'Babam ve Ustam'ı kaybettim...
12 Ekim 2009 Akşam Gazetesi
İtalyan yönetmen Paolo ve Vittorio Taviani kardeşlerin 1977 yılında çektikleri bol ödüllü ünlü filmlerinin adıdır: 'Padre Padrone'... Babam ve Ustam diye oynadı bizde... Ne hikmetse en azından filmin adı, bana hep Halit Refiğ ile ilişkilerimi hatırlatır...
Halit Bey'le onun peşinden koşarak tanıştım. 80'li yılların başıydı.. Bir dergimize sinema eleştirileri yazdırmak istiyoruz... En iyisi kim? Araştırıyoruz... Bütün yollar Halit Bey'e çıkıyor. Sinema yazarı sevgili dostum rahmetli Erman Şener 'O hepimizden iyiydi!' derdi... Sonra da eklerdi: 'Ne yazık ki yönetmenliği tercih etti!'
Halit Bey o sıra bırakmıştı sinema yazılarını. Bir süre Milliyet'te yazmıştı. Araştırmıştım. Mükemmel yazılardı. Sinemanın çok ötesinde fikir yazıları...
Bir yerlerden telefonunu buldum. Aradım. Kendimi tanıtmam, derdimi anlatmam uzun sürdü. 'Ben artık yazmıyorum!' dedi... Bırakır mıyım peşini?.. Kendi de söylerdi... 'Ağzımdan girdi burnumdan çıktı, beni ikna etti! Kıramadım, kabul ettim'...
Evine gittim... O zamanlar Cihangir'e çıkan yokuşta oturuyorlardı, Gülper'le... Papağanları, kitapları, piyanoları, Adnan Saygun'un, Kemal Tahir'in resimleri, Beethoven'ın büstü, uzun saatler onu dinlediğim, bol bol fırçasını yediğim, azarını işittiğim koltukları ve tabii kedileri...
Sonra yayınevine davet ettim. Ve benim için hayatımın en renkli, en zenginleştirici, en yorucu, en zevkli, en yaratıcı serüveni başladı... Bravo'da, Playboy'da, Sanat Olayı'nda birlikte olduk. Pek çok TV programında boy gösterdik. Ve tabii ki onun fikri liderliğinde Türk NPQ'sunu yıllarca yayınladık... Derginin orijinalinin editörü Nathan Gardels'ın ona ve fikirlerine duyduğu hayranlığa tanık olmasam ve diğer uluslararası fikir adamlarının onun karşısında olmaktan duydukları saygı ve onuru paylaşmamış olsam, 'abartıyorlar' derdim...
Gülper'in ailesinden kalma alışkanlığı sürdürüp Sapanca'nın Mahmudiye köyüne gitmeye başladıklarında biz de onlara takıldık... Yüz yıllık bir köy evi kiraladık. Doğa ile dost olmanın zevkini çıkarmayı ondan öğrendiğimi açık yüreklilikle teslim edebilirim...
Yıllarca neredeyse her hafta sonu uzun yürüyüşlerde benim eğitim sürdü. Hödük ve cahil Marksistlikten, daha az cahil ve daha az hödük bir 'tarihi gerçekçi'liğe giden yoldaki ilk emekleme, ilk minik adımlar, Mahmudiye Köyü'nün ormanlarının içindeki uzun yürüyüşlere rastlar... Bugün bir dünya görüşüne sahip olduğumu iddia edebiliyorsam, bunun temel taşlarını Halit Bey'le birlikte koyduğumuzu sadece bugün onun arkasından söylemiyorum. Yukarıda Allah, yeryüzünde eşi, eşim, kızım, oğlum, asistanım, Ülkü Karaosmanoğlu dostum ve benim kitabımı, yazılarımı okuyan herkes tanıktır...
