Azar azar bu iş size eksi yazar
01 Haziran 2021 - Marketing Türkiye
Pandemi dönemi pek çok ekonomik sıkıntıyı beraberinde getirdi. Ancak çevrim içi alışverişlere, deyim yerindeyse, nur yağdı. Dijital pazar yerleri iletişimlerine ciddi yatırımlar yapmaya başladılar… Tabii rekabet de kızışmış durumda…
Hizmette kaliteyi, hızı artıran, tüketiciye çeşitlilik ve fiyat avantajı olarak dönen, altyapı ve diğer alanlara yatırımları güçlendiren rekabetin, markalara zarar verebilecek bir yönü olduğu da unutulmamalı.
İletişimin, yapıldığı ülkedeki kültür ve değerlerle uyumlu olması gerektiğinin altını sık sık çiziyoruz. O nedenle ‘rakip yönelimli’ çalışmaların, bizdeki hedef kitlede, bu yöntemi uygulayan açısından çok da olumlu algılanmadığını da tekrarlamak lazım.
Bu yaklaşımın son örneğine istegelsin e-ticaret sitesinin TV reklamlarında rastladık… Toplumda rakibi ‘mağdur’ durumda göstermek ve ‘incitici’ gibi yorumlanabilecek bir yöntemi tercih etmeleri zaten ‘riskli’ bir yaklaşımken, üstüne asla kabul görmeyecek bir ‘dil’ kullanmışlar: Azar!
Hedef kitle tarafından reddedilmek istiyorsanız yapacağınız şey bellidir: Emir kipi kullanmak. istegelsin ise bunun da ötesine geçmiş… Yemeksepeti’nin Banabi uygulamasını hedef alarak hazırlanan TV reklamında, tüketiciyi öyle bir azarlıyor ki insan şaşıp kalıyor.
Kendi bünyesindeki iletişimciler, çalıştığı ajanslar ve bu projeyi onaylayanlar arasında “Kral çıplak”, hatta “çırılçıplak” diyecek bir kişi bile mi yoktu acaba? istegelsin bu iletişim yaklaşımda ısrarlı olursa markasının itibarına eksi yazacağını da bilmeli…
Müslüman mahallesinde neden salyangoz satılmaz?
Kimse almaz da ondan… Üstelik bu düşüncesizliği, tüccarın itibarından da alır götürür. Bir daha ne satmaya çalışırsa çalışsın ne kadar ucuza verirse versin toplum nezdindeki algılamasını toparlayamayacağı için başarılı olamaz…
İtibar çok hassas bir yaklaşım gerektirir. O nedenle, bu konudaki iletişim çalışmaları titizlikle yürütülmelidir… Kişiler için de bu böyledir, kurumlar ve ülkeler için de…
Türk kökenli Alman şarkıcı Elif Demirezen, “Alles Helal” adlı şarkısıyla Alman ProSieben kanalında yayınlanan ve Eurovision’a alternatif olarak düzenlenen Free European şarkı yarışmasında Türkiye’yi temsil etmiş.
Elif Hanım’ın şahsı, şarkıcılığı, yeteneği konumuzun dışında. Bizim ilgilendiğimiz kısım, aşağıdaki sözlere sahip bir eser (!) ile Türkiye’nin temsil edilip edilemeyeceği ve buna kimin karar vereceği:
“Votka, tonik içerim ve gider geceleri dua ederim / Masada bazen dans ediyorum ve yükseliyorum / Cenneti hayal etmek istiyorum, erkek arkadaşımla yatağımda çıplağım ve bu her gün tercihim. / Baba, kızın günah içinde yaşıyor ve bunun için iyi nedenleri var / Belki aynı cennette gitmeyeceğiz, Baba / Hayatın tadının nasıl olduğunu bilmem gerek, her pisliği denemem gerek.”
Şaşırdığımız bir başka konu da Türk jürisinin oylarını futbol yıldızımız Hakan Çalhanoğlu’nun açıklaması. Jüriyi kim belirlemiş; nasıl belirlemiş; nereden yetki almış; isteyen Türkiye’yi kafasına göre temsil edebilir mi; Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkan bir şarkı nasıl seçilmiş?
Bildiğiniz gibi Eurovision şarkı yarışması Avrupa Yayın Birliği (EBU) tarafından düzenlenir. Türkiye’de de yetki EBU üyesi TRT’dedir. Burada durum nasıl acaba?
Kafamızda bir sürü soru…
TV, tüm zamanların yıldızı
Optimar Danışmanlık Araştırma, 22-30 Nisan 2021 tarihleri arasında yaptığı “Türkiye’nin Nabzı Nisan Ayı Araştırması”nın sonuçlarını yayınlamış.
