Atılacak adım her ne ise, ‘kamu diplomasisi’ şart!
22 EKİM 2007
Herkesin bir çözüm önerisi var. İtidalin kaybedilmemesi, serinkanlılığın korunması gerektiği çoğunluk tarafından belirtilse de; uzun zamandır altı çizilen bir mücadele biçimi, yine gündemde: Gayri Nizami Harp… Silahlı Kuvvetler bu stratejinin hiç de yabancısı değil. Bilindiği kadarıyla 1993’den beri zaman zaman uygulanmış. Başarıya da ulaşmış.
Bunu savunanlar, “Düşman her türlü erdemsizliği, kuralsızlığı, nizami savaş dışı kalleşçe saldırıyı gerçekleştirecek; senden AB kurallarına, Kopenhag kriterlerine, insan haklarına ve nizami harbin yasalarına uyman beklenecek… Olmaz öyle şey” diyorlar.
İnsanın evine, ailesine yöneltilen saldırılarda da uzun bir süre böyle davranması bekleniyordu. Hırsız yatak odana girip seni öldürmeye teşebbüs etmedikçe, ruhsatlı da olsa silahını çekip kendini savunamıyordun. Yasalar bir miktar değişti. Yargıtay bu konuda son aldığı bir iki beraat kararı ile ‘meşru müdafaa’ya hak tanıdı. Şimdi eve saldırmadan önce hırsızlar en azından iki defa düşünecektir.
Hal böyleyken, uzmanlar yapılacak en yanlış şeyin kontrolsüz reaksiyon olduğunu söylüyorlar. Böyle davranmamızın kimlerin ekmeklerine yağ süreceği ortada…
Bu günlerde askeri müdahalenin yanı sıra iletişim alanında da yapılacak çok şey var: Durumu tüm ‘Sosyal Paydaşlar’a adam gibi anlatmak. Tabii önce de kendi vatandaşlarımıza. Buna iletişim dünyasında ‘kamu diplomasisi’ deniyor…
‘Eski (!) kolonyalist’, daha sonrasında da ‘Eski (!) emperyalist’ olarak adlandırılan ve bu yüzden gelişmiş oldukları ileri sürülen Avrupa ülkeleri ve özellikle ABD, ‘gayrı nizami harp stratejisini’ uzun yıllardır bal gibi uygularlar. Bir iki marjinal muhalif grup dışında kimsenin sesi fazla çıkmaz. Hollywood sineması ve TV bu konuda elinden geleni yapar… Amerikan filmlerini ve dizilerini bir hatırlasanıza… Kamu diplomasisi denen ‘stratejik iletişim’ yaklaşımını da, kavramını da onlar bulmuştur zaten. Kurtlar Vadisi Terör’ü yasaklarken biraz da o pencereden bakmakta yarar olabilirdi…
Hükümet ne karar alırsa alsın, konunun ‘kamu diplomasisi’ çerçevesinde iletişiminin de adam gibi yapılmasını sağlanması şart. Tabii, atacağımız adımların hem içeride hem de dışarıda gereken desteği görmesini istiyorsak…
Yerli cıngıl daha az risk taşır
Şu sıra dört reklam filminde ilginç müzikler var. Bunların etrafında da ilginç tartışmalar… Hem beğenenlere rastlıyorum, hem de eleştirenlere. Eti, İkidebir’de Joe Pesci’nin söylediği ‘Yo Cousin Vinny’; Card Finans reklamında Cabaret filminden Money… Turkcell’in halkın milli takımın arkasında olduğunu anlatıldığı ikinci filmde Yusuf İslam’ın (Cat Stevens) ‘My Lady D'arbanville’ adlı parçası… Ve nihayet Alpet’te Aurelio’nun söylediği İstiklal Marşı…
Peki, bunların içinde en etkilisi hangisi? Tabii ki İstiklal Marş’lı Aurelio’lu Alpet…
Bana yazan bazı okurlar ‘My Lady D'arbanville’in ölmüş bir kadının arkasından bestelendiğini, milli bir duygusallığın aktarıldığı ortamda yeri olmadığını söylüyorlar… İstiklal Marşı’nın ticari bir amaç için kullanılmasına karşı çıkanların sayısı hiç de az değil.