Ne kadar da kızardı bana... Sonra biraz da gönlümü almak için olacak, Kemal Tahir'in kendisine sevgi dolu serzenişlerinden söz ederdi. Söze 'Bak, Aliciğim!' diye başladı mı, ardından ne geleceğini sezinlemek zor olmazdı. Yüzüme vurmazdı ama ben bilirdim bende neleri eleştirdiğini: Bugün benim de çevremdekileri 'itip kaktığım' zaaflardı vurguladıkları...
Bütünsellik içinde bakamamak.. Derinlik kazanamamak... Konuları başkalarından dinleyip okumak, kaynağına inememek (gazete entelektüelliği)... Tarih bilinci kazanamamak (resmi tarihe takılıp kalmak)... Memleket sevgisini demode bir duyarlılık olarak görmek... İslamiyet'i ve kültürünü ön yargılarla yadsımak ve bu nedenle içinde yaşadığı milletin ortak ruhi şekillenmesini kavrayamamak... Her Müslüman'ı şeriatçı mürteci; her subayı darbeci faşist; her zengini vahşi kapitalizmin bir uzantısı; yabancılarla iş yapan her Allah'ın kulunu vatan haini olarak görmek...
Allah'tan Halit Bey'le ilgili pişmanlıklarım çok yok... 'Ah keşke şunu da yapsaydık!' diyeceğim şeyler çok az... Ona saygıda hiçbir zaman kusur etmedim. 'Keşke şöyle davranmasaydım!' diyebileceğim kötü bir hatıramız da yok... Bundan büyük mutluluk olabilir mi bir insan, bir üst düzey ilişki için...
Öz babamla son 7 yılımızda benzer bir ilişki kurmayı başarmıştım... Ancak o yaşa geldiğimde ilişkiyi onun değil benim yönetmem gerektiğini kavramıştım... Onun da vefatında içim çok rahattı... Şimdi de garip bir huzur ve esenlik duyuyorum... Dünyanın en büyük düşünürlerinden birinin bunca yıl bu kadar yakınında durabilmiş olmak ne büyük ayrıcalık... Ondan 'irfanlı olmayı' öğrenmeye çalışmak ve daha pek çok hasletin kapılarının aralandığı ufuk turlarına birlikte çıkabilmenin huzur ve esenliğini yaşamak ayrıcalık değil de nedir?
'Dünyanın en büyük düşünürlerinden biri' tespitime katılmayacaklar ve abarttığımı düşünenler olacaktır... Hiç itirazım yok... Hayattaki tek başarımı, herkes gibi düşünmemeye borçluyum. Onu da zaten 'Babam ve ustamdan öğrendim'...
Yolun açık olsun sevgili büyüğüm...
İtalyan yönetmen Paolo ve Vittorio Taviani kardeşlerin 1977 yılında çektikleri bol ödüllü ünlü filmlerinin adıdır: 'Padre Padrone'... Babam ve Ustam diye oynadı bizde... Ne hikmetse en azından filmin adı, bana hep Halit Refiğ ile ilişkilerimi hatırlatır...
Halit Bey'le onun peşinden koşarak tanıştım. 80'li yılların başıydı.. Bir dergimize sinema eleştirileri yazdırmak istiyoruz... En iyisi kim? Araştırıyoruz... Bütün yollar Halit Bey'e çıkıyor. Sinema yazarı sevgili dostum rahmetli Erman Şener 'O hepimizden iyiydi!' derdi... Sonra da eklerdi: 'Ne yazık ki yönetmenliği tercih etti!'
Halit Bey o sıra bırakmıştı sinema yazılarını. Bir süre Milliyet'te yazmıştı. Araştırmıştım. Mükemmel yazılardı. Sinemanın çok ötesinde fikir yazıları...
Bir yerlerden telefonunu buldum. Aradım. Kendimi tanıtmam, derdimi anlatmam uzun sürdü. 'Ben artık yazmıyorum!' dedi... Bırakır mıyım peşini?.. Kendi de söylerdi... 'Ağzımdan girdi burnumdan çıktı, beni ikna etti! Kıramadım, kabul ettim'...
