Arp ile gong’un hikayesi...
12 AĞUSTOS 2011
Görüp de,“Bu kadar kalabalık bir orkestra ile karşılaşmamıştım” algısına kapılmayan pek yok… Sevgili Prof. Gülper Refiğ gibi, “Aliciğim, çok ilginç bir olay… Mutlaka izlemelisin” türünden tavsiyelerle beni yerimden oynatmaya çalışanların sayısı da az değildi…
Simon Bolivar Orkestrası, Venezüella’da 1975 yılında Jose Antonio Abreu’nun başlattığı ve 300’ü aşkın genci suçun, yoksulluğun içinden çekip almayı başaran bir eğitim sisteminden, El Sistema’dan yetişen müzisyenlerden oluşuyor.
Orkestrayla Haliç Kongre Merkezi’nin haşmetli salonunda karşılaşanlar Gustavo Dudamel yönetiminde nefis bir ziyafete tanık oldular…
Bu tanıklardan sevgili Ülkü Karaosmanoğlu, o kadar güzel bir “org ve gong hikâyesi” anlattı ki, burada anmadan geçmek yazık olur…
“Solda bir kocaman arp ve en arkada vurmalı çalgıların arasından yükselen heybetli bir gong, 200 kişilik muhteşem orkestranın görüntüsüne esrarengiz bir hoşluk katmış. Sadece Çaykovski eserlerinden oluşan konser boyunca arpçi hanımdan ve de gongçu beyfendiden ve elbette Dudamel’den gözümü ayıramadım.
İki saatlik konserin belki de en çok beş dakikasında devreye giren bu arp de gong da diğer anlarda sessiz sedasız öylece duruyordu. Bir an için şöyle düşündüm: ‘Bu arp ve gong olmasa ne eksilir? 200 yerine 198 kişi yine bu olağanüstü fırtınayı estiremez mi?’
Ama kazın ayağı öyle değildi... Dudamel akılalmaz büyüklükteki orkestrayı bir coşturuyor, pir coşturuyor ve sahnedeki tüm enstrümanlar türbülansa yakalanmış gibi bir o yana bir bu yana savruluyorlardı...
Ve tam bir kreşendoda, işte o cüsseli gong’a vurulan diyelim 10 adet darbe sonrasında ortalık birden kuş uçsa kanat sesi duyulacak kadar sessizleşiyordu. Ya da o türbülansı, çok az rol alan arpçi hanımefendinin yumuşacık, dantel örüyor gibi usulca dokunuşlarıyla atlatıyordunuz. İşte o zaman “Gongsuz olmaz!” ya da “Arpsiz hiç olmaz!” diyordunuz... Bu koca aletlerin Venezüella’dan buralara okyanus aşarak getirilmesindeki, bunca masraf edilmesindeki neden apaçık ortadaydı.”
***
Ülkü’ye bir zamanlar “Kıymetli evrakım” arasından eksik etmediğim, 1995 yılında vefat eden efsanevi piyanist Arturo Benedetti Michelangeli hakkında merhum Mordo Dinar’ın yazdığı bir yazıyı armağan ettiğimi hatırlattım. Kendi piyanosundan başkasında çalmayı reddeden, konserlerine beraberinde akortçusu ve ille de akortçunun da karısını mutlaka götüren ve en küçük bir sorun gördüğünde 10 konserden sekizini ‘izleyiciye saygı’ gerekçesiyle son anda iptal eden, Kanadalı ünlü piyanist Glenn Gould’un “bu neslin en büyüğü” olarak olarak tanımladığı Michelangeli... Milano Vergi Dairesi’nin ona kestiği cezayı protesto ederek ödemediği için piyanosu haczedildiğinde anında İtalya’yı terkeden ve Maliye Bakanı’nın kendisinden özür dilemesine rağmen İtalya’ya dönmeyen bir piyanistti o. Vatikan’daki konserine giderken de İtalya’dan geçmemek için kendisini ve piyanosunu helikopterle taşıtan piyanist...
Arp ve gong’un ustalarına saygılarımızla...
Müthiş cep buluşu nihayet geldi…
Cep telefonlarının kulaklarının kablolarıyla boğuşmaktan bitap düşüyordum…
O kablolar cebimde dolanıp kördüğüm olmuyor muydu; tutmayın beni… Nasıl söylendiğimi bir ben bilirim bir de Allah…Bir arkadaşım, halime acıyıp beni anladığını göstermek için, ABD’de yazılmış bir doktora tezini bulup bana yollamıştı… Bu tür durumlarda kablolar, ipler birbirlerine hangi ‘kanuniyetle’(!) dolanıyormuş, adamın biri bunu araştırıp tez yazmış…
Bizim ortaklardan iletişim danışmanı arkadaşımız Aslı İşliel Hanım geçenlerde bir aletle çıkageldi. Bluetooth ile cep telefonuna bağlanıyor. Kulaklık ise, kulakla alakası olmayan bu yüzden de radyasyon falan nispeten daha az yayan o minicik aletten çekilerek çıkarılıyor ve kulağa takılıyor. Konuşma bittikten sonra, bir düğmeye basıyorsunuz, kablo hoop diye o küçücük aletin içine bir makara sistemi ile sarılıveriyor. Tek kelime ile mükemmel. Markası YUBZ Retrek…Deneyin, siz de icat edenin yedi ceddine dua edin…
Simon Bolivar Orkestrası, Venezüella’da 1975 yılında Jose Antonio Abreu’nun başlattığı ve 300’ü aşkın genci suçun, yoksulluğun içinden çekip almayı başaran bir eğitim sisteminden, El Sistema’dan yetişen müzisyenlerden oluşuyor.