Benim çok şirin bulduğum, borç için oraya buraya başvurdukça küçülen adamın başrolü aldığı reklamda Cabaret filminde beyaz boyalı yüzüyle ‘Para, Para, Para’ diye dans eden Joel Grey ve Liza Minelli’yi keyifle hatırlıyoruz. Ancak Cabaret’nin banka ile ne alakası var, diyenlerin sayısı da az değil.
Yo Cousin Vinny de cuk oturmuş Eti’ye… Eğlenceli hoş bir parça… Türkçe sözler zaten bütün uygulamalarda sorunsuz…
İnsan yine de yerli cıngıl bulunamaz mıydı diye sormaktan kendini alamıyor. Biliyoruz ki, yerli iletişim araçları her zaman daha etkili oluyor… O nedenle yerli cıngıl ustalarıyla çalışmak her zaman riski azaltır. Ünlü parçalar genellikle siyasi partilerin ilgi alanına giriyor… Ürün iletişiminde biraz daha ‘cool takınılmasında’ yarar var…
Hukuken doğru olan iletişim açısından yanlış olabilir
Koray Aydın yüzlerce sene hapis talebiyle yargılandı. Sonra tüm suçlardan oy birliği ile beraat etti. CNR Fuarcılık’ın patronu Ceyda Erem de 104 yıl hapis istemiyle savcılık tarafından mahkemeye verilmiş. Savcının iddianamesi gazetelerde çarşaf çarşaf…
Hakkında savcılığa ulaşan isimsiz ihbar mektupları yüzünden soruşturma başlatıldığı, sorgulanmak üzere 4 gün ‘içerde’ tutulduğu günlerde ve sonrasında Ceyda Hanım’a “Suçsuzsan çık aslanlar gibi savun kendini” demiştim. O da her defasında “Nasılsa suçsuzluğum kanıtlanacak. Avukatlarım konuşmamın doğru olmadığını, aksi halde yürümekte olan bir soruşturmayı etkilemek suçundan cezalandırılabileceğimi, söylüyorlar” diye suskunluğa bürünmüştü…
Şu anda yapılan yayın ne peki? Kim kimi etkiliyor şu sıra? Sanıyor musunuz ki, birileri birilerini dava ediyor. Koray Aydın’ı haksız yere suçlayan savcı nerelerde sizce? Peki, çamurun tortusu kaldı mı Aydın’ın üstünde? Tabii ki kaldı? Peki, Erem’e ne olacak? Avukatlarını dinledi, iletişimcilerini değil. Sustu. Büyük olasılıkla beraat edecek. Peki kamuoyunda hangi algı kalacak?.. Olumlu mu, olumsuz mu? Kim bunun sorumlusu?..
Ceyda Erem’i ta Gelişim Yayınları yıllarından, 1980’lerden beri tanırım. Hem arkadaştık hem de azılı rakip… Gelişim – Karacan rekabeti… Ne zaman fikrimi sorsa, yardımına koşmak boynumun borcudur. Ancak bu kez beni dinlemedi. Sustu.
Suçsa suç. Ben konuşmasını ve kendisine haksızlık yapıldığına inanıyorsa bunu her aşamada dile getirmesini önerdim. Avukatları ise susmasını… İşte gazeteler. Savcı susmuyor ki… Konuşmasa da dosyaları ortalıkta. Ceyda Hanım hiç değilse şimdi konuşmaya başlamalı. Yapacağı şey çok açık: Varsa suçu, kabul edecek. Neredeyse ne kadarsa, kabul edecek. Gerekiyorsa özür dileyecek. Cezasını çekecek. Ancak suçsuzsa –ki öyle diyor- sus pus oturmayacak. Dünkü açıklaması şöyle: “İyi ki dava açıldı da suçsuzluğumu kanıtlayabileceğim artık!” Öyleydi de bugüne kadar neredeydin, demezler mi adama… Demezlermiş… Çünkü avukatlar hukuki açıdan konuşması yanlış olur, demişler. Ya iletişim açısından? Herkesin kulağına küpe: Hukuki açıdan doğru olan iletişim açısından yanlış olabilir.