Evine gittim... O zamanlar Cihangir'e çıkan yokuşta oturuyorlardı, Gülper'le... Papağanları, kitapları, piyanoları, Adnan Saygun'un, Kemal Tahir'in resimleri, Beethoven'ın büstü, uzun saatler onu dinlediğim, bol bol fırçasını yediğim, azarını işittiğim koltukları ve tabii kedileri...
Sonra yayınevine davet ettim. Ve benim için hayatımın en renkli, en zenginleştirici, en yorucu, en zevkli, en yaratıcı serüveni başladı... Bravo'da, Playboy'da, Sanat Olayı'nda birlikte olduk. Pek çok TV programında boy gösterdik. Ve tabii ki onun fikri liderliğinde Türk NPQ'sunu yıllarca yayınladık... Derginin orijinalinin editörü Nathan Gardels'ın ona ve fikirlerine duyduğu hayranlığa tanık olmasam ve diğer uluslararası fikir adamlarının onun karşısında olmaktan duydukları saygı ve onuru paylaşmamış olsam, 'abartıyorlar' derdim...
Gülper'in ailesinden kalma alışkanlığı sürdürüp Sapanca'nın Mahmudiye köyüne gitmeye başladıklarında biz de onlara takıldık... Yüz yıllık bir köy evi kiraladık. Doğa ile dost olmanın zevkini çıkarmayı ondan öğrendiğimi açık yüreklilikle teslim edebilirim...
Yıllarca neredeyse her hafta sonu uzun yürüyüşlerde benim eğitim sürdü. Hödük ve cahil Marksistlikten, daha az cahil ve daha az hödük bir 'tarihi gerçekçi'liğe giden yoldaki ilk emekleme, ilk minik adımlar, Mahmudiye Köyü'nün ormanlarının içindeki uzun yürüyüşlere rastlar... Bugün bir dünya görüşüne sahip olduğumu iddia edebiliyorsam, bunun temel taşlarını Halit Bey'le birlikte koyduğumuzu sadece bugün onun arkasından söylemiyorum. Yukarıda Allah, yeryüzünde eşi, eşim, kızım, oğlum, asistanım, Ülkü Karaosmanoğlu dostum ve benim kitabımı, yazılarımı okuyan herkes tanıktır...
Ne kadar da kızardı bana... Sonra biraz da gönlümü almak için olacak, Kemal Tahir'in kendisine sevgi dolu serzenişlerinden söz ederdi. Söze 'Bak, Aliciğim!' diye başladı mı, ardından ne geleceğini sezinlemek zor olmazdı. Yüzüme vurmazdı ama ben bilirdim bende neleri eleştirdiğini: Bugün benim de çevremdekileri 'itip kaktığım' zaaflardı vurguladıkları...
Bütünsellik içinde bakamamak.. Derinlik kazanamamak... Konuları başkalarından dinleyip okumak, kaynağına inememek (gazete entelektüelliği)... Tarih bilinci kazanamamak (resmi tarihe takılıp kalmak)... Memleket sevgisini demode bir duyarlılık olarak görmek... İslamiyet'i ve kültürünü ön yargılarla yadsımak ve bu nedenle içinde yaşadığı milletin ortak ruhi şekillenmesini kavrayamamak... Her Müslüman'ı şeriatçı mürteci; her subayı darbeci faşist; her zengini vahşi kapitalizmin bir uzantısı; yabancılarla iş yapan her Allah'ın kulunu vatan haini olarak görmek...
Allah'tan Halit Bey'le ilgili pişmanlıklarım çok yok... 'Ah keşke şunu da yapsaydık!' diyeceğim şeyler çok az... Ona saygıda hiçbir zaman kusur etmedim. 'Keşke şöyle davranmasaydım!' diyebileceğim kötü bir hatıramız da yok... Bundan büyük mutluluk olabilir mi bir insan, bir üst düzey