Başbakan daha kaç defa özür dileyecek?..
30 ARALIK 2011
Dünyanın hiçbir yerinde bir siyasi otorite herhalde bu kadar çok çelişki ile baş başa kalıp, kendi tayin ettiği bürokratlar yüzünden biteviye özür dilemek zorunda bırakılmamıştır.
Başbakan bürokratlarına kol kanat germekten onları yıpratmamak için kendi yıpranmasını göze almaktan sizce de artık yorulmadı mı?.. Hak ediyor mu bu kadar sıkıştırılmayı?.. İşin iletişim boyutunun bu kadar raydan çıkartılıp, Başbakan aleyhine odaklandırılarak yönetilmesine nasıl olur da izin verilir; anlamak mümkün değil. Hem de en küçük sağlık sorununda muhalif ya da yandaş, istikrar adına herkesin üstüne titrediği bir Başbakan’dan söz ediyordak...
Hatırlayalım… Sadece son iki ayı hatırlayalım… Dersim özrü… TRT Genel Müdürü özrü… Sınır operasyonu özrü… Sayın Hüseyin Çelik’in AK Parti MYK’sından sonra yaptığı ve suç ya da kusur varsa hukuk devleti ilkeleri çerçevesinden gerekenin yapılacağı, ‘İlk bilgiler doğruysa bir operasyon kazası vardır” şeklindeki açıklaması ‘kesmeyebilir’… Neyi? Kamu vicdanını…
Daha önceleri de, 36 kişinin öldüğü ve 79 kişinin yaralandığı hızlandırılmış tren kazası sonrasında TCDD Genel Müdürü için de, ‘Japonlar böyle durumlarda intihar ediyorlar’ başlığıyla yazdığım yazıyı hatırlıyorum. Genel Müdürün hemen istifa etmesi ya da açığa alınarak Ulaştırma Bakanının kamu vicdanını rahatlatması gerektiği yolunda bir yazıydı. Olmadı… Peki ne oldu?.. Genel Müdür önce bir süre korumaya alındı. Sonra işine son verildi. Sonra Genel Müdür Danıştay’a başvurup göreve dönüş kararı aldı.
Türkiye’de bürokrasi – siyasi otorite ilişkisi, insanlık kültür mirası birikiminin geldiği noktanın ne yazık ki çok gerisinde... Bu ilişki aynı zamanda kendi kültür ve değerlerimizden ne kadar uzaklarda olduğunu gösteren hayata dair sınav örnekleriyle kendisini ortaya çıkartıyor.
İstifanın son derece onurlu bir iş olduğunu, kendi geçmişinde bu işi medyadaki yöneticilik yıllarında üç kez yapmış bir arkadaşınız olarak lütfen hatırlatmama müsade ediniz…
Bırakın hata yapmış olmayı, üstünüze yeni bir sorumlu (yetkili) atandığı zaman bile istifa edilebilir ve yeni sorumluya serbest alan ve karar rahatlığı sağlarsınız… Kaldı ki, hatanın ve hasarın boyutu ne olursa olsun, işin iletişim boyutuyla, itibara hasar vermemesi adına şöyle bir duraklamakta, kenara çekilmekte, özetle istifa etmekte, sistemi korumak için büyük yarar vardır.
Yoksa sistem yara alır… Bu da toplumun yara almasına neden olabilir…
Bu arp başka arp…
Benim kayınbirader ve sağlık iletişimi şirketi Dörtok & Bersay’ın yönetici ortağı Dr. Aydın Dörtok ilginç adamdır… Her yılbaşı bana verecek yeni, benim keşfetmediğim bir hediye bulur…
Bu kez de bir CD ve bir kitapla çıkageldi. Bir arp sanatçısının CD’si bu. Adı: Elişi… Sanatçı’nın adı: Şirin Pancaroğlu… Bu CD’de bir başka sanatçıyla birlikte çalmışlar: Meriç Dönük…
Aydın Dörtok, sanatçıyı Borusan Kültür Sanat’da izlemiş. Hemen aklına bana verilebilecek en hesaplı ve bir o kadar da anlamlı armağan gelmiş: Beni Şirin Pancaroğlu’nun sanatıyla tanıştırmak.
Büyük keyifle tanıştım. CD’deki parçaların adları, başarılı klasik müzik geçmişi olan Şirin Hanım’ın yelken açtığı yeni tınılarla ilgili de bilgi vermekte: Kırmızı Buğday, Bahçelerde Börülce, Başına Bağlamış Astar, Doğaçlama, Başına Bağlamış Astar, Hicaz Mandira, Aşlamayı Aşladım, Şenlik Raksı, Gül Kuruttum, Kervan - Tini Mini Hanım, Al Fadimem Intro, Al Fadimem…
Pancaroğlu’nu ve insanın içini dinlendiren, ruhunu zenginleştiren müziğini incelemeye aldım, kolay kolay bırakmam…
Aydın’ın diğer hediyesi de ‘kolay’ bir eser değil. Orijinali 147 yıl önce yayınlanmış olan dev gibi bir eser bu. John Frederick Lewis imzasını taşıyor. Albümün sayfalarının ebadı 56 cm x 38,5 cm. Resimlerin altında sanatçının kendi el yazısıyla açıklama notlar var.
Nefis eserlere imza atan Denizler Kitabevi’nin aslına sadık kalarak tıpkı basımını gerçekleştirdiği kitabın önsözünü Dr. Ayşe Yetişkin Kubilay yazmış.
