Bağış sahtekârı sosyopatlara dikkat!
28 EKİM 2011
‘Sosyopatlık’, kendisini gizleyebildiğini sanan, kafasını kuma gömmesine rağmen poposunun açıkta kaldığını fark etmeyen, ciddi para cezası veya hürriyet kısıtlayıcı bir karar çıkana kadar, aleyhine açılan her davada biraz daha zevk alan, Özge Uzun’un deyişiyle ‘Klavye Delikanlıları’nın tekelinde değil.
Prof. Baltaş’ın ‘sosyal vicdandan yoksun’ diye tanımladığı bu kesimin başka bir türüne TV’lerde yürütülen ‘Bağış Kampanyaları’nda rastlamak mümkün…
Bir iki TV yöneticisi ile konuştum… “Bu iş pek takip edilmez” dediler, “Bağışların gerçekleşme oranı %60 – 70 arasıdır”…
Bu ‘uyanık’ sosyopat türü, kendi arasında ikiye ayrılıyor: Bağış yapıp bunu her TV kanalına bağlanıp ayrı ayrı bağışlarmış gibi ‘anonslayanlar’ ve aslında verdikleri sözü zaten daha işin başından itibaren gerçekleştirmeyi bir an bile akıllarından geçirmemiş olanlar…
Düşünebiliyor musunuz, Çarşamba akşamı müthiş bir toplumsal mutabakatla gerçekleştirilmiş bağış kampanyasında toplanan yaklaşık 70 milyonun en az 20 milyonu toplanamayacak. Bir süre TV’den arayıp, “Lütfen ödeyin!” falan diye asılıyorlarmış. Sonra onlar da bırakıyorlarmış ipin ucunu… “Açıklayın şunların listesini!” dedim, “Ya da verin ben yayınlayayım!”…
Aralarında çok muteber (ya da öyle sanılan) kişiler varmış. Olay fena patlarmış… Kanallar zarar görürmüş… Arada bağışın peşine düşen sivil toplum örgütleri olduğu zaman bile değişen bir şey olmuyormuş. Son kampanyada kimdi sorumlu acaba?
Bana sorarsanız, bu kampanyanın başını çekmiş olan kanal sorumludur. Bu iş Beyaz’a kadar gider. Ben Beyaz’ın yerinde olsam takip ederim. Canı çıktı o gece. Bir kuruş ücret aldığını sanmıyorum… Bir dolu ‘sahte kahramanın’ kendi reklamlarını onun ağzından bedava yapmaları için mi?
Kanal ve Beyaz takip etmeliler bu bağışları ve dönüp hesap sormalılar ve hesap vermeliler, “Bağışın şu kadarı gerçekleşti” diye. Sözünü tutmayanları da açıklamalılar. Ben felaketzedeler üzerinden prim yapmaya çalışan ‘Yüzsüzlerin’ listesini tefrika etmeye hazırım… Pek çok gazete de katılır bu işe…
Torpille yardım
Somali kampanyasına katılmış olan büyük şirketlerden birinin patronu ile konuştuk. Yana yakıla Somali’ye göndermeye söz verdikleri malzemeyi teslim edecek merci bulamamaktan şikayetçi olduklarını anlatıyordu…
Diyanet’i arayıp, “Kamyonlar hazır!” demişler. Diyanet, “Yerimiz yok! Alamayız!” demiş. Bunun üzerine Kızılay’ı aramışlar; onlar da alamayacaklarını belirtmişler. Bunun üzerine araya tanıdık, eş dost girmiş de zorla bir kısmını almayı kabul etmişler… Sonuç: Mallar Mersin’e ulaşmış. Ancak hâlâ gemiye yüklenememiş. Orada öylece duruyorlarmış. Bir kısmı da burada kendi depolarında… Kimsenin oralı olduğu, arayıp sorduğu, “Ya sizin şöyle bir bağışınız vardı, ne yaptınız?” dediği olmamış…
Bir de böylesi var anlayacağınız.
Sevgili Şansal, 75. Dakikayı bir daha göster!
