AROG bir 'Autheur' filmi değil...
07 Aralık 2008 Akşam Gazetesi
Filmi izledim. Önden bir 'izledim' demekte yarar var. İzlemeden filmler hakkında fikir serdetmek pek bir yaygın ya şu sıra... 'İzlemedim ama...' diye başlayan yazı az mı okuduk. Onun için biz notumuzu düşelim de, ne olur ne olmaz...
Bir ara futbol yazarları da tartışırlardı... 'Takımın antrenmanlarını izlemeden o takımın maçları hakkında kelam etmek caiz midir değil midir?..'
Sonra bazı şöhretli futbol köşe yazarlarının, yorumlarını maçı dahi izlemeden yazdıkları anlaşıldı da o tartışma bitti... Şimdilerde kimseler sormuyor köşe yazarlarına 'Yazdığınız takımın en son hangi antrenmanını izlemiştiniz?'..
Yazının girişindeki not o yüzden konmuştur...
Yaşlılıktan mıdır, ya da olgunluktan mı, bilemiyorum; ancak uzunca bir süredir Bertolt Brecht'in sinema ve tiyatro için biçtiği rolü daha bir ciddiye alır oldum sanki. Sinema ve tiyatronun birincil işlevinin eğlendirmek olduğunu iddia ederdi, rahmetli...
Her ne kadar tam olarak başardığı söylenemese de -bilmek ve yapmak iki ayrı şeydir- daima geniş kitlelerin keyifle eğlenerek izleyeceği işleri savunmuştur, Brecht... Bir sürü Brecht'çi 'arkaik solcu'nun önüme 'Dialektik auf dem Theater'i (Tiyatroda diyalektik) atmayı aklından geçirmesine hiç şaşmam. Ben de onların önüne yazarın Günceleri'ni koymaya hazırım...
Şimdi buradan bakıldığında Issız Adam da aslanlar gibi bir filmdir, AROG da, 19 Aralık'ta vizyona girecek olan Sıcak da... Bunlar bol ödül alan, ancak kimsenin izlemediği bunalım filmleri gibi 'doğru sinema' yapıtları değildirler belki... Ya da onlar kendilerini 'Türk asıllı' diye tanımlasalar da, bizim kendilerini Türk oğlu Türk diye lanse etmek için yırtındığımız ecnebi Türk yönetmenlerin filmleri gibi üzerine sabahlara kadar tartışılacak filmler de olmayabilirler (belki Sıcak bu anlamda biraz kopabilir ötekilerden)...
Fakat adam gibi çekilmiş, sürükleyici, eğlendirici filmlerdir...
Cem Yılmaz demiş ki, 'Bu filme dekoderle gelin. 3700 espri var. Bunları herkes kolay kolay anlayamaz'. Cem'in biraz 'kibirli' de olsa bu söylemine kesinlikle katılıyorum. Mizahın zekâ ile çılgınca dansını izledik iki saat boyunca. AROG bu noktada ağır bir şekilde İvedik'ten kopuyor mesela...
Ben yanıma dekoder almadım. Ancak eşim ve bizim Cuma akşamı sinema ekibi vardı yanımda. Anlayamadığım esprileri onlara sordum...
Genç iletişimci-etkinlik yönetimi uzmanı arkadaşımız Kıvanç Kulja'nın sinemaya girmeden önce yaptığı analiz ilginçti: 'Eskiden Cem Yılmaz'ı insanlar ya gösterilerinde izliyorlardı ya da en yaygınıyla sadece reklamlarda... Oysa gösterisinin DVD'si çıktı. TRT1'de birkaç kez gösterildi. Herkes o gösteri ortamının yoğun espri trafiğine alıştı. Oysa konulu bir film, doğası gereği o kadar espri odaklı olamaz. Bu yüzden bir miktar düş kırıklığı yaşanabilir.'
Bazı 'insafsızlar' Kıvanç'ın işaret ettiği toplumsal şımarıklığın zirvesinden bakabilirler Cem Yılmaz filmlerine. Onlar da 'Autheur sineması' beklentili ecnebi aydınlarımız gibi AROG'dan hoşlanmayabilirler.
Ancak biz çok sevdik. Ellerine, yüreğine, aklına sağlık Cem'in. Tabii eş yönetmen Taner Baltacı ve tüm emeği geçenleri de kutluyorum. Eğlenceli bir film çıkmış ortaya. Müziklere de bayıldım. CD mutlaka yayınlanmalı. Hem de Issız Adam'ın yaptığı gibi AROG tsunamisi geçmeden çıkmalı piyasaya...
Bu arada küçük bir sınav sorusu da bizim ecnebi aydınlara (Habertürk'deki partnerim Özlem Gürses'in kulakları çınlasın): 'Ne oldu da Türk seyircisi yeniden Türk filmlerine rağbet etmeye başladı?...' Hadi, bir de tüyo verelim: Kırılma noktası Eşkıya'dır...