O yılların İstanbul’unu mükemmel bir çizim tekniği ile anlatan eserden etkilenmemek mümkün değil…
Bizim ‘doktor’ bu yıl da ‘hediyede anlam’ konusunda 12’den vurmuş…
Başbakan bürokratlarına kol kanat germekten onları yıpratmamak için kendi yıpranmasını göze almaktan sizce de artık yorulmadı mı?.. Hak ediyor mu bu kadar sıkıştırılmayı?.. İşin iletişim boyutunun bu kadar raydan çıkartılıp, Başbakan aleyhine odaklandırılarak yönetilmesine nasıl olur da izin verilir; anlamak mümkün değil. Hem de en küçük sağlık sorununda muhalif ya da yandaş, istikrar adına herkesin üstüne titrediği bir Başbakan’dan söz ediyordak...
Hatırlayalım… Sadece son iki ayı hatırlayalım… Dersim özrü… TRT Genel Müdürü özrü… Sınır operasyonu özrü… Sayın Hüseyin Çelik’in AK Parti MYK’sından sonra yaptığı ve suç ya da kusur varsa hukuk devleti ilkeleri çerçevesinden gerekenin yapılacağı, ‘İlk bilgiler doğruysa bir operasyon kazası vardır” şeklindeki açıklaması ‘kesmeyebilir’… Neyi? Kamu vicdanını…
Daha önceleri de, 36 kişinin öldüğü ve 79 kişinin yaralandığı hızlandırılmış tren kazası sonrasında TCDD Genel Müdürü için de, ‘Japonlar böyle durumlarda intihar ediyorlar’ başlığıyla yazdığım yazıyı hatırlıyorum. Genel Müdürün hemen istifa etmesi ya da açığa alınarak Ulaştırma Bakanının kamu vicdanını rahatlatması gerektiği yolunda bir yazıydı. Olmadı… Peki ne oldu?.. Genel Müdür önce bir süre korumaya alındı. Sonra işine son verildi. Sonra Genel Müdür Danıştay’a başvurup göreve dönüş kararı aldı.
Türkiye’de bürokrasi – siyasi otorite ilişkisi, insanlık kültür mirası birikiminin geldiği noktanın ne yazık ki çok gerisinde... Bu ilişki aynı zamanda kendi kültür ve değerlerimizden ne kadar uzaklarda olduğunu gösteren hayata dair sınav örnekleriyle kendisini ortaya çıkartıyor.
İstifanın son derece onurlu bir iş olduğunu, kendi geçmişinde bu işi medyadaki yöneticilik yıllarında üç kez yapmış bir arkadaşınız olarak lütfen hatırlatmama müsade ediniz…
Bırakın hata yapmış olmayı, üstünüze yeni bir sorumlu (yetkili) atandığı zaman bile istifa edilebilir ve yeni sorumluya serbest alan ve karar rahatlığı sağlarsınız… Kaldı ki, hatanın ve hasarın boyutu ne olursa olsun, işin iletişim boyutuyla, itibara hasar vermemesi adına şöyle bir duraklamakta, kenara çekilmekte, özetle istifa etmekte, sistemi korumak için büyük yarar vardır.
Yoksa sistem yara alır… Bu da toplumun yara almasına neden olabilir…
Bu arp başka arp…
Benim kayınbirader ve sağlık iletişimi şirketi Dörtok & Bersay’ın yönetici ortağı Dr. Aydın Dörtok ilginç adamdır… Her yılbaşı bana verecek yeni, benim keşfetmediğim bir hediye bulur…
Bu kez de bir CD ve bir kitapla çıkageldi. Bir arp sanatçısının CD’si bu. Adı: Elişi… Sanatçı’nın adı: Şirin Pancaroğlu… Bu CD’de bir başka sanatçıyla birlikte çalmışlar: Meriç Dönük…
Aydın Dörtok, sanatçıyı Borusan Kültür Sanat’da izlemiş. Hemen aklına bana verilebilecek en hesaplı ve bir o kadar da anlamlı armağan gelmiş: Beni Şirin Pancaroğlu’nun sanatıyla tanıştırmak.
Büyük keyifle tanıştım. CD’deki parçaların adları, başarılı klasik müzik geçmişi olan Şirin Hanım’ın yelken açtığı yeni tınılarla ilgili de bilgi vermekte: Kırmızı Buğday, Bahçelerde Börülce, Başına Bağlamış Astar, Doğaçlama, Başına Bağlamış Astar, Hicaz Mandira, Aşlamayı Aşladım, Şenlik Raksı, Gül Kuruttum, Kervan - Tini Mini Hanım, Al Fadimem Intro, Al Fadimem…
Pancaroğlu’nu ve insanın içini dinlendiren, ruhunu zenginleştiren müziğini incelemeye aldım, kolay kolay bırakmam…
Aydın’ın diğer hediyesi de ‘kolay’ bir eser değil. Orijinali 147 yıl önce yayınlanmış olan dev gibi bir eser bu. John Frederick Lewis imzasını taşıyor. Albümün sayfalarının ebadı 56 cm x 38,5 cm. Resimlerin altında sanatçının kendi el yazısıyla açıklama notlar var.
Nefis eserlere imza atan Denizler Kitabevi’nin aslına sadık kalarak tıpkı basımını gerçekleştirdiği kitabın önsözünü Dr. Ayşe Yetişkin Kubilay yazmış.
O yılların İstanbul’unu mükemmel bir çizim tekniği ile anlatan eserden etkilenmemek mümkün değil…
Bizim ‘doktor’ bu yıl da ‘hediyede anlam’ konusunda 12’den vurmuş…