan…
Benzer bir itibar yönetimi çalışması, nihayetinde sıfır sapmayla sonuçları verme başarısı gösteren, fakat buna rağmen muhalefet tarafından en agresif saldırıların hedefi hâline gelen Anadolu Ajansı’na da tavsiye edilir… Bu kadar aşağılanmayı kesinlikle hak etmedikleri gibi sadece sonuçları bir hayli geç açıklayabilen Yüksek Seçim Kurulu ve CHP’nin sahiplendiği ANKA Haber Ajansı’na sahayı bırakması hâlinde görevini yerine getirememiş olacaktı.
Çıkarılacak üçüncü ders için “Asrın felaketi”ni yaşayan deprem bölgesinde muhalefetin bütün sorumluluğu iktidarın üstüne atarak yürüttüğü iletişim kampanyasının son tahlilde, seçimde, hiçbir işe yaramaması konu edilebilir.
Dördüncü ders için ülkemizdeki seçmen davranışlarını belirleyen halkın ‘ortak ruhi şekillenmesi’ içinde ekonomi gibi ‘sert konuların’ (hard issues) iletişim değerinin, millî bağımsızlık ve bölünmez bütünlük gibi ‘yumuşak konular’ (soft issues) karşısında tahmin edildiği kadar yüksek olmamasının nedenleri üzerinde durulabilir…
Beşinci ders ise siyasi iletişimin üç temel unsur üzerine inşa edilebileceğinin bir kez daha kanıtlanmış olmasıdır. Büyük lider, büyük teşkilat, büyük fikir… Buna karşı beyaz gömlek, mutfaktan sesleniş, masaya vurulan eller gibi Amerikanvari PR numaralarıyla ülkemiz kamu vicdanında büyük ‘davranış değişiklikleri’ elde etmek kolay olmamaktadır. Oysa CHP’nin siyasi iletişim kampanyasının AK Parti’ye göre çok daha derli toplu ve disiplinli olduğu bile söylenebilir.
Gelelim Z Kuşağı’na ilişkin altıncı derse… Her şeyden önce Z Kuşağı’nın eğilimleri konusunda doğru okumayı yapabilenler kazandı. Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın “Türkiye Eğilimleri” araştırmasına baksalar göreceklerdi ki; ülkemizdeki 18-24 yaş arası gençler hiç de Batı’daki gibi ‘sınırsız sorumsuz’, hiçbir şeye ‘takılmayan’, kafasını akıllı telefonundan kaldırmayan, sanal gerçeklik içine hapsolmuş, çevresinden, kendisinden, değerlerinden ve ülkesinden kopuk tipler değiller… Tersine, ülkemizdeki gençlerin -radikal unsurlar hariç tutulduğunda- kendilerini sadece milliyetçi (%23,1) ve muhafazakâr (%20,8) olarak tanımlayanlarının toplam oranı %43,9 imiş.
Yedinci ders ise sosyal medya ile ilgili… Açıkça ifade etmeliyiz ki; Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu, sosyal medyayı rakibine oranla çok daha yoğun şekilde kullanmayı başardı. Oysa pek çok araştırmadan biliyoruz ki, insanımız her ne kadar ‘en sık haber aldığı’ kaynak olarak sosyal medyayı gösterse bile aynı mecrayı ‘en az güvendikleri’ arasında sayıyor… ‘En çok güvendiği’ ise televizyon… Televizyonu da en yaygın ve etkin biçimde hangi adayın kullandığını söylemeye bile gerek yoktur herhâlde…
Dikkati en çok çeken sonuçlardan biri hiç şüphesiz, CHP’nin listesinden aday gösterilerek TBMM’ye giren Millet İttifakı’nın dört partisinden 37 milletvekilinin durumu…
CHP çatısı altında ne kadar oy aldığı bilinmemekle birlikte bazı siyasilerin iddiasına göre bu dört partinin oy oranlarının toplamı yüzde 1-2’yi geçmiyordu… Oysa şimdi, Meclis’te bunun 6 katıyla, yüzde 6,1 oranıyla temsil edilme şansı elde ettiler. CHP toplam vekil sayısı arasındaki oranları ise yüzde 22 civarında…
Bu bir siyasi iletişim değil, ‘ilişki yönetimi’ başarısıdır. Seçime tek başlarına, kendi listelerinden girseler büyük olasılıkla ‘0’ çekecek olan söz konusu partiler, durduk yerde hem 37 milletvekili kazandılar hem Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı gibi itibarlı bir pozisyona namzet olabildiler hem de Bakanlık sözü aldılar… O nedenle bizce seçimin en büyük galibi, bu dört partidir…
Tartışılmasında yarar olacak ikinci konu, araştırma şirketlerinin itibarlarıdır… Açıkladıkları tahminler ile özellikle ilk tur sonuçları arasındaki uçurum sebebiyle onlar için tehlike çanları çalmaktadır…
Üstelik bu sadece mesleki bir hata, yanılma payı ya da beceriksizlik olarak da görülmemekte seçmenlerin algısının yönetilmesi için bir hamle olarak değerlendirilmektedir. Yani, araştırma şirketlerine duyulan güven oranında itibarları da hızla çökmektedir.
