Annem bizi bakışlarıyla yönetirdi...
07 EKİM 2006
Şu fırça konusu ilginçtir. Azı karar, fazlası zarar, çok fazlası ise etkisizdir, diye bilinir... Bu etkisizlik haline, mafya dizisi literatüründeki ‘mermi manyağı’ tanımından yola çıkarak ‘fırça manyağı’ olma hali de denebilir. İlişki ve iletişim yönetiminde karşılığını “Power Polution”da (güç kirlenmesi) bulur. Hani kulak belli bir desibel aralığındaki sesleri duyar; o sınırın üstündeki sesleri asla duymaz ya. Onun gibi bir şey... Çocuğuna ayda yılda bir çıkışan ebeveyn belki bir sonuç alabilir. Ama her gün bağırıp çağırırsan ne olur?..
Annem Leman Sadullah hanım bizi gözünün ucuyla yönetirdi. Kırk yılda bir öyle bir bakardı ki, kaçacak delik arardık... Şimdi düşünün: Annem bize günde beş-on defa öyle baksaydı ne olurdu? O jestin herhangi bir ağırlığı kalır mıydı?
Bir de annem evde misafir varken bize kesinlikle çıkışmaz; ya da aşırı sevgi gösterisinde bulunmazdı. Misafir, eş dost yanında çocuğu azarlamak, hırpalamak, fırçalamak da sevmek de ayıp kaçardı bizim yetiştiğimiz çevrelerde...
Bu nedenle de Sayın Cumhurbaşkanımızın, Devlet Bakanı ve Baş Müzakereci Ali Babacan’ı milyonların ve de konuğumuz Şansölye Angela Merkel’in gözü önünde haşlamasını yadırgadım. Sanki Sayın Cumhurbaşkanımızın AK Parti üst yönetimini terslemesinin de etkisi giderek azalıyor... Güç kirlenmesi mi baş gösteriyor yoksa? Anayasa fırlatma işi tozu dumana katmış, ülkeyi sallamıştı. Baksanıza dünkü fırça, unutuldu unutulacak...
Haşlama olayı bir yanılgı olabilir tabii ki... Medya yanlış okumuştur; gördüğümüz sahneyi yanlış yorumluyoruzdur... O zaman ya Sayın Cumhurbaşkanımızın ya da Babacan’ın kalkıp “Yok öyle bir şey; biz havadan sudan öylesine muhabbet ediyorduk!” gibilerinden bir açıklama ile hepimizi müphemiyetten kurtarmaları gerekirdi... Oysa bence mevcut algılama şöyle: Hükümet yine bir densizlik yaptı. (Başbakan’ın köşkteki ziyarete katılmaması; iftar yüzünden ziyaretin kısa kesilmesi vb.) Cumhurbaşkanı da ağızlarının payını verdi... İlgili çevreler böyle bir algılama kalsın istiyorlarsa mesele yok. Yoksa, mutlaka nazikçe yapılacak bir açıklama şart...
Ellerine sağlık Salim!
Perşembe akşamı sevgili dostum Salim Kadıbeşegil’in yeni kitabının Ceylan Intercontinental’deki tanıtım kokteyline giderken neyle karşılaşacağımı biliyordum. 1. Kimlerin orada olacağını kestirmek zor değildi; 2. Yayınevinin nasıl bir davet tasarımı yaptığını tahmin etmek en kolayıydı 3. Ve nihayet İtibar Yönetimi adlı kitabın biçim içeriği hakkında fikir yürütmek için alim olmak gerekmiyordu. Salim’i onca yıldır tanımak yetiyordu...
Kitabı dünden beri okuyorum. Henüz bitirmedim. Ama bu işlerden biraz anlıyorsam, bu sektörde önemli bir boşluğu dolduracak çok başarılı bir emek ürünü olduğu konusunda hiç bir tereddüdüm yok. İletişime kafa yoran herkesin edinmesi gereken bir baş ucu kitabı yazmış Salim. Ellerine sağlık. Şimdilik sadece bir ön duyuru... Sindirerek okuduktan sonra daha ayrıntılı görüş bildiririz. Bu arada Salim’in de eserinin de o tanıtım toplantısından çok daha fazlasını hak ettiğini düşünüyorum. İşin en güzel yanı pek çok eski çalışma arkadaşımız ve dostla buluşma fırsatını bulmamızdı. “Dost ne kahve ister ne kahvehane, dost sohbet ister kahve bahane” deyip yayınevinin sunumda yaya kalmasını affedip geçtik...
