Atlasjet iletişimini kötü yönetiyor
02 ARALIK 2007
Burak Kılıç imzasıyla yazmış, bir okurumuz. Atlasjet’in yürüttüğü kriz iletişimi ile hiç mutabık değil: “Ben olaydan sabah 9’da haberdar oldum. Hemen bilgi almak ve olay hakkında Atlasjet’in nasıl bir yönlendirme yapacağı konusunda kurumsal web sitelerine baktım. Ancak bu maili yazana değin sadece üst köşede bir siyah kurdele bulunuyordu. Bu maili yazdığım sırada, (Cuma 18:20) giriş sayfalarını değiştirdiler.
Bir üzüntü deklare etmişler. Ancak halen en etkili ve sorumlu olan taraftan olayla ilgili bilgi kurumsal olarak verilmiyor. Ben burada kurumsal iletişim açısından bir başarısızlık görüyorum. Hatırlayacaksınız bir yıl kadar önce Pegasus'un bir uçağı kaçırılmıştı; Ali Sabancı canlı yayınlarda olayın ilk anından itibaren tüm ülkeye rapor vermişti. Ölçekleri karşılaştırılamayacak iki kriz, aynı sektörde faaliyet gösteren firmalarca çok farklı yönetildi.”
Burak Kılıç’a hak vermemek zor.
Türkiye Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği Genel Sekreteri Musa Alioğlu demiş ki: “Kazanın etkisi çabuk atlatılır. Her şey birkaç günde normale döner!”...
Atlasjet’i öldürecek stratejinin cümlesi işte budur. “Geçer canım bunlar... Çabuk atlatılır. Unutulur gider”...
İletişimi fakülte birinci sınıf düzeyinde bilen, bu cümlenin intiharın yolunu açacağını, itibarı bir kere kaybedersen, bir daha zor yerine koyabileceğini de rahatlıkla söyleyebilir...
Bekir Kılıç gibi düşünenlerin sayısı artarsa Atlasjet, belki uçakların değil ama şirketin burnunu zor kaldırır...
Dünkü gazetelere bakın, göreceksiniz...
“Atlas'a cenaze bile vermediler. Atlasjet yetkilileri cesetleri almak için uçak göndereceğini açıkladı. Ancak yolcu yakınları ‘Biz canlarımızı verdik, yeniden can veremeyiz. Cenazelerimizi Atlasjet'e vermeyiz. THY uçağı olmadan Isparta'dan ayrılmayız dediler.”
“THY’nin uçak kırılmasını inceleyecek ekipleri göndermek üzere bakanlık emriyle kaldırdığı uçağa, kazada hayatını kaybedenlerin yakınları akın etti.”
Dün “Kriz iletişimi delege edilemez” diye yazmış, Atlasjet’in CEO’su Tuncay Doğaner’i uyarmıştık. Doğaner konuşmasını, “Bundan sonra açıklamaları devlet yapacak” diye noktalamıştı. CEO’nun yaptığı yazılı açıklamadaki ‘Atlasjet olarak yolcularımızın bütün sorumluluğu bize aittir’ taahhutu ise ümit vericiydi. Ancak saatler Atlasjet’in aleyhine çalışıyor ve Atlasjet iletişimini kötü yönetiyor...
Derhal aslanlar gibi ortalığa atılıp, kazada ölenlerin tüm yakınlarını kucaklamalı ve bunun usulü gereği iletişimini yapmalılar. İnsanların burunlarının hafif ticari kaygı kokusu aldıkları tam sayfa siyah beyaz ilanlarda “Yıllardır, on binlerce uçuşumuzda taşıdığımız milyonlarca yolcudan sonra dün büyük bir acıyla sarsıldık!” diye savunmaya geçmek hiçbir işe yaramayabilir. Korkarım her krizde olduğu gibi bazıları yine hukukçuları dinlemeyi tercih ediyor. Bir kez daha belirtelim: Hukuken haklı çıktığınız bir davayı kamu vicdanında kaybederseniz, ticari olarak bir daha belinizi doğrultamayabilirsiniz. Konu iletişimse, “Müşterilerimin güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim!” diyen Robert Bosch’un sözlerine kulak verin; muhasebecilerin ve avukatların değil. Onların dinlemeyin, demiyorum; onlara kulaklarınızı vermeyin, diyorum.