İşte şimdi bir araya gelmelerinin, çatı örgütleri vasıtasıyla sektörel ‘itibar yönetimi’ için bir strateji ve uygulama planı hazırlayarak aksiyona geçmelerinin tam vaktidir. Daha erken olamadıysa bile daha geç kalmadan…
Benzer bir itibar yönetimi çalışması, nihayetinde sıfır sapmayla sonuçları verme başarısı gösteren, fakat buna rağmen muhalefet tarafından en agresif saldırıların hedefi hâline gelen Anadolu Ajansı’na da tavsiye edilir… Bu kadar aşağılanmayı kesinlikle hak etmedikleri gibi sadece sonuçları bir hayli geç açıklayabilen Yüksek Seçim Kurulu ve CHP’nin sahiplendiği ANKA Haber Ajansı’na sahayı bırakması hâlinde görevini yerine getirememiş olacaktı.
Çıkarılacak üçüncü ders için “Asrın felaketi”ni yaşayan deprem bölgesinde muhalefetin bütün sorumluluğu iktidarın üstüne atarak yürüttüğü iletişim kampanyasının son tahlilde, seçimde, hiçbir işe yaramaması konu edilebilir.
Dördüncü ders için ülkemizdeki seçmen davranışlarını belirleyen halkın ‘ortak ruhi şekillenmesi’ içinde ekonomi gibi ‘sert konuların’ (hard issues) iletişim değerinin, millî bağımsızlık ve bölünmez bütünlük gibi ‘yumuşak konular’ (soft issues) karşısında tahmin edildiği kadar yüksek olmamasının nedenleri üzerinde durulabilir…
Beşinci ders ise siyasi iletişimin üç temel unsur üzerine inşa edilebileceğinin bir kez daha kanıtlanmış olmasıdır. Büyük lider, büyük teşkilat, büyük fikir… Buna karşı beyaz gömlek, mutfaktan sesleniş, masaya vurulan eller gibi Amerikanvari PR numaralarıyla ülkemiz kamu vicdanında büyük ‘davranış değişiklikleri’ elde etmek kolay olmamaktadır. Oysa CHP’nin siyasi iletişim kampanyasının AK Parti’ye göre çok daha derli toplu ve disiplinli olduğu bile söylenebilir.
Gelelim Z Kuşağı’na ilişkin altıncı derse… Her şeyden önce Z Kuşağı’nın eğilimleri konusunda doğru okumayı yapabilenler kazandı. Prof. Dr. Mustafa Aydın’ın “Türkiye Eğilimleri” araştırmasına baksalar göreceklerdi ki; ülkemizdeki 18-24 yaş arası gençler hiç de Batı’daki gibi ‘sınırsız sorumsuz’, hiçbir şeye ‘takılmayan’, kafasını akıllı telefonundan kaldırmayan, sanal gerçeklik içine hapsolmuş, çevresinden, kendisinden, değerlerinden ve ülkesinden kopuk tipler değiller… Tersine, ülkemizdeki gençlerin -radikal unsurlar hariç tutulduğunda- kendilerini sadece milliyetçi (%23,1) ve muhafazakâr (%20,8) olarak tanımlayanlarının toplam oranı %43,9 imiş.
Yedinci ders ise sosyal medya ile ilgili… Açıkça ifade etmeliyiz ki; Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu, sosyal medyayı rakibine oranla çok daha yoğun şekilde kullanmayı başardı. Oysa pek çok araştırmadan biliyoruz ki, insanımız her ne kadar ‘en sık haber aldığı’ kaynak olarak sosyal medyayı gösterse bile aynı mecrayı ‘en az güvendikleri’ arasında sayıyor… ‘En çok güvendiği’ ise televizyon… Televizyonu da en yaygın ve etkin biçimde hangi adayın kullandığını söylemeye bile gerek yoktur herhâlde…