Ajans seçiminde örnek çalışma
REKLAM ve/veya iletişim ajansı seçiminde, örnek alınabilecek bir süreci tamamlayan Türk Telekom ve TTNET, yeni çalışacakları ajansları belirlemişler.
Süreç şöyle çalışmış: Önce Reklamcılar Derneği'nin desteği ile hangi kriterlere göre ajansları davet edeceklerini tespit etmişler.
Sektör alışkanlıkları düşünüldüğünde hayli geniş sayılabilecek, 15 kişilik bir jüri oluşturmuşlar. 17 değerlendirme kriteri belirlemişler. Bu kriterleri 12 katılımcı ajansa da bildirmişler. Ajansların kendilerini ve genel iş yapış biçim ve kültürlerini takdim ettikten sonra finale (kısa listeye) kalan 5 ajanstan (ALICE/BBDO, LOWE, Medina Turgul DDB, Publicis Yorum, TBWAİSTANBUL) bu kez iletişim konusunda çözüm önerileriyle gelmelerini istemişler. Ancak hepsine de 10.000 YTL'lik destek ödemeleri yapmışlar.
İkinci tur için de değerlendirme kıstasları netleştirilmiş ve ajanslara bildirilmiş. Son turda Türk Telekom tarafında Yorum Publicis, TTNET'te ise TBWAİstanbul ipi göğüslemeyi başarmışlar. Her iki kuruluşa da daha önce Ali Taran'ın ajansı ATCW hizmet veriyordu...
Peki, bu çok sık uygulanan bir yöntem midir?
Hayır!.. Bunun yerine ajanslara ilk turda çözüm önerileriyle gelmeleri söylenir. Fukaralar beyinlerini akıtırlar. Konsept, kampanya ve tüm inovatif çözüm önerilerini içeren çalışmaları yüklenir gelirler. Bu çalışmaları için herhangi bir ödeme yapılmaz. Değerlendirme kriterleri kendilerine söylenmez. İşin en vahimi ise kendilerinden ne beklendiğini onlara söyleyenlerle, sınav (!) günü değerlendirmeyi yapan kişiler genellikle farklı olurlar. Eğer birincilerle ikinciler arasında kültür, duygu ve iş hedefi mutabakatı yoksa, ajanslar yandı demektir... Bu yüzden yapılan işlerin tamamının beğenilmediği pek çok konkura tanık olmuşumdur...
Peki reklam ajansları o tür konkurlara neden katılırlar?
Bunu da o ajanslara soracaksınız...
Filmi izledim. Önden bir 'izledim' demekte yarar var. İzlemeden filmler hakkında fikir serdetmek pek bir yaygın ya şu sıra... 'İzlemedim ama...' diye başlayan yazı az mı okuduk. Onun için biz notumuzu düşelim de, ne olur ne olmaz...
Bir ara futbol yazarları da tartışırlardı... 'Takımın antrenmanlarını izlemeden o takımın maçları hakkında kelam etmek caiz midir değil midir?..'
Sonra bazı şöhretli futbol köşe yazarlarının, yorumlarını maçı dahi izlemeden yazdıkları anlaşıldı da o tartışma bitti... Şimdilerde kimseler sormuyor köşe yazarlarına 'Yazdığınız takımın en son hangi antrenmanını izlemiştiniz?'..
Yazının girişindeki not o yüzden konmuştur...
Yaşlılıktan mıdır, ya da olgunluktan mı, bilemiyorum; ancak uzunca bir süredir Bertolt Brecht'in sinema ve tiyatro için biçtiği rolü daha bir ciddiye alır oldum sanki. Sinema ve tiyatronun birincil işlevinin eğlendirmek olduğunu iddia ederdi, rahmetli...
Her ne kadar tam olarak başardığı söylenemese de -bilmek ve yapmak iki ayrı şeydir- daima geniş kitlelerin keyifle eğlenerek izleyeceği işleri savunmuştur, Brecht... Bir sürü Brecht'çi 'arkaik solcu'nun önüme 'Dialektik auf dem Theater'i (Tiyatroda diyalektik) atmayı aklından geçirmesine hiç şaşmam. Ben de onların önüne yazarın Günceleri'ni koymaya hazırım...
Şimdi buradan bakıldığında Issız Adam da aslanlar gibi bir filmdir, AROG da, 19 Aralık'ta vizyona girecek olan Sıcak da... Bunlar bol ödül alan, ancak kimsenin izlemediği bunalım filmleri gibi 'doğru sinema' yapıtları değildirler belki... Ya da onlar kendilerini 'Türk asıllı' diye tanımlasalar da, bizim kendilerini Türk oğlu Türk diye lanse etmek için yırtındığımız ecnebi Türk yönetmenlerin filmleri gibi üzerine sabahlara kadar tartışılacak filmler de olmayabilirler (belki Sıcak bu anlamda biraz kopabilir ötekilerden)...