Madem medya kendisine “Fuar Kraliçesi” lakabını uygun görmüş; o da bir kraliçeye yakışır yüreklilik ve kararlılıkla gerçeklerin üzerine yürümeli.
Bunu savunanlar, “Düşman her türlü erdemsizliği, kuralsızlığı, nizami savaş dışı kalleşçe saldırıyı gerçekleştirecek; senden AB kurallarına, Kopenhag kriterlerine, insan haklarına ve nizami harbin yasalarına uyman beklenecek… Olmaz öyle şey” diyorlar.
İnsanın evine, ailesine yöneltilen saldırılarda da uzun bir süre böyle davranması bekleniyordu. Hırsız yatak odana girip seni öldürmeye teşebbüs etmedikçe, ruhsatlı da olsa silahını çekip kendini savunamıyordun. Yasalar bir miktar değişti. Yargıtay bu konuda son aldığı bir iki beraat kararı ile ‘meşru müdafaa’ya hak tanıdı. Şimdi eve saldırmadan önce hırsızlar en azından iki defa düşünecektir.
Hal böyleyken, uzmanlar yapılacak en yanlış şeyin kontrolsüz reaksiyon olduğunu söylüyorlar. Böyle davranmamızın kimlerin ekmeklerine yağ süreceği ortada…
Bu günlerde askeri müdahalenin yanı sıra iletişim alanında da yapılacak çok şey var: Durumu tüm ‘Sosyal Paydaşlar’a adam gibi anlatmak. Tabii önce de kendi vatandaşlarımıza. Buna iletişim dünyasında ‘kamu diplomasisi’ deniyor…
‘Eski (!) kolonyalist’, daha sonrasında da ‘Eski (!) emperyalist’ olarak adlandırılan ve bu yüzden gelişmiş oldukları ileri sürülen Avrupa ülkeleri ve özellikle ABD, ‘gayrı nizami harp stratejisini’ uzun yıllardır bal gibi uygularlar. Bir iki marjinal muhalif grup dışında kimsenin sesi fazla çıkmaz. Hollywood sineması ve TV bu konuda elinden geleni yapar… Amerikan filmlerini ve dizilerini bir hatırlasanıza… Kamu diplomasisi denen ‘stratejik iletişim’ yaklaşımını da, kavramını da onlar bulmuştur zaten. Kurtlar Vadisi Terör’ü yasaklarken biraz da o pencereden bakmakta yarar olabilirdi…
Hükümet ne karar alırsa alsın, konunun ‘kamu diplomasisi’ çerçevesinde iletişiminin de adam gibi yapılmasını sağlanması şart. Tabii, atacağımız adımların hem içeride hem de dışarıda gereken desteği görmesini istiyorsak…
Yerli cıngıl daha az risk taşır
Şu sıra dört reklam filminde ilginç müzikler var. Bunların etrafında da ilginç tartışmalar… Hem beğenenlere rastlıyorum, hem de eleştirenlere. Eti, İkidebir’de Joe Pesci’nin söylediği ‘Yo Cousin Vinny’; Card Finans reklamında Cabaret filminden Money… Turkcell’in halkın milli takımın arkasında olduğunu anlatıldığı ikinci filmde Yusuf İslam’ın (Cat Stevens) ‘My Lady D'arbanville’ adlı parçası… Ve nihayet Alpet’te Aurelio’nun söylediği İstiklal Marşı…
Peki, bunların içinde en etkilisi hangisi? Tabii ki İstiklal Marş’lı Aurelio’lu Alpet…
Bana yazan bazı okurlar ‘My Lady D'arbanville’in ölmüş bir kadının arkasından bestelendiğini, milli bir duygusallığın aktarıldığı ortamda yeri olmadığını söylüyorlar… İstiklal Marşı’nın ticari bir amaç için kullanılmasına karşı çıkanların sayısı hiç de az değil.
