Avea - Turkcell savaşları kızıştı…
19 HAZİRAN 2011
Şu sıra Avea müthiş bir reklam salvosu ile Turkcell’i ciddi şekilde ‘huzursuz’ ediyor…
‘Huzursuzluğu’ nereden biliyoruz? Yasal süreçlere başvurulmasından… Çeşitli kurum ve kuruluşlara şikâyetlerden…
Turkcell ilk bakışta haklı gözüküyor… Hele de soyuma odasında 5.3.2 taktiğinin terk edilmesi noktasında bağlanan senaryo… Ya da kan emici vampirlerin muhabbeti… Diyaloglar Turkcell açısından yenilir yutulur gibi değil sanki…
Aynı şeyi zaman zaman da Vodafone yapar…
Siyasi kampanyalar dahil tüm rekabet odaklı iletişimde bu duruma aslında sık sık rastlarız…
İkinci, birinciye her zaman saldırmalıdır. Agresyonun dozu bazen kaçsa, bazen ince düzeltmeler yapılması gerekse bile, kızgın rekabet ortamlarında ikincinin lideri tahtından indirmesi olasılığı ancak savaşçı bir pozisyon almasıyla mümkündür… Avea da şu sıra bunu yapmaktadır… Fiyat rekabeti ve bu yaklaşımın net bir şekilde algılanacağı iletişim stratejileri belirgin bir şekilde izlenmektedir…
Avea’nın tek eksiği belki ‘bütünleşik iletişim’ alanında oluşmuştur… Stratejinin ve mesajın sadece Ata Demirer vasıtasıyla verilmesini beklememek, ilgili ‘savaşçıların’ (sözcülerin) sahaya çıkıp olaya entegre olmalarını sağlamak, gerekrdi…
Peki bu durumda lidere hangi tavır yakışır? Amerika’yı yeniden keşfetmenin bir âlemi yoktur… İletişimin ‘kata kaplı defterleri’, uluslar arası literatür ve kaynaklar yılların tecrübesini özetlemektedir:
Lider rekabetin kendisini hedef alan saldırılarını görmezden gelmelidir… Kendi gücünü sergileyeceği alanda iletişime devam etmesi tek doğru yoldur. İkincinin saldırılarını dikkate alıp önem verdiği algısını yarattığı anda, bu durum ikinciden başkasına yaramaz… Turkcell’in karşı salvoya geçtiği her an Avea’lılar ellerini ovuşturmalıdır. Kimsenin şüphesi olmasın; çünkü bu durum onlara yarar…
Diyeceksiniz ki, “Başbakan Erdoğan senin dediğin gibi yapmadı…”
Yerden göğe kadar haklısınız. Ben de hep aynı şeyi söylemiştim. “Yapmadığı için bu kadar alacak” demiştim “Dediğimi yapsa, 50’nin çok üstüne çıkabilir…”
“Şiir ölüdür ve donmuşken akar”
Spor yazarlığında çok farklı bir yeri olduğundan veya Galatasaraylı olması nedeniyle değil, sadece ve sadece Anna Karenina için üzülen bir babaanne tarafından büyütülmüş olduğunu kendi yazısından okuduğumda sevmiştim Yavuz Gökmen’i. Burada sık sık adına rastladığınız (ve rastlayacağınız) kadim dostum Ülkü Karaosmanoğlu da severmiş Yavuz Gökmen’i, bilmiyordum. Garip şeyleri aklında tutmakla maruftur (biraz da malul)… O’nu büyüten babaannenin adını hatırlıyordu: Melek Hanım... Yan yana yatıyormuş şimdi iki rahmetli...
“Yazsanıza Yavuz Gökmen”i dedi Ülkü...
Tanışmıyorduk bile. Yazmam için bir vesile yoktu.
“Şiir ölüdür ve donmuşken akar” dedi Ülkü, İzzet Yasar’dan bir dizeyi hatırlatarak...
Malum, “bin git” laflara bayılır bizimki... Ama bu lafa binilir ve Yavuz’un ruhu ziyaret bile edilir.
Sevgili Yavuz Gökmen... Seninle hiç tanışmadık. Ölüm yıldönümünde bile değiliz ama seni anmak için ne çok vesilemiz var…
Anjelika Akbar’dan bir mini zafer daha…
Anjelika Akbar uyarmasa haberim olmayacak… Dört bir yanımı ilanlarıyla sarmış “Elif” adlı romanı için ünlü yazar Paulo Coelho’nun sayfasında (paulocoelhoblog.com) bir ‘kısa film yarışması’nın duyurusuna yer verilmiş.
