Antalya'ya geçmiş olsun...
28 Eylül 2009 Akşam Gazetesi
İstanbul'un ve 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası maçlarının oynanacağı diğer kentlerin tüm dünyada nasıl bir iletişim olanağı bulacaklarını söylemek için ne iletişimi bilmek gerekir, ne de kahin olmak. Başta ABD olmak üzere turnuvaya katılmaya hak kazanan tüm ülkelerde; sonra da maç yayınlarını izleyecek çeşitli ülkelerdeki milyarların evinin içinde, oturma ve yatak odalarında... Oralara girme fırsatı ne büyük şanstır...
Peki bu şans bir kent olarak nasıl tepilir?..
Akıl alır gibi değil... Böyle bir şans için her türlü maliyet, her türden bedel ödenmez mi?.. Bu şansı tepmek için nasıl bir dünya görüşüne, nasıl bir belediyecilik anlayışına sahip olmak lazımdır?..
Niye soruyoruz bu soruları?..
Çünkü FIBA Genel Sekreteri Patrick Baumann bile dün AKŞAM'da yer alan habere göre demiş ki: 'Dünya Basketbol Şampiyonası bizim en büyük ve en değerli organizasyonumuz. Adeta bizim elmasımız. Bu elmasın içinde, keşke Antalya da olsaydı. Bunu herkes çok istiyordu. Antalya'nın şampiyona takviminde yer almaması hepimizi üzdü. Bu şehirde çok iyi deneyimler yaşadık. Dünya Şampiyonası için gelecek olanlar da, Antalya'nın güzel sahillerini merak ediyordu...' vb.
Bilindiği üzere denetçi firma BG-Algoe'nin sunduğu raporlar doğrultusunda Antalya'daki salon inşaatının şampiyona için risk oluşturabileceği görülmüş, onun üzerine o grubunun maçlarının Kayseri'ye alınması kararlaştırılmıştı...
Yetkililere sordum, 'Nasıl oldu bu iş?' diye... Dediler ki, 'Yeni seçilen Antalya Belediye Başkanı herhalde olaya pek inanmıyordu; yoksa mutlaka tüm sorunların üstesinden gelirdi...'
İşte beceriksizliğin yeni zaferi. Ne lüzum var onca yatırıma? Üç tane maç için 15 bin kişilik kapalı spor salonunun inşasına ne gerek... O kadar borçlanacağız da ne olacak... Elini eteğini çekersin bu işlerden olur biter. Hem o salonun inşasından mutlaka birileri para yiyecekti, onu da engellemiş olursun. Hiçbir iş yapmazsan, zaten kimse de eleştirecek bir şeyler bulamaz...
Bu işlerin öyle olmadığının, büyük düşünmenin ne demek olduğunun ilk işaretini BEKO verdi. Cumartesi günü gazetelerdeki tam sayfa ilan her şeyi söylüyor. Benim, bize bu işin neden olamadığını hulus-i kalpla onlarca etken sayarak anlatacağından emin olduğum Antalya'nın CHP'li Belediye Başkanı'na samimi tavsiyem şu: Başkan, BEKO'nun grafik olarak da son derece çarpıcı olan ilanını çerçeveletip duvarına astırıp, altına da şu ünlü halk deyişini yazdırmalı: 'Ver yarini ellere vur kendini yerlere!..'
Mahsun'un desteksiz desteğe ihtiyacı yok...
Gerçekten de Mahsun Kırmızıgül'ün bu kadar abartılı, insanda 'sahicilik dışı' duygusunu uyandıran desteğe ihtiyacı yok... Ayrıca beklentinin bu kadar yüksek tutulması sonradan oluşabilecek 'çakılma duygusunun' şiddetini de alabildiğine artırabilir.
'Dünya bu filmi izleyecek', 'Oscar yıkılacak', 'Mahsun'un filmi fırtına gibi esecek', 'Oscar'da şansı çok yüksek'... Başlıklar yaklaşık böyle... Oysa satır aralarını bir okuyoruz ki, fıs!.. Kırmızıgül bir dağıtıcıyı tanıyormuş, o da ABD'de birilerini tanıyormuş, acayip kontakları ve lobby olanakları varmış; bu arada filmin üç ülkede vizyona girmesi için görüşmeler devam ediyormuş, mış, miş, muş...