Orkestrayla Haliç Kongre Merkezi’nin haşmetli salonunda karşılaşanlar Gustavo Dudamel yönetiminde nefis bir ziyafete tanık oldular…
Bu tanıklardan sevgili Ülkü Karaosmanoğlu, o kadar güzel bir “org ve gong hikâyesi” anlattı ki, burada anmadan geçmek yazık olur…
“Solda bir kocaman arp ve en arkada vurmalı çalgıların arasından yükselen heybetli bir gong, 200 kişilik muhteşem orkestranın görüntüsüne esrarengiz bir hoşluk katmış. Sadece Çaykovski eserlerinden oluşan konser boyunca arpçi hanımdan ve de gongçu beyfendiden ve elbette Dudamel’den gözümü ayıramadım.
İki saatlik konserin belki de en çok beş dakikasında devreye giren bu arp de gong da diğer anlarda sessiz sedasız öylece duruyordu. Bir an için şöyle düşündüm: ‘Bu arp ve gong olmasa ne eksilir? 200 yerine 198 kişi yine bu olağanüstü fırtınayı estiremez mi?’
Ama kazın ayağı öyle değildi... Dudamel akılalmaz büyüklükteki orkestrayı bir coşturuyor, pir coşturuyor ve sahnedeki tüm enstrümanlar türbülansa yakalanmış gibi bir o yana bir bu yana savruluyorlardı...
Ve tam bir kreşendoda, işte o cüsseli gong’a vurulan diyelim 10 adet darbe sonrasında ortalık birden kuş uçsa kanat sesi duyulacak kadar sessizleşiyordu. Ya da o türbülansı, çok az rol alan arpçi hanımefendinin yumuşacık, dantel örüyor gibi usulca dokunuşlarıyla atlatıyordunuz. İşte o zaman “Gongsuz olmaz!” ya da “Arpsiz hiç olmaz!” diyordunuz... Bu koca aletlerin Venezüella’dan buralara okyanus aşarak getirilmesindeki, bunca masraf edilmesindeki neden apaçık ortadaydı.”
***
Ülkü’ye bir zamanlar “Kıymetli evrakım” arasından eksik etmediğim, 1995 yılında vefat eden efsanevi piyanist Arturo Benedetti Michelangeli hakkında merhum Mordo Dinar’ın yazdığı bir yazıyı armağan ettiğimi hatırlattım. Kendi piyanosundan başkasında çalmayı reddeden, konserlerine beraberinde akortçusu ve ille de akortçunun da karısını mutlaka götüren ve en küçük bir sorun gördüğünde 10 konserden sekizini ‘izleyiciye saygı’ gerekçesiyle son anda iptal eden, Kanadalı ünlü piyanist Glenn Gould’un “bu neslin en büyüğü” olarak olarak tanımladığı Michelangeli... Milano Vergi Dairesi’nin ona kestiği cezayı protesto ederek ödemediği için piyanosu haczedildiğinde anında İtalya’yı terkeden ve Maliye Bakanı’nın kendisinden özür dilemesine rağmen İtalya’ya dönmeyen bir piyanistti o. Vatikan’daki konserine giderken de İtalya’dan geçmemek için kendisini ve piyanosunu helikopterle taşıtan piyanist...
Arp ve gong’un ustalarına saygılarımızla...
Müthiş cep buluşu nihayet geldi…
Cep telefonlarının kulaklarının kablolarıyla boğuşmaktan bitap düşüyordum…
O kablolar cebimde dolanıp kördüğüm olmuyor muydu; tutmayın beni… Nasıl söylendiğimi bir ben bilirim bir de Allah…Bir arkadaşım, halime acıyıp beni anladığını göstermek için, ABD’de yazılmış bir doktora tezini bulup bana yollamıştı… Bu tür durumlarda kablolar, ipler birbirlerine hangi ‘kanuniyetle’(!) dolanıyormuş, adamın biri bunu araştırıp tez yazmış…
Bizim ortaklardan iletişim danışmanı arkadaşımız Aslı İşliel Hanım geçenlerde bir aletle çıkageldi. Bluetooth ile cep telefonuna bağlanıyor. Kulaklık ise, kulakla alakası olmayan bu yüzden de radyasyon falan nispeten daha az yayan o minicik aletten çekilerek çıkarılıyor ve kulağa takılıyor. Konuşma bittikten sonra, bir düğmeye basıyorsunuz, kablo hoop diye o küçücük aletin içine bir makara sistemi ile sarılıveriyor. Tek kelime ile mükemmel. Markası YUBZ Retrek…Deneyin, siz de icat edenin yedi ceddine dua edin…