Fakat adam gibi çekilmiş, sürükleyici, eğlendirici filmlerdir...
Cem Yılmaz demiş ki, 'Bu filme dekoderle gelin. 3700 espri var. Bunları herkes kolay kolay anlayamaz'. Cem'in biraz 'kibirli' de olsa bu söylemine kesinlikle katılıyorum. Mizahın zekâ ile çılgınca dansını izledik iki saat boyunca. AROG bu noktada ağır bir şekilde İvedik'ten kopuyor mesela...
Ben yanıma dekoder almadım. Ancak eşim ve bizim Cuma akşamı sinema ekibi vardı yanımda. Anlayamadığım esprileri onlara sordum...
Genç iletişimci-etkinlik yönetimi uzmanı arkadaşımız Kıvanç Kulja'nın sinemaya girmeden önce yaptığı analiz ilginçti: 'Eskiden Cem Yılmaz'ı insanlar ya gösterilerinde izliyorlardı ya da en yaygınıyla sadece reklamlarda... Oysa gösterisinin DVD'si çıktı. TRT1'de birkaç kez gösterildi. Herkes o gösteri ortamının yoğun espri trafiğine alıştı. Oysa konulu bir film, doğası gereği o kadar espri odaklı olamaz. Bu yüzden bir miktar düş kırıklığı yaşanabilir.'
Bazı 'insafsızlar' Kıvanç'ın işaret ettiği toplumsal şımarıklığın zirvesinden bakabilirler Cem Yılmaz filmlerine. Onlar da 'Autheur sineması' beklentili ecnebi aydınlarımız gibi AROG'dan hoşlanmayabilirler.
Ancak biz çok sevdik. Ellerine, yüreğine, aklına sağlık Cem'in. Tabii eş yönetmen Taner Baltacı ve tüm emeği geçenleri de kutluyorum. Eğlenceli bir film çıkmış ortaya. Müziklere de bayıldım. CD mutlaka yayınlanmalı. Hem de Issız Adam'ın yaptığı gibi AROG tsunamisi geçmeden çıkmalı piyasaya...
Bu arada küçük bir sınav sorusu da bizim ecnebi aydınlara (Habertürk'deki partnerim Özlem Gürses'in kulakları çınlasın): 'Ne oldu da Türk seyircisi yeniden Türk filmlerine rağbet etmeye başladı?...' Hadi, bir de tüyo verelim: Kırılma noktası Eşkıya'dır...
Ajans seçiminde örnek çalışma
REKLAM ve/veya iletişim ajansı seçiminde, örnek alınabilecek bir süreci tamamlayan Türk Telekom ve TTNET, yeni çalışacakları ajansları belirlemişler.
Süreç şöyle çalışmış: Önce Reklamcılar Derneği'nin desteği ile hangi kriterlere göre ajansları davet edeceklerini tespit etmişler.
Sektör alışkanlıkları düşünüldüğünde hayli geniş sayılabilecek, 15 kişilik bir jüri oluşturmuşlar. 17 değerlendirme kriteri belirlemişler. Bu kriterleri 12 katılımcı ajansa da bildirmişler. Ajansların kendilerini ve genel iş yapış biçim ve kültürlerini takdim ettikten sonra finale (kısa listeye) kalan 5 ajanstan (ALICE/BBDO, LOWE, Medina Turgul DDB, Publicis Yorum, TBWAİSTANBUL) bu kez iletişim konusunda çözüm önerileriyle gelmelerini istemişler. Ancak hepsine de 10.000 YTL'lik destek ödemeleri yapmışlar.
İkinci tur için de değerlendirme kıstasları netleştirilmiş ve ajanslara bildirilmiş. Son turda Türk Telekom tarafında Yorum Publicis, TTNET'te ise TBWAİstanbul ipi göğüslemeyi başarmışlar. Her iki kuruluşa da daha önce Ali Taran'ın ajansı ATCW hizmet veriyordu...
Peki, bu çok sık uygulanan bir yöntem midir?
Hayır!.. Bunun yerine ajanslara ilk turda çözüm önerileriyle gelmeleri söylenir. Fukaralar beyinlerini akıtırlar. Konsept, kampanya ve tüm inovatif çözüm önerilerini içeren çalışmaları yüklenir gelirler. Bu çalışmaları için herhangi bir ödeme yapılmaz. Değerlendirme kriterleri kendilerine söylenmez. İşin en vahimi ise kendilerinden ne beklendiğini onlara söyleyenlerle, sınav (!) günü değerlendirmeyi yapan kişiler genellikle farklı olurlar. Eğer birincilerle ikinciler arasında kültür, duygu ve iş hedefi mutabakatı yoksa, ajanslar yandı demektir... Bu yüzden yapılan işlerin tamamının beğenilmediği pek çok konkura tanık olmuşumdur...
Peki reklam ajansları o tür konkurlara neden katılırlar?
Bunu da o ajanslara soracaksınız...