Belli ki medya çalışması mükemmel yürütülüyor. Medya, sever böyle abartılmış, şişirilmiş işleri. Baksanıza 65 yaşındaki Silvie Vartan'ı nasıl lanse ediyorlar. Erkan Özerman dostluğu ciddi çalışıyor yine...
Tekrar söyleyelim. Mahsun aslanlar gibi bir film yapmış... Deteksiz desteğe hiç ihtiyacı yok. Beklentiyi abartılı bir şekilde yükseltmek bumerang gibidir; dönüp size aynı şiddetle çarpabilir. Mahsun bu çarpışmayı hak etmiyor...
Amaç doğru, araç yanlış...
Kamuoyuna duyurular, genellikle duyuruyu yapanın aleyhine çalışır. 'Bunların, medyanın sahip çıkmadığı bir derdi, kusuru var, onun için para ile konuşma yolunu tercih ediyorlar' duygusu yaratır...
Dişhekimeleri Birliği'nin son ilanı da, üyelerin çıkarlarını savunmayı, sektörel mesaj vermeyi hedeflemekten çok, hükümeti eleştirmeyi hizalayan, 'müşteki' bir yaklaşımı çağrıştırıyor. Oysa dedikleri son derece akılcı ve insan sağlığını ön plana çıkaran şeyler. Halk genelinin, okuduğunda bir çırpıda anlamasa da, kesinlikle çıkarını kollayan stratejiler... Hedef doğru ancak yöntem yanlış. Yazık olmuş. Sanki eleştirdikleri Bakan yine haklı çıkmış...
ÇarŞambaya: Kevin Costner'in açılım desteği ve popüler kültürün siyasi iletişimdeki kullanım alanı... Sezen Aksu ve Güç Kirlenmesi... Neden dinlenmesi şart?
İstanbul'un ve 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası maçlarının oynanacağı diğer kentlerin tüm dünyada nasıl bir iletişim olanağı bulacaklarını söylemek için ne iletişimi bilmek gerekir, ne de kahin olmak. Başta ABD olmak üzere turnuvaya katılmaya hak kazanan tüm ülkelerde; sonra da maç yayınlarını izleyecek çeşitli ülkelerdeki milyarların evinin içinde, oturma ve yatak odalarında... Oralara girme fırsatı ne büyük şanstır...
Peki bu şans bir kent olarak nasıl tepilir?..
Akıl alır gibi değil... Böyle bir şans için her türlü maliyet, her türden bedel ödenmez mi?.. Bu şansı tepmek için nasıl bir dünya görüşüne, nasıl bir belediyecilik anlayışına sahip olmak lazımdır?..
Niye soruyoruz bu soruları?..
Çünkü FIBA Genel Sekreteri Patrick Baumann bile dün AKŞAM'da yer alan habere göre demiş ki: 'Dünya Basketbol Şampiyonası bizim en büyük ve en değerli organizasyonumuz. Adeta bizim elmasımız. Bu elmasın içinde, keşke Antalya da olsaydı. Bunu herkes çok istiyordu. Antalya'nın şampiyona takviminde yer almaması hepimizi üzdü. Bu şehirde çok iyi deneyimler yaşadık. Dünya Şampiyonası için gelecek olanlar da, Antalya'nın güzel sahillerini merak ediyordu...' vb.
Bilindiği üzere denetçi firma BG-Algoe'nin sunduğu raporlar doğrultusunda Antalya'daki salon inşaatının şampiyona için risk oluşturabileceği görülmüş, onun üzerine o grubunun maçlarının Kayseri'ye alınması kararlaştırılmıştı...
Yetkililere sordum, 'Nasıl oldu bu iş?' diye... Dediler ki, 'Yeni seçilen Antalya Belediye Başkanı herhalde olaya pek inanmıyordu; yoksa mutlaka tüm sorunların üstesinden gelirdi...'