Benim çok şirin bulduğum, borç için oraya buraya başvurdukça küçülen adamın başrolü aldığı reklamda Cabaret filminde beyaz boyalı yüzüyle ‘Para, Para, Para’ diye dans eden Joel Grey ve Liza Minelli’yi keyifle hatırlıyoruz. Ancak Cabaret’nin banka ile ne alakası var, diyenlerin sayısı da az değil.
Yo Cousin Vinny de cuk oturmuş Eti’ye… Eğlenceli hoş bir parça… Türkçe sözler zaten bütün uygulamalarda sorunsuz…
İnsan yine de yerli cıngıl bulunamaz mıydı diye sormaktan kendini alamıyor. Biliyoruz ki, yerli iletişim araçları her zaman daha etkili oluyor… O nedenle yerli cıngıl ustalarıyla çalışmak her zaman riski azaltır. Ünlü parçalar genellikle siyasi partilerin ilgi alanına giriyor… Ürün iletişiminde biraz daha ‘cool takınılmasında’ yarar var…
Hukuken doğru olan iletişim açısından yanlış olabilir
Koray Aydın yüzlerce sene hapis talebiyle yargılandı. Sonra tüm suçlardan oy birliği ile beraat etti. CNR Fuarcılık’ın patronu Ceyda Erem de 104 yıl hapis istemiyle savcılık tarafından mahkemeye verilmiş. Savcının iddianamesi gazetelerde çarşaf çarşaf…
Hakkında savcılığa ulaşan isimsiz ihbar mektupları yüzünden soruşturma başlatıldığı, sorgulanmak üzere 4 gün ‘içerde’ tutulduğu günlerde ve sonrasında Ceyda Hanım’a “Suçsuzsan çık aslanlar gibi savun kendini” demiştim. O da her defasında “Nasılsa suçsuzluğum kanıtlanacak. Avukatlarım konuşmamın doğru olmadığını, aksi halde yürümekte olan bir soruşturmayı etkilemek suçundan cezalandırılabileceğimi, söylüyorlar” diye suskunluğa bürünmüştü…
Şu anda yapılan yayın ne peki? Kim kimi etkiliyor şu sıra? Sanıyor musunuz ki, birileri birilerini dava ediyor. Koray Aydın’ı haksız yere suçlayan savcı nerelerde sizce? Peki, çamurun tortusu kaldı mı Aydın’ın üstünde? Tabii ki kaldı? Peki, Erem’e ne olacak? Avukatlarını dinledi, iletişimcilerini değil. Sustu. Büyük olasılıkla beraat edecek. Peki kamuoyunda hangi algı kalacak?.. Olumlu mu, olumsuz mu? Kim bunun sorumlusu?..
Ceyda Erem’i ta Gelişim Yayınları yıllarından, 1980’lerden beri tanırım. Hem arkadaştık hem de azılı rakip… Gelişim – Karacan rekabeti… Ne zaman fikrimi sorsa, yardımına koşmak boynumun borcudur. Ancak bu kez beni dinlemedi. Sustu.
Suçsa suç. Ben konuşmasını ve kendisine haksızlık yapıldığına inanıyorsa bunu her aşamada dile getirmesini önerdim. Avukatları ise susmasını… İşte gazeteler. Savcı susmuyor ki… Konuşmasa da dosyaları ortalıkta. Ceyda Hanım hiç değilse şimdi konuşmaya başlamalı. Yapacağı şey çok açık: Varsa suçu, kabul edecek. Neredeyse ne kadarsa, kabul edecek. Gerekiyorsa özür dileyecek. Cezasını çekecek. Ancak suçsuzsa –ki öyle diyor- sus pus oturmayacak. Dünkü açıklaması şöyle: “İyi ki dava açıldı da suçsuzluğumu kanıtlayabileceğim artık!” Öyleydi de bugüne kadar neredeydin, demezler mi adama… Demezlermiş… Çünkü avukatlar hukuki açıdan konuşması yanlış olur, demişler. Ya iletişim açısından? Herkesin kulağına küpe: Hukuki açıdan doğru olan iletişim açısından yanlış olabilir.
Madem medya kendisine “Fuar Kraliçesi” lakabını uygun görmüş; o da bir kraliçeye yakışır yüreklilik ve kararlılıkla gerçeklerin üzerine yürümeli.