Tezi olmayan program
Uzun zamandır ilk kez eli yüzü düzgün reklamlarla ilgili bir program seyrettim: PackShot. Eleştiri falan yok. Sadece bilgilendirme. Sektör çok seviyordur bu programı tabii ki. Etliye sütlüye dokunmuyorlar. Çok keyifli bir şekilde reklam filmlerinin kamera arkasını anlatıyorlar. Dünyadan ve Türkiye’den ilginç örnekler veriyorlar.
Sektör hakkında olumsuz tek laf yok. Her şey mükemmel…
Her programın tezi olması gerekmez. Bilgi verip, eğlendirmesi de hoştur. PackShot da çok hoş bir program. Son izlediğimde Bosch’un (oğlanın kıza Bosch’lu evde evlenme teklif ettiği) reklam filmini ele almışlardı.
Programın içine bir ‘tez’, hem de antitezini yaratacak bir ‘tez’ konamaz mı? Tabii ki konur... Çok da iyi olur. Verin Ali Atıf Bir’e beş dakikalık bir köşe, bakın ne şirin oluyor…
Atatürk’ün Süveteri’ne yazık oluyor
İş Bankası’nın Atatürk’lü reklam filmi bu kadar popüler olduktan sonra, reklam filminin başrol oyuncularından biri olan o süveterin bir şekilde bir pazarlama aracı olarak kullanılacağını bekliyordum da; bu işin bu kadar demode ve yetersiz yönetilmesini beklemiyordum.
Çift Geyik Karaca firması tasarımcılarına hemen filmi izletmiş. Sonra Atatürk’ün o süveterle çekilmiş diğer fotoğraflarını göstermiş. Sonra da, hadi bakalım seri üretim. Kısıtlı sayıda üretilmiş ve 99 YTL’den piyasaya sürülmüş.
Aferin onlara! Ellerinde ne kadar süveter varsa satacaklardır. İletişim cahili 100 kişiye ‘Ne yapalım?’ diye sorsalar, 99’u kendilerine bu klasik yolu önerirdi. Oysa tarihe ‘Üç kuruşa tamah edip, ellerine geçmiş büyük bir itibar fırsatını teptiler!’ diye geçecekler.
Çift Geyik Karaca, süveteri tüm elde edeceği geliri Mehmetçik Vakfı’na bağışlayacak şekilde bir kampanya ile piyasaya sürebilirdi. Medya ile anlaşıp bu kampanyanın bütün tanıtımı ücretsiz yaptırabilirdi. Hiç kimse şüphe etmesin şimdi kazanacağından çok daha fazlasını kazanırdı. Çünkü defalarca bilimsel olarak kanıtlandığı gibi, itibar her zaman satış gelirlerinin katlanmasını sağlar...
Çift Geyik Karaca yöneticileri için belki hâlâ bir manevra alanı vardır... “Biz de zaten böyle düşünmüştük!” diye ortaya çıkmalarında hiçbir mahsur yoktur. Söz, “Ben dedim de öyle yaptılar” demeyeceğim; yeter ki doğru yolu görsünler; muhasebecilerine değil iletişimcilerine kulak versinler. Sonunda muhasebecileri de kazanır nasılsa...
Ret ve kabul birlikte olabilir, olmalı!
Bütün gazeteler yazdı. Garanti ve İş Bankaları yan yana geldiler, Zonguldak’taki dev bir enerji yatırımı için Eren Holding’e büyük miktar kredi verdiklerini ilan ettiler.
İşin ticari boyutu çok önemli. Tamam... İşin ulusal boyuta çok vurgulandı. O da önemli. Ona da tamam... Ancak işin vurgulanmayan bir yanı var: İki bankanın genel müdürünün birbirleriyle ilgili ettikleri sözler ve çok ciddi bir rekabet içinde olmalarına rağmen birlikte girdikleri, hem de birlikte risk alarak başlattıkları projeler...
Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu transformasyona (dönüşüme) bundan güzel örnek zor bulunur. Ret ve kabulün aynı anda, bir arada olabileceği; rekabet ve işbirliğinin birlikte yaşanabileceği; barış içinde bir arada var olmanın 21’inci yüzyılın dinamo stratejisi olduğunu keşke iş dünyasının önderleri kadar siyasi liderlerimiz de kavrayabilseler...
Bir üzüntü deklare etmişler. Ancak halen en etkili ve sorumlu olan taraftan olayla ilgili bilgi kurumsal olarak verilmiyor. Ben burada kurumsal iletişim açısından bir başarısızlık görüyorum. Hatırlayacaksınız bir yıl kadar önce Pegasus'un bir uçağı kaçırılmıştı; Ali Sabancı canlı yayınlarda olayın ilk anından itibaren tüm ülkeye rapor vermişti. Ölçekleri karşılaştırılamayacak iki kriz, aynı sektörde faaliyet gösteren firmalarca çok farklı yönetildi.”
Burak Kılıç’a hak vermemek zor.
Türkiye Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği Genel Sekreteri Musa Alioğlu demiş ki: “Kazanın etkisi çabuk atlatılır. Her şey birkaç günde normale döner!”...
Atlasjet’i öldürecek stratejinin cümlesi işte budur. “Geçer canım bunlar... Çabuk atlatılır. Unutulur gider”...
İletişimi fakülte birinci sınıf düzeyinde bilen, bu cümlenin intiharın yolunu açacağını, itibarı bir kere kaybedersen, bir daha zor yerine koyabileceğini de rahatlıkla söyleyebilir...
Bekir Kılıç gibi düşünenlerin sayısı artarsa Atlasjet, belki uçakların değil ama şirketin burnunu zor kaldırır...
Dünkü gazetelere bakın, göreceksiniz...
“Atlas'a cenaze bile vermediler. Atlasjet yetkilileri cesetleri almak için uçak göndereceğini açıkladı. Ancak yolcu yakınları ‘Biz canlarımızı verdik, yeniden can veremeyiz. Cenazelerimizi Atlasjet'e vermeyiz. THY uçağı olmadan Isparta'dan ayrılmayız dediler.”
“THY’nin uçak kırılmasını inceleyecek ekipleri göndermek üzere bakanlık emriyle kaldırdığı uçağa, kazada hayatını kaybedenlerin yakınları akın etti.”
Dün “Kriz iletişimi delege edilemez” diye yazmış, Atlasjet’in CEO’su Tuncay Doğaner’i uyarmıştık. Doğaner konuşmasını, “Bundan sonra açıklamaları devlet yapacak” diye noktalamıştı. CEO’nun yaptığı yazılı açıklamadaki ‘Atlasjet olarak yolcularımızın bütün sorumluluğu bize aittir’ taahhutu ise ümit vericiydi. Ancak saatler Atlasjet’in aleyhine çalışıyor ve Atlasjet iletişimini kötü yönetiyor...
Derhal aslanlar gibi ortalığa atılıp, kazada ölenlerin tüm yakınlarını kucaklamalı ve bunun usulü gereği iletişimini yapmalılar. İnsanların burunlarının hafif ticari kaygı kokusu aldıkları tam sayfa siyah beyaz ilanlarda “Yıllardır, on binlerce uçuşumuzda taşıdığımız milyonlarca yolcudan sonra dün büyük bir acıyla sarsıldık!” diye savunmaya geçmek hiçbir işe yaramayabilir. Korkarım her krizde olduğu gibi bazıları yine hukukçuları dinlemeyi tercih ediyor. Bir kez daha belirtelim: Hukuken haklı çıktığınız bir davayı kamu vicdanında kaybederseniz, ticari olarak bir daha belinizi doğrultamayabilirsiniz. Konu iletişimse, “Müşterilerimin güvenini kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim!” diyen Robert Bosch’un sözlerine kulak verin; muhasebecilerin ve avukatların değil. Onların dinlemeyin, demiyorum; onlara kulaklarınızı vermeyin, diyorum.