26 ilde 2027 kişiyle yüz yüze görüşülen çalışmada, siyasi partilerden liderlere, ülkenin sorunlarından seçimlere ve medyaya, din ve inançlardan gündemdeki tartışılan konulara kadar pek çok başlık var.
Burada iletişimciler açısından en dikkat çekici hususlardan biri medyaya dair sonuçlar… Araştırmaya bakınca, Iain Vallance’ın meşhur “Ölçmüyorsan Yapma” sözünü bir kez daha hatırladık.
“Türkiye’nin Nabzı” araştırması, sosyal medyanın etkileme gücünün çok yüksek olduğuyla ilgili inançları boşa çıkarmış… “Sosyal medyayı kontrol eden kazanır” diye düşünenler bu yaklaşımı bıraksalar iyi olur. Çünkü, durum pek de öyle değil sanki… “Ülke ve dünya gündemine ilişkin haberleri nereden takip edersiniz?” sorusunun açık ara galibi yüzde 70,1 ile “Televizyon” olmuş… Onu yüzde 37,8’le “İnternetten okunan gazeteler” takip ederken “Sosyal medya” yüzde 25,3 ile 3. sıraya yerleşebilmiş…
Medyanın ‘kriz’ boyutlarına varan bir ‘güven’ problemi yaşadığını da ıskalamamak gerek… Araştırmadaki ‘en güvenilir kurumlar’ listesinde medya, yüzde 1,8 oranla kendine ancak 11. sırada yer bulabilmiş…
Aslında ikisine de hâkim olmak kazanmak için yeterli değil. Ne sosyal medyaya ne de analog medyaya… Türkiye’de bildiğiniz gibi, ispatlanamamış bir iddia yıllardır dillendirilir: “Medya kimin yanındaysa seçimleri o kazanır”… Biz ise bunun tam tersini, ‘kamu vicdanı’nın etkisini savunuruz… 1950, 1983 ve 2002 seçimleri iddiamızın en büyük kanıtlarıdır. Anladığımız kadarıyla sosyal medyaya daha çok muhalefet, analog medyaya da iktidar hâkim gibi görülüyor… Önümüzdeki seçimlerde bu tür hâkimiyetlerin hiçbir işe yaramayacağı, belirleyici olanın ‘büyük fikir’ ve ‘güven’ ekseninde hareket edeceğine inanıyoruz.
Hizmette kaliteyi, hızı artıran, tüketiciye çeşitlilik ve fiyat avantajı olarak dönen, altyapı ve diğer alanlara yatırımları güçlendiren rekabetin, markalara zarar verebilecek bir yönü olduğu da unutulmamalı.
İletişimin, yapıldığı ülkedeki kültür ve değerlerle uyumlu olması gerektiğinin altını sık sık çiziyoruz. O nedenle ‘rakip yönelimli’ çalışmaların, bizdeki hedef kitlede, bu yöntemi uygulayan açısından çok da olumlu algılanmadığını da tekrarlamak lazım.
Bu yaklaşımın son örneğine istegelsin e-ticaret sitesinin TV reklamlarında rastladık… Toplumda rakibi ‘mağdur’ durumda göstermek ve ‘incitici’ gibi yorumlanabilecek bir yöntemi tercih etmeleri zaten ‘riskli’ bir yaklaşımken, üstüne asla kabul görmeyecek bir ‘dil’ kullanmışlar: Azar!
Hedef kitle tarafından reddedilmek istiyorsanız yapacağınız şey bellidir: Emir kipi kullanmak. istegelsin ise bunun da ötesine geçmiş… Yemeksepeti’nin Banabi uygulamasını hedef alarak hazırlanan TV reklamında, tüketiciyi öyle bir azarlıyor ki insan şaşıp kalıyor.
Kendi bünyesindeki iletişimciler, çalıştığı ajanslar ve bu projeyi onaylayanlar arasında “Kral çıplak”, hatta “çırılçıplak” diyecek bir kişi bile mi yoktu acaba? istegelsin bu iletişim yaklaşımda ısrarlı olursa markasının itibarına eksi yazacağını da bilmeli…
Müslüman mahallesinde neden salyangoz satılmaz?