Dünyanın çeşitli yerlerinden meraklı ve yetenekli kişiler, çok yoğun bir ilgiyle, bu roman için kısa filmler çekmişler. Anjelika Akbar diyor ki: “Paulo kendisi seçiyor filmleri ve tüm dünyadan gelen binlerce filmden şimdi 4 tanesi finale kaldı. Bir Türk hanım (Dilek Kantar) da üçüncü sırada…”
Utandım tabii… ‘Es’ geçilir mi bu lezzette bir şey… Bir de üstüne üstlük filmde Anjelika’nın "Aşk / Love” adlı bestesi kullanılmış…
Ülkemizde fazlasıyla hak ettiği, görmesi gereken ilginin yarısını bilen göstermediğimiz, alçak gönüllüğünün bedelini tüm pazarlama iletişimi araçlarını kulanmak için çaba harcasa da, şöhreti ticari başarıya çevirememekle ödemek durumunda kalan Akbar’ı yürekten kutluyorum. Dilek Hanım’ın filmini ben de youtube'dan izledim. Akbar’ın bestesi de, kısa film de gayet hoş...
Yazarların ve sanatçıların bu tür pazarlama iletişimi araçlarından yararlanması, tamamen “kişiye özel” bir çaba gerektiriyor. Örneğin, Anjelika Akbar kendine özgü yöntemlerle konseptler hazırlama konusunda da ustadır. Türkiye’de geçirdiği 20 yılı anlattığı “İçimdeki Türkiyem” adlı kitabının tanıtım toplantısını hatırlıyorum. Bir de mini konser vermiş ve finalinde kendisine sazlarıyla Erkan Oğur ve İsmail H. Demircioğlu eşlik etmişlerdi. Üçünün birden yorumladığı Doğu Karadeniz türküsü hâlâ aklımdadır. Bellekteki pazar payına talip olup da elde etmek kolay iş değil…
Ne yazık…
Not: Çiçeği burnunda bir baba olarak, tüm babaların Babalar Günü’nü kutlar, O ünlü Alman atasözünü hepimize bir kez daha hatırlatırım: “Vater werden ist nicht schwer, Vater sein dagegen sehr!” (Baba olmak zor değildir; ancak ‘baba’ olmak hiç kolay değildir)…
‘Huzursuzluğu’ nereden biliyoruz? Yasal süreçlere başvurulmasından… Çeşitli kurum ve kuruluşlara şikâyetlerden…
Turkcell ilk bakışta haklı gözüküyor… Hele de soyuma odasında 5.3.2 taktiğinin terk edilmesi noktasında bağlanan senaryo… Ya da kan emici vampirlerin muhabbeti… Diyaloglar Turkcell açısından yenilir yutulur gibi değil sanki…
Aynı şeyi zaman zaman da Vodafone yapar…
Siyasi kampanyalar dahil tüm rekabet odaklı iletişimde bu duruma aslında sık sık rastlarız…
İkinci, birinciye her zaman saldırmalıdır. Agresyonun dozu bazen kaçsa, bazen ince düzeltmeler yapılması gerekse bile, kızgın rekabet ortamlarında ikincinin lideri tahtından indirmesi olasılığı ancak savaşçı bir pozisyon almasıyla mümkündür… Avea da şu sıra bunu yapmaktadır… Fiyat rekabeti ve bu yaklaşımın net bir şekilde algılanacağı iletişim stratejileri belirgin bir şekilde izlenmektedir…
Avea’nın tek eksiği belki ‘bütünleşik iletişim’ alanında oluşmuştur… Stratejinin ve mesajın sadece Ata Demirer vasıtasıyla verilmesini beklememek, ilgili ‘savaşçıların’ (sözcülerin) sahaya çıkıp olaya entegre olmalarını sağlamak, gerekrdi…
Peki bu durumda lidere hangi tavır yakışır? Amerika’yı yeniden keşfetmenin bir âlemi yoktur… İletişimin ‘kata kaplı defterleri’, uluslar arası literatür ve kaynaklar yılların tecrübesini özetlemektedir:
Lider rekabetin kendisini hedef alan saldırılarını görmezden gelmelidir… Kendi gücünü sergileyeceği alanda iletişime devam etmesi tek doğru yoldur. İkincinin saldırılarını dikkate alıp önem verdiği algısını yarattığı anda, bu durum ikinciden başkasına yaramaz… Turkcell’in karşı salvoya geçtiği her an Avea’lılar ellerini ovuşturmalıdır. Kimsenin şüphesi olmasın; çünkü bu durum onlara yarar…
Diyeceksiniz ki, “Başbakan Erdoğan senin dediğin gibi yapmadı…”
Yerden göğe kadar haklısınız. Ben de hep aynı şeyi söylemiştim. “Yapmadığı için bu kadar alacak” demiştim “Dediğimi yapsa, 50’nin çok üstüne çıkabilir…”
“Şiir ölüdür ve donmuşken akar”
Spor yazarlığında çok farklı bir yeri olduğundan veya Galatasaraylı olması nedeniyle değil, sadece ve sadece Anna Karenina için üzülen bir babaanne tarafından büyütülmüş olduğunu kendi yazısından okuduğumda sevmiştim Yavuz Gökmen’i. Burada sık sık adına rastladığınız (ve rastlayacağınız) kadim dostum Ülkü Karaosmanoğlu da severmiş Yavuz Gökmen’i, bilmiyordum. Garip şeyleri aklında tutmakla maruftur (biraz da malul)… O’nu büyüten babaannenin adını hatırlıyordu: Melek Hanım... Yan yana yatıyormuş şimdi iki rahmetli...
“Yazsanıza Yavuz Gökmen”i dedi Ülkü...
Tanışmıyorduk bile. Yazmam için bir vesile yoktu.
“Şiir ölüdür ve donmuşken akar” dedi Ülkü, İzzet Yasar’dan bir dizeyi hatırlatarak...
Malum, “bin git” laflara bayılır bizimki... Ama bu lafa binilir ve Yavuz’un ruhu ziyaret bile edilir.
Sevgili Yavuz Gökmen... Seninle hiç tanışmadık. Ölüm yıldönümünde bile değiliz ama seni anmak için ne çok vesilemiz var…
Anjelika Akbar’dan bir mini zafer daha…
Anjelika Akbar uyarmasa haberim olmayacak… Dört bir yanımı ilanlarıyla sarmış “Elif” adlı romanı için ünlü yazar Paulo Coelho’nun sayfasında (paulocoelhoblog.com) bir ‘kısa film yarışması’nın duyurusuna yer verilmiş.
Dünyanın çeşitli yerlerinden meraklı ve yetenekli kişiler, çok yoğun bir ilgiyle, bu roman için kısa filmler çekmişler. Anjelika Akbar diyor ki: “Paulo kendisi seçiyor filmleri ve tüm dünyadan gelen binlerce filmden şimdi 4 tanesi finale kaldı. Bir Türk hanım (Dilek Kantar) da üçüncü sırada…”
Utandım tabii… ‘Es’ geçilir mi bu lezzette bir şey… Bir de üstüne üstlük filmde Anjelika’nın "Aşk / Love” adlı bestesi kullanılmış…
Ülkemizde fazlasıyla hak ettiği, görmesi gereken ilginin yarısını bilen göstermediğimiz, alçak gönüllüğünün bedelini tüm pazarlama iletişimi araçlarını kulanmak için çaba harcasa da, şöhreti ticari başarıya çevirememekle ödemek durumunda kalan Akbar’ı yürekten kutluyorum. Dilek Hanım’ın filmini ben de youtube'dan izledim. Akbar’ın bestesi de, kısa film de gayet hoş...
Yazarların ve sanatçıların bu tür pazarlama iletişimi araçlarından yararlanması, tamamen “kişiye özel” bir çaba gerektiriyor. Örneğin, Anjelika Akbar kendine özgü yöntemlerle konseptler hazırlama konusunda da ustadır. Türkiye’de geçirdiği 20 yılı anlattığı “İçimdeki Türkiyem” adlı kitabının tanıtım toplantısını hatırlıyorum. Bir de mini konser vermiş ve finalinde kendisine sazlarıyla Erkan Oğur ve İsmail H. Demircioğlu eşlik etmişlerdi. Üçünün birden yorumladığı Doğu Karadeniz türküsü hâlâ aklımdadır. Bellekteki pazar payına talip olup da elde etmek kolay iş değil…
Ne yazık…
Not: Çiçeği burnunda bir baba olarak, tüm babaların Babalar Günü’nü kutlar, O ünlü Alman atasözünü hepimize bir kez daha hatırlatırım: “Vater werden ist nicht schwer, Vater sein dagegen sehr!” (Baba olmak zor değildir; ancak ‘baba’ olmak hiç kolay değildir)…