Benim omur ilikten, değil beyin ve ruh dengesinde Galatasaraylı olduğumu bilen bilir…
Çarşamba akşamı 4-2’lik yenilgi ile ilgili Fatih Terim’in yorumlarına katılıyorum. Özellikle de şuna: “Hakemi de yenmeliydik!”…
Fakat önce spor programcılarına sonra da hangi takımı tutarsa tutsun, ‘insanı vücut dilinden okuyabildiğini’ iddia eden herkese (ki okuyamadığını söyleyenine pek rastlamadım) bir önerim var. TV’de spor programları yapan ve sunan arkadaşların özellikle de Şansal Büyüka kardeşimin bir sahneyi beyinlere nakşedecek şekilde tekrar tekrar ekrana getirmelerini öneriyorum. Maçın 75’inci dakikası. Pilot kameradan değil, yakın çekimden yan hakem Serdar Diyadin’in Sabri’ye bayrak kaldırırken suratının ifadesi… Bence yılın tartışılması gereken spor olaylarından biridir. Bir hakem bu kadar mı cinnet geçiren bir ifadeyle yan çizgide dolaşır…
Korku filmlerini, polisiye gerilim sahnelerini aratmayan bir nefret ifadesi… İnsan savaşta düşmanına böyle bakmaz herhalde…
Bir izleyin. Ne demek istediğimi anlayacaksınız. Orta hakemin de ondan aşağı kalacak bir tarzı yoktu aslında. Bu ifade ile maç yöneten bu iki hakeme benim bildiğim bu federasyon bir daha zor maç verdirir…
Prof. Baltaş’ın ‘sosyal vicdandan yoksun’ diye tanımladığı bu kesimin başka bir türüne TV’lerde yürütülen ‘Bağış Kampanyaları’nda rastlamak mümkün…
Bir iki TV yöneticisi ile konuştum… “Bu iş pek takip edilmez” dediler, “Bağışların gerçekleşme oranı %60 – 70 arasıdır”…
Bu ‘uyanık’ sosyopat türü, kendi arasında ikiye ayrılıyor: Bağış yapıp bunu her TV kanalına bağlanıp ayrı ayrı bağışlarmış gibi ‘anonslayanlar’ ve aslında verdikleri sözü zaten daha işin başından itibaren gerçekleştirmeyi bir an bile akıllarından geçirmemiş olanlar…
Düşünebiliyor musunuz, Çarşamba akşamı müthiş bir toplumsal mutabakatla gerçekleştirilmiş bağış kampanyasında toplanan yaklaşık 70 milyonun en az 20 milyonu toplanamayacak. Bir süre TV’den arayıp, “Lütfen ödeyin!” falan diye asılıyorlarmış. Sonra onlar da bırakıyorlarmış ipin ucunu… “Açıklayın şunların listesini!” dedim, “Ya da verin ben yayınlayayım!”…
Aralarında çok muteber (ya da öyle sanılan) kişiler varmış. Olay fena patlarmış… Kanallar zarar görürmüş… Arada bağışın peşine düşen sivil toplum örgütleri olduğu zaman bile değişen bir şey olmuyormuş. Son kampanyada kimdi sorumlu acaba?
Bana sorarsanız, bu kampanyanın başını çekmiş olan kanal sorumludur. Bu iş Beyaz’a kadar gider. Ben Beyaz’ın yerinde olsam takip ederim. Canı çıktı o gece. Bir kuruş ücret aldığını sanmıyorum… Bir dolu ‘sahte kahramanın’ kendi reklamlarını onun ağzından bedava yapmaları için mi?
Kanal ve Beyaz takip etmeliler bu bağışları ve dönüp hesap sormalılar ve hesap vermeliler, “Bağışın şu kadarı gerçekleşti” diye. Sözünü tutmayanları da açıklamalılar. Ben felaketzedeler üzerinden prim yapmaya çalışan ‘Yüzsüzlerin’ listesini tefrika etmeye hazırım… Pek çok gazete de katılır bu işe…
Torpille yardım
Somali kampanyasına katılmış olan büyük şirketlerden birinin patronu ile konuştuk. Yana yakıla Somali’ye göndermeye söz verdikleri malzemeyi teslim edecek merci bulamamaktan şikayetçi olduklarını anlatıyordu…
Diyanet’i arayıp, “Kamyonlar hazır!” demişler. Diyanet, “Yerimiz yok! Alamayız!” demiş. Bunun üzerine Kızılay’ı aramışlar; onlar da alamayacaklarını belirtmişler. Bunun üzerine araya tanıdık, eş dost girmiş de zorla bir kısmını almayı kabul etmişler… Sonuç: Mallar Mersin’e ulaşmış. Ancak hâlâ gemiye yüklenememiş. Orada öylece duruyorlarmış. Bir kısmı da burada kendi depolarında… Kimsenin oralı olduğu, arayıp sorduğu, “Ya sizin şöyle bir bağışınız vardı, ne yaptınız?” dediği olmamış…
Bir de böylesi var anlayacağınız.
Sevgili Şansal, 75. Dakikayı bir daha göster!
Benim omur ilikten, değil beyin ve ruh dengesinde Galatasaraylı olduğumu bilen bilir…
Çarşamba akşamı 4-2’lik yenilgi ile ilgili Fatih Terim’in yorumlarına katılıyorum. Özellikle de şuna: “Hakemi de yenmeliydik!”…
Fakat önce spor programcılarına sonra da hangi takımı tutarsa tutsun, ‘insanı vücut dilinden okuyabildiğini’ iddia eden herkese (ki okuyamadığını söyleyenine pek rastlamadım) bir önerim var. TV’de spor programları yapan ve sunan arkadaşların özellikle de Şansal Büyüka kardeşimin bir sahneyi beyinlere nakşedecek şekilde tekrar tekrar ekrana getirmelerini öneriyorum. Maçın 75’inci dakikası. Pilot kameradan değil, yakın çekimden yan hakem Serdar Diyadin’in Sabri’ye bayrak kaldırırken suratının ifadesi… Bence yılın tartışılması gereken spor olaylarından biridir. Bir hakem bu kadar mı cinnet geçiren bir ifadeyle yan çizgide dolaşır…
Korku filmlerini, polisiye gerilim sahnelerini aratmayan bir nefret ifadesi… İnsan savaşta düşmanına böyle bakmaz herhalde…
Bir izleyin. Ne demek istediğimi anlayacaksınız. Orta hakemin de ondan aşağı kalacak bir tarzı yoktu aslında. Bu ifade ile maç yöneten bu iki hakeme benim bildiğim bu federasyon bir daha zor maç verdirir…