Aslolan fikir midir uygulama başarısı mı?..
01 kasım 2015 Derin Ekonomi
Şöyle bir hesapladık. Tanışalı 43 yıl olmuş. Sevgili Dr. Dr. Pembe Candaner kardeşim, işi nedeniyle yılın belli bir kısmını geçirdiği ABD’den yeni dönmüş. Uğradı. Bir de kocaman hediye paketi vardı yanında. Bana getirmiş. Muhteşem, devasa bir fotoğraf. Çerçeveli. Karşımdaki duvarın neredeyse tamamını kapladı…
Federico Fellini’nin ‘A la nave va” filminden bir sahne… Denizin ortasında akıntının tersi istikametteki kayığın içinde küreklere asılmış bir adam. Ve de kayığın içinde, tonlarca ağırlığıyla neredeyse tamamını kapsayacak şekilde duran dev gibi bir gergedan…
Dedi ki: “Bu fotoğrafı görür görmez, hemen aklıma sen geldin. Seni bundan daha iyi anlatan bir resim olamaz herhalde!”…
Anlaşılan bizim hakikatimizle, gerçekliğimiz arasındaki farkı gören ender insanlardan biri olarak Pembe hanım, dünya görüş ve duruşumuzu da doğru okumuştu…
Bakın çevrenize şöyle bir; bu fotoğrafın tanımladığı ne kadar çok siyaset, bilim, sanat ve iş insanı vardır aslında… Hepsi de aynı kaderi paylaşırlar…
Bana sorarsanız, 1999 yılında ilk makalesini yayınladığım, 2005’de yayınlanan sonra da iki dile çevrilip 5 baskı yapan kitabımız Algılama Yönetimi’nde ayrıntılı olarak açıkladığımız, Türkiye’de patent hakkı adımıza tescilli “İnsanın alınıp satılan Meta (feodalitede) – tüketilen Kaynak (sanayi toplumunda) – sürekli yeniden üretilebilip geliştirilebilen Kıymet (bilgi toplumunda)” olduğu ve kuruluşun iç ‘hedef – strateji – politikalar’ının bu manada yeniden düzenlenmesi gerektiği yolundaki iddiamızı ilk kavrayanlardan biridir de Pembe Hanımdır. Tüm ‘Kaynak’çılar, sanki biraz da tehdit gibi görerek (akıntıya kürek çekiyor olsak da) bizi bir tür yok sayarken, o tüm konferans ve çalışmalarında bize atıf yaparak bu kavramı ve altını en derin bilgi ile doldurur. Hatta bizden de iyi doldurur… Sadece İK konusunda yılların tecrübesine (Adecco Türkiye Genel Müdürlüğü vs.) dayarak değil, o da bir tür Fellini’deki kürek çeken adama benzediği için anlamıştır bizi…
Haklarını teslim etmeden geçmeyelim; Sayın Murat Ülker ve alBaraka üst yönetimi de Kıymet kavramının önemini şimdilerde teslim eden ve uygulamaya çalışanlardandırlar…
Yukarıda -yanılmıyorsam ODTÜ ve UCI’de (California Üniversitesi) çift lisans yapmış olan- Pembe hanımın adının önüne –kendisi hiç kullanmasa da- Dr. Dr. yazmam bir tashih durumu değildir. (Bu arada 3. Doktoraya da başlamış) Özellikle gelişmiş ülkelerde çift doktora yapıldı mı mutlaka ikisi de unvan olarak kullanılır. Bunun tevazuuyla ilgisi yoktur. Organik Kimya hocam Prof. Dr. Signer rahmetli, “İnsanın adının içine giren ve kimsenin geri alamayacağı iki unvan vardır” demişti “Dr. ve Cardinal. Çünkü bu unvanlar atamayla alınmaz…”
Uzun süredir ABD’de yaptığı çalışma hayli ilgimi çekti. Girişimcilerin ‘fikirlerini’ değerlendirip destekleyen bir şirkette çalışıyormuş. Yaptığı iş ise, geliştirilmiş fikirlerin ‘iş planları’, yani nasıl hayata geçirilebilecekleri ve kârlılık sağlanabileceği konusunda destek veriyor; şirket de onun raporuna göre değerlendiriyormuş yeni ‘girişimci fikirleri’…
“Günde ABD’de 45 bin yeni ‘Girişimcilik Fikri’, inovatif yatırım düşüncesi üretiliyormuş… Tabii bunların ne kadarının çer çöp olduğunu tahmin etmek zor değil…” diyor Pembe Hanım ve ekliyor: “Günümüzde fikir hiç önemli değil… Hayata geçen ve kâr getiren fikir önemli”…
Ben bir keresinde büyük oğlum Engin’e sormuştum; “Bizde neden bu kadar az patent başvurusu, inovatif girişim çalışmaları var ve ‘ezber bozan’ (disruptive) fikir üremiyor?..” Müstehzi bir ifadeyle demişti ki: “Bizde müstakil evler ve özellikle de onların yanlarındaki garajlar yok baba!”