Tezi olmayan program
Uzun zamandır ilk kez eli yüzü düzgün reklamlarla ilgili bir program seyrettim: PackShot. Eleştiri falan yok. Sadece bilgilendirme. Sektör çok seviyordur bu programı tabii ki. Etliye sütlüye dokunmuyorlar. Çok keyifli bir şekilde reklam filmlerinin kamera arkasını anlatıyorlar. Dünyadan ve Türkiye’den ilginç örnekler veriyorlar.
Sektör hakkında olumsuz tek laf yok. Her şey mükemmel…
Her programın tezi olması gerekmez. Bilgi verip, eğlendirmesi de hoştur. PackShot da çok hoş bir program. Son izlediğimde Bosch’un (oğlanın kıza Bosch’lu evde evlenme teklif ettiği) reklam filmini ele almışlardı.
Programın içine bir ‘tez’, hem de antitezini yaratacak bir ‘tez’ konamaz mı? Tabii ki konur... Çok da iyi olur. Verin Ali Atıf Bir’e beş dakikalık bir köşe, bakın ne şirin oluyor…
Atatürk’ün Süveteri’ne yazık oluyor
İş Bankası’nın Atatürk’lü reklam filmi bu kadar popüler olduktan sonra, reklam filminin başrol oyuncularından biri olan o süveterin bir şekilde bir pazarlama aracı olarak kullanılacağını bekliyordum da; bu işin bu kadar demode ve yetersiz yönetilmesini beklemiyordum.
Çift Geyik Karaca firması tasarımcılarına hemen filmi izletmiş. Sonra Atatürk’ün o süveterle çekilmiş diğer fotoğraflarını göstermiş. Sonra da, hadi bakalım seri üretim. Kısıtlı sayıda üretilmiş ve 99 YTL’den piyasaya sürülmüş.
Aferin onlara! Ellerinde ne kadar süveter varsa satacaklardır. İletişim cahili 100 kişiye ‘Ne yapalım?’ diye sorsalar, 99’u kendilerine bu klasik yolu önerirdi. Oysa tarihe ‘Üç kuruşa tamah edip, ellerine geçmiş büyük bir itibar fırsatını teptiler!’ diye geçecekler.
Çift Geyik Karaca, süveteri tüm elde edeceği geliri Mehmetçik Vakfı’na bağışlayacak şekilde bir kampanya ile piyasaya sürebilirdi. Medya ile anlaşıp bu kampanyanın bütün tanıtımı ücretsiz yaptırabilirdi. Hiç kimse şüphe etmesin şimdi kazanacağından çok daha fazlasını kazanırdı. Çünkü defalarca bilimsel olarak kanıtlandığı gibi, itibar her zaman satış gelirlerinin katlanmasını sağlar...
Çift Geyik Karaca yöneticileri için belki hâlâ bir manevra alanı vardır... “Biz de zaten böyle düşünmüştük!” diye ortaya çıkmalarında hiçbir mahsur yoktur. Söz, “Ben dedim de öyle yaptılar” demeyeceğim; yeter ki doğru yolu görsünler; muhasebecilerine değil iletişimcilerine kulak versinler. Sonunda muhasebecileri de kazanır nasılsa...
Ret ve kabul birlikte olabilir, olmalı!
Bütün gazeteler yazdı. Garanti ve İş Bankaları yan yana geldiler, Zonguldak’taki dev bir enerji yatırımı için Eren Holding’e büyük miktar kredi verdiklerini ilan ettiler.
İşin ticari boyutu çok önemli. Tamam... İşin ulusal boyuta çok vurgulandı. O da önemli. Ona da tamam... Ancak işin vurgulanmayan bir yanı var: İki bankanın genel müdürünün birbirleriyle ilgili ettikleri sözler ve çok ciddi bir rekabet içinde olmalarına rağmen birlikte girdikleri, hem de birlikte risk alarak başlattıkları projeler...
Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu transformasyona (dönüşüme) bundan güzel örnek zor bulunur. Ret ve kabulün aynı anda, bir arada olabileceği; rekabet ve işbirliğinin birlikte yaşanabileceği; barış içinde bir arada var olmanın 21’inci yüzyılın dinamo stratejisi olduğunu keşke iş dünyasının önderleri kadar siyasi liderlerimiz de kavrayabilseler...