İşte beceriksizliğin yeni zaferi. Ne lüzum var onca yatırıma? Üç tane maç için 15 bin kişilik kapalı spor salonunun inşasına ne gerek... O kadar borçlanacağız da ne olacak... Elini eteğini çekersin bu işlerden olur biter. Hem o salonun inşasından mutlaka birileri para yiyecekti, onu da engellemiş olursun. Hiçbir iş yapmazsan, zaten kimse de eleştirecek bir şeyler bulamaz...
Bu işlerin öyle olmadığının, büyük düşünmenin ne demek olduğunun ilk işaretini BEKO verdi. Cumartesi günü gazetelerdeki tam sayfa ilan her şeyi söylüyor. Benim, bize bu işin neden olamadığını hulus-i kalpla onlarca etken sayarak anlatacağından emin olduğum Antalya'nın CHP'li Belediye Başkanı'na samimi tavsiyem şu: Başkan, BEKO'nun grafik olarak da son derece çarpıcı olan ilanını çerçeveletip duvarına astırıp, altına da şu ünlü halk deyişini yazdırmalı: 'Ver yarini ellere vur kendini yerlere!..'
Mahsun'un desteksiz desteğe ihtiyacı yok...
Gerçekten de Mahsun Kırmızıgül'ün bu kadar abartılı, insanda 'sahicilik dışı' duygusunu uyandıran desteğe ihtiyacı yok... Ayrıca beklentinin bu kadar yüksek tutulması sonradan oluşabilecek 'çakılma duygusunun' şiddetini de alabildiğine artırabilir.
'Dünya bu filmi izleyecek', 'Oscar yıkılacak', 'Mahsun'un filmi fırtına gibi esecek', 'Oscar'da şansı çok yüksek'... Başlıklar yaklaşık böyle... Oysa satır aralarını bir okuyoruz ki, fıs!.. Kırmızıgül bir dağıtıcıyı tanıyormuş, o da ABD'de birilerini tanıyormuş, acayip kontakları ve lobby olanakları varmış; bu arada filmin üç ülkede vizyona girmesi için görüşmeler devam ediyormuş, mış, miş, muş...
Belli ki medya çalışması mükemmel yürütülüyor. Medya, sever böyle abartılmış, şişirilmiş işleri. Baksanıza 65 yaşındaki Silvie Vartan'ı nasıl lanse ediyorlar. Erkan Özerman dostluğu ciddi çalışıyor yine...
Tekrar söyleyelim. Mahsun aslanlar gibi bir film yapmış... Deteksiz desteğe hiç ihtiyacı yok. Beklentiyi abartılı bir şekilde yükseltmek bumerang gibidir; dönüp size aynı şiddetle çarpabilir. Mahsun bu çarpışmayı hak etmiyor...
Amaç doğru, araç yanlış...
Kamuoyuna duyurular, genellikle duyuruyu yapanın aleyhine çalışır. 'Bunların, medyanın sahip çıkmadığı bir derdi, kusuru var, onun için para ile konuşma yolunu tercih ediyorlar' duygusu yaratır...
Dişhekimeleri Birliği'nin son ilanı da, üyelerin çıkarlarını savunmayı, sektörel mesaj vermeyi hedeflemekten çok, hükümeti eleştirmeyi hizalayan, 'müşteki' bir yaklaşımı çağrıştırıyor. Oysa dedikleri son derece akılcı ve insan sağlığını ön plana çıkaran şeyler. Halk genelinin, okuduğunda bir çırpıda anlamasa da, kesinlikle çıkarını kollayan stratejiler... Hedef doğru ancak yöntem yanlış. Yazık olmuş. Sanki eleştirdikleri Bakan yine haklı çıkmış...
ÇarŞambaya: Kevin Costner'in açılım desteği ve popüler kültürün siyasi iletişimdeki kullanım alanı... Sezen Aksu ve Güç Kirlenmesi... Neden dinlenmesi şart?