“Çok yanlış bir şey dememiş” diye tespit etti Pembe hanım; eğer teşvik ve regülasyonlar için bir metafor olarak kullanmışsa ‘garaj’ kavramını…
Katılmadığı halde, tam da 16-17 Ekim’de TİM’n Sapanca’da üst düzey 100 girişimci, yatırımcı ve devlet ricalinin katılımıyla düzenlediği arama toplantısında ortaya çıkan hususlardan birine işaret ediyordu.
“Bak” dedim “Biz de kendimizi şu ‘darbımesel’dekine (!) benzer örneklerle avutuyoruz”. Ona, Gıda Perakendecileri Derneği 2. Ortak Gelişim Kongresi’ndeki moderasyon görevime başlamadan anlattığım fıkrayı naklettim:
“Uluslararası bir İK zirvesinde kahve molası verilmiş. Rastlantı bu ya; erkekler tuvaletinde üç değişik ülkeden üç uzman yan yana gelmişler. İşlerini bitirdikten sonra Alman ellerini uzun uzun, birkaç yıkadıktan sonra parmaklarını tek tek ve yine uzun uzun kurulamış ve demiş ki, ‘Bizde aslolan derinlik ve titizliktir!’… Amerikalı uzman ise ellerlini hızla yıkamış ve hemen kurulayıp işini bitirivermiş ve Almanı bekledikten sonra demiş ki: ‘Bizde aslolan doğru işi hızlı yapmaktır!’. Bizim Türk uzman ise ellerini hiç yıkamamış ve Almanla ABD’liyi bekleyip demiş ki: ‘Bizde elimize işememeyi öğretirler!’…”
Federico Fellini’nin ‘A la nave va” filminden bir sahne… Denizin ortasında akıntının tersi istikametteki kayığın içinde küreklere asılmış bir adam. Ve de kayığın içinde, tonlarca ağırlığıyla neredeyse tamamını kapsayacak şekilde duran dev gibi bir gergedan…
Dedi ki: “Bu fotoğrafı görür görmez, hemen aklıma sen geldin. Seni bundan daha iyi anlatan bir resim olamaz herhalde!”…
Anlaşılan bizim hakikatimizle, gerçekliğimiz arasındaki farkı gören ender insanlardan biri olarak Pembe hanım, dünya görüş ve duruşumuzu da doğru okumuştu…
Bakın çevrenize şöyle bir; bu fotoğrafın tanımladığı ne kadar çok siyaset, bilim, sanat ve iş insanı vardır aslında… Hepsi de aynı kaderi paylaşırlar…
Bana sorarsanız, 1999 yılında ilk makalesini yayınladığım, 2005’de yayınlanan sonra da iki dile çevrilip 5 baskı yapan kitabımız Algılama Yönetimi’nde ayrıntılı olarak açıkladığımız, Türkiye’de patent hakkı adımıza tescilli “İnsanın alınıp satılan Meta (feodalitede) – tüketilen Kaynak (sanayi toplumunda) – sürekli yeniden üretilebilip geliştirilebilen Kıymet (bilgi toplumunda)” olduğu ve kuruluşun iç ‘hedef – strateji – politikalar’ının bu manada yeniden düzenlenmesi gerektiği yolundaki iddiamızı ilk kavrayanlardan biridir de Pembe Hanımdır. Tüm ‘Kaynak’çılar, sanki biraz da tehdit gibi görerek (akıntıya kürek çekiyor olsak da) bizi bir tür yok sayarken, o tüm konferans ve çalışmalarında bize atıf yaparak bu kavramı ve altını en derin bilgi ile doldurur. Hatta bizden de iyi doldurur… Sadece İK konusunda yılların tecrübesine (Adecco Türkiye Genel Müdürlüğü vs.) dayarak değil, o da bir tür Fellini’deki kürek çeken adama benzediği için anlamıştır bizi…