Kimse almaz da ondan… Üstelik bu düşüncesizliği, tüccarın itibarından da alır götürür. Bir daha ne satmaya çalışırsa çalışsın ne kadar ucuza verirse versin toplum nezdindeki algılamasını toparlayamayacağı için başarılı olamaz…
İtibar çok hassas bir yaklaşım gerektirir. O nedenle, bu konudaki iletişim çalışmaları titizlikle yürütülmelidir… Kişiler için de bu böyledir, kurumlar ve ülkeler için de…
Türk kökenli Alman şarkıcı Elif Demirezen, “Alles Helal” adlı şarkısıyla Alman ProSieben kanalında yayınlanan ve Eurovision’a alternatif olarak düzenlenen Free European şarkı yarışmasında Türkiye’yi temsil etmiş.
Elif Hanım’ın şahsı, şarkıcılığı, yeteneği konumuzun dışında. Bizim ilgilendiğimiz kısım, aşağıdaki sözlere sahip bir eser (!) ile Türkiye’nin temsil edilip edilemeyeceği ve buna kimin karar vereceği:
“Votka, tonik içerim ve gider geceleri dua ederim / Masada bazen dans ediyorum ve yükseliyorum / Cenneti hayal etmek istiyorum, erkek arkadaşımla yatağımda çıplağım ve bu her gün tercihim. / Baba, kızın günah içinde yaşıyor ve bunun için iyi nedenleri var / Belki aynı cennette gitmeyeceğiz, Baba / Hayatın tadının nasıl olduğunu bilmem gerek, her pisliği denemem gerek.”
Şaşırdığımız bir başka konu da Türk jürisinin oylarını futbol yıldızımız Hakan Çalhanoğlu’nun açıklaması. Jüriyi kim belirlemiş; nasıl belirlemiş; nereden yetki almış; isteyen Türkiye’yi kafasına göre temsil edebilir mi; Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya kalkan bir şarkı nasıl seçilmiş?
Bildiğiniz gibi Eurovision şarkı yarışması Avrupa Yayın Birliği (EBU) tarafından düzenlenir. Türkiye’de de yetki EBU üyesi TRT’dedir. Burada durum nasıl acaba?
Kafamızda bir sürü soru…
TV, tüm zamanların yıldızı
Optimar Danışmanlık Araştırma, 22-30 Nisan 2021 tarihleri arasında yaptığı “Türkiye’nin Nabzı Nisan Ayı Araştırması”nın sonuçlarını yayınlamış.
26 ilde 2027 kişiyle yüz yüze görüşülen çalışmada, siyasi partilerden liderlere, ülkenin sorunlarından seçimlere ve medyaya, din ve inançlardan gündemdeki tartışılan konulara kadar pek çok başlık var.
Burada iletişimciler açısından en dikkat çekici hususlardan biri medyaya dair sonuçlar… Araştırmaya bakınca, Iain Vallance’ın meşhur “Ölçmüyorsan Yapma” sözünü bir kez daha hatırladık.
“Türkiye’nin Nabzı” araştırması, sosyal medyanın etkileme gücünün çok yüksek olduğuyla ilgili inançları boşa çıkarmış… “Sosyal medyayı kontrol eden kazanır” diye düşünenler bu yaklaşımı bıraksalar iyi olur. Çünkü, durum pek de öyle değil sanki… “Ülke ve dünya gündemine ilişkin haberleri nereden takip edersiniz?” sorusunun açık ara galibi yüzde 70,1 ile “Televizyon” olmuş… Onu yüzde 37,8’le “İnternetten okunan gazeteler” takip ederken “Sosyal medya” yüzde 25,3 ile 3. sıraya yerleşebilmiş…
Medyanın ‘kriz’ boyutlarına varan bir ‘güven’ problemi yaşadığını da ıskalamamak gerek… Araştırmadaki ‘en güvenilir kurumlar’ listesinde medya, yüzde 1,8 oranla kendine ancak 11. sırada yer bulabilmiş…
Aslında ikisine de hâkim olmak kazanmak için yeterli değil. Ne sosyal medyaya ne de analog medyaya… Türkiye’de bildiğiniz gibi, ispatlanamamış bir iddia yıllardır dillendirilir: “Medya kimin yanındaysa seçimleri o kazanır”… Biz ise bunun tam tersini, ‘kamu vicdanı’nın etkisini savunuruz… 1950, 1983 ve 2002 seçimleri iddiamızın en büyük kanıtlarıdır. Anladığımız kadarıyla sosyal medyaya daha çok muhalefet, analog medyaya da iktidar hâkim gibi görülüyor… Önümüzdeki seçimlerde bu tür hâkimiyetlerin hiçbir işe yaramayacağı, belirleyici olanın ‘büyük fikir’ ve ‘güven’ ekseninde hareket edeceğine inanıyoruz.