Frekans ve mürekkep payı artırılmalı
Ürün göstermeden ürün reklamı yapmak zor ve riskli iştir. Ama tuttu mu da, hepsinden daha etkilidir. İlk BMW’de görmüştüm. Kamera, metal rengine boyanmış çıplak bir kadının vücudunda dolaşan minik bir cıva topunu izliyordu...
Daha sonraları Audi’nin “Audi’de asla bulamayacağınız aksesuarlar!” kampanyası vardı... Son aylarda da Hyundai’ın bir kampanyasına rastlıyordum. Nefis özgür doğa resimleri... Kaçış özlemi uyandıran manzaralar... Metin de ‘Cuk!’ oturuyordu: Git ve yaşa... (Git ve keyfini çıkar... Git ve kendini dinle... Git ve keşfet...) Gönlünün çektiği yere git... Tutkularının peşinden git... Hayata Hyundai’nle git... Keyifle git...
Dergilere çift sayfa olarak hazırlanmış reklamların arasında hanım bacakları, göğüsler, deniz ortasında ada ve yelkenli beni çok etkiledi... Tabii bu reklamlara paralel olarak radyo için hazırlanan spotlar. Metin Altıok, Turgut Uyar ve Ataol Behramoğlu’nun gitmek üzerine şiirleri... Çok buluşçu bir iş... Kadı kızının kusuru var mı? Var... Her ne kadar hedefine ulaştığı söylense de, kampanyanın daha da yaygınlaşması gerekmez miydi?.. Bu kadar iyi bir iletişim çözümlemesi yakalamışsınız. Dünya stratejisine uygun ama sapına kadar yerli, bizden... Şunun frekansını ve mürekkep payını artırsanıza. Böyle fırsat kaç defa geçecek elinize?.. Bu sözlerim öncelikle Hyundai Assan’dan Nesrin G. Yılmaz ve Lowe Ajans’tan Feza Turunçoğlu hanımlara... Mükemmel bir dosya yollamışlar. Akıllarına sağlık...
Annem Leman Sadullah hanım bizi gözünün ucuyla yönetirdi. Kırk yılda bir öyle bir bakardı ki, kaçacak delik arardık... Şimdi düşünün: Annem bize günde beş-on defa öyle baksaydı ne olurdu? O jestin herhangi bir ağırlığı kalır mıydı?
Bir de annem evde misafir varken bize kesinlikle çıkışmaz; ya da aşırı sevgi gösterisinde bulunmazdı. Misafir, eş dost yanında çocuğu azarlamak, hırpalamak, fırçalamak da sevmek de ayıp kaçardı bizim yetiştiğimiz çevrelerde...
Bu nedenle de Sayın Cumhurbaşkanımızın, Devlet Bakanı ve Baş Müzakereci Ali Babacan’ı milyonların ve de konuğumuz Şansölye Angela Merkel’in gözü önünde haşlamasını yadırgadım. Sanki Sayın Cumhurbaşkanımızın AK Parti üst yönetimini terslemesinin de etkisi giderek azalıyor... Güç kirlenmesi mi baş gösteriyor yoksa? Anayasa fırlatma işi tozu dumana katmış, ülkeyi sallamıştı. Baksanıza dünkü fırça, unutuldu unutulacak...
Haşlama olayı bir yanılgı olabilir tabii ki... Medya yanlış okumuştur; gördüğümüz sahneyi yanlış yorumluyoruzdur... O zaman ya Sayın Cumhurbaşkanımızın ya da Babacan’ın kalkıp “Yok öyle bir şey; biz havadan sudan öylesine muhabbet ediyorduk!” gibilerinden bir açıklama ile hepimizi müphemiyetten kurtarmaları gerekirdi... Oysa bence mevcut algılama şöyle: Hükümet yine bir densizlik yaptı. (Başbakan’ın köşkteki ziyarete katılmaması; iftar yüzünden ziyaretin kısa kesilmesi vb.) Cumhurbaşkanı da ağızlarının payını verdi... İlgili çevreler böyle bir algılama kalsın istiyorlarsa mesele yok. Yoksa, mutlaka nazikçe yapılacak bir açıklama şart...
Ellerine sağlık Salim!
Perşembe akşamı sevgili dostum Salim Kadıbeşegil’in yeni kitabının Ceylan Intercontinental’deki tanıtım kokteyline giderken neyle karşılaşacağımı biliyordum. 1. Kimlerin orada olacağını kestirmek zor değildi; 2. Yayınevinin nasıl bir davet tasarımı yaptığını tahmin etmek en kolayıydı 3. Ve nihayet İtibar Yönetimi adlı kitabın biçim içeriği hakkında fikir yürütmek için alim olmak gerekmiyordu. Salim’i onca yıldır tanımak yetiyordu...
Kitabı dünden beri okuyorum. Henüz bitirmedim. Ama bu işlerden biraz anlıyorsam, bu sektörde önemli bir boşluğu dolduracak çok başarılı bir emek ürünü olduğu konusunda hiç bir tereddüdüm yok. İletişime kafa yoran herkesin edinmesi gereken bir baş ucu kitabı yazmış Salim. Ellerine sağlık. Şimdilik sadece bir ön duyuru... Sindirerek okuduktan sonra daha ayrıntılı görüş bildiririz. Bu arada Salim’in de eserinin de o tanıtım toplantısından çok daha fazlasını hak ettiğini düşünüyorum. İşin en güzel yanı pek çok eski çalışma arkadaşımız ve dostla buluşma fırsatını bulmamızdı. “Dost ne kahve ister ne kahvehane, dost sohbet ister kahve bahane” deyip yayınevinin sunumda yaya kalmasını affedip geçtik...
Frekans ve mürekkep payı artırılmalı
Ürün göstermeden ürün reklamı yapmak zor ve riskli iştir. Ama tuttu mu da, hepsinden daha etkilidir. İlk BMW’de görmüştüm. Kamera, metal rengine boyanmış çıplak bir kadının vücudunda dolaşan minik bir cıva topunu izliyordu...
Daha sonraları Audi’nin “Audi’de asla bulamayacağınız aksesuarlar!” kampanyası vardı... Son aylarda da Hyundai’ın bir kampanyasına rastlıyordum. Nefis özgür doğa resimleri... Kaçış özlemi uyandıran manzaralar... Metin de ‘Cuk!’ oturuyordu: Git ve yaşa... (Git ve keyfini çıkar... Git ve kendini dinle... Git ve keşfet...) Gönlünün çektiği yere git... Tutkularının peşinden git... Hayata Hyundai’nle git... Keyifle git...
Dergilere çift sayfa olarak hazırlanmış reklamların arasında hanım bacakları, göğüsler, deniz ortasında ada ve yelkenli beni çok etkiledi... Tabii bu reklamlara paralel olarak radyo için hazırlanan spotlar. Metin Altıok, Turgut Uyar ve Ataol Behramoğlu’nun gitmek üzerine şiirleri... Çok buluşçu bir iş... Kadı kızının kusuru var mı? Var... Her ne kadar hedefine ulaştığı söylense de, kampanyanın daha da yaygınlaşması gerekmez miydi?.. Bu kadar iyi bir iletişim çözümlemesi yakalamışsınız. Dünya stratejisine uygun ama sapına kadar yerli, bizden... Şunun frekansını ve mürekkep payını artırsanıza. Böyle fırsat kaç defa geçecek elinize?.. Bu sözlerim öncelikle Hyundai Assan’dan Nesrin G. Yılmaz ve Lowe Ajans’tan Feza Turunçoğlu hanımlara... Mükemmel bir dosya yollamışlar. Akıllarına sağlık...