Haklarını teslim etmeden geçmeyelim; Sayın Murat Ülker ve alBaraka üst yönetimi de Kıymet kavramının önemini şimdilerde teslim eden ve uygulamaya çalışanlardandırlar…
Yukarıda -yanılmıyorsam ODTÜ ve UCI’de (California Üniversitesi) çift lisans yapmış olan- Pembe hanımın adının önüne –kendisi hiç kullanmasa da- Dr. Dr. yazmam bir tashih durumu değildir. (Bu arada 3. Doktoraya da başlamış) Özellikle gelişmiş ülkelerde çift doktora yapıldı mı mutlaka ikisi de unvan olarak kullanılır. Bunun tevazuuyla ilgisi yoktur. Organik Kimya hocam Prof. Dr. Signer rahmetli, “İnsanın adının içine giren ve kimsenin geri alamayacağı iki unvan vardır” demişti “Dr. ve Cardinal. Çünkü bu unvanlar atamayla alınmaz…”
Uzun süredir ABD’de yaptığı çalışma hayli ilgimi çekti. Girişimcilerin ‘fikirlerini’ değerlendirip destekleyen bir şirkette çalışıyormuş. Yaptığı iş ise, geliştirilmiş fikirlerin ‘iş planları’, yani nasıl hayata geçirilebilecekleri ve kârlılık sağlanabileceği konusunda destek veriyor; şirket de onun raporuna göre değerlendiriyormuş yeni ‘girişimci fikirleri’…
“Günde ABD’de 45 bin yeni ‘Girişimcilik Fikri’, inovatif yatırım düşüncesi üretiliyormuş… Tabii bunların ne kadarının çer çöp olduğunu tahmin etmek zor değil…” diyor Pembe Hanım ve ekliyor: “Günümüzde fikir hiç önemli değil… Hayata geçen ve kâr getiren fikir önemli”…
Ben bir keresinde büyük oğlum Engin’e sormuştum; “Bizde neden bu kadar az patent başvurusu, inovatif girişim çalışmaları var ve ‘ezber bozan’ (disruptive) fikir üremiyor?..” Müstehzi bir ifadeyle demişti ki: “Bizde müstakil evler ve özellikle de onların yanlarındaki garajlar yok baba!”
“Çok yanlış bir şey dememiş” diye tespit etti Pembe hanım; eğer teşvik ve regülasyonlar için bir metafor olarak kullanmışsa ‘garaj’ kavramını…
Katılmadığı halde, tam da 16-17 Ekim’de TİM’n Sapanca’da üst düzey 100 girişimci, yatırımcı ve devlet ricalinin katılımıyla düzenlediği arama toplantısında ortaya çıkan hususlardan birine işaret ediyordu.
“Bak” dedim “Biz de kendimizi şu ‘darbımesel’dekine (!) benzer örneklerle avutuyoruz”. Ona, Gıda Perakendecileri Derneği 2. Ortak Gelişim Kongresi’ndeki moderasyon görevime başlamadan anlattığım fıkrayı naklettim:
“Uluslararası bir İK zirvesinde kahve molası verilmiş. Rastlantı bu ya; erkekler tuvaletinde üç değişik ülkeden üç uzman yan yana gelmişler. İşlerini bitirdikten sonra Alman ellerini uzun uzun, birkaç yıkadıktan sonra parmaklarını tek tek ve yine uzun uzun kurulamış ve demiş ki, ‘Bizde aslolan derinlik ve titizliktir!’… Amerikalı uzman ise ellerlini hızla yıkamış ve hemen kurulayıp işini bitirivermiş ve Almanı bekledikten sonra demiş ki: ‘Bizde aslolan doğru işi hızlı yapmaktır!’. Bizim Türk uzman ise ellerini hiç yıkamamış ve Almanla ABD’liyi bekleyip demiş ki: ‘Bizde elimize işememeyi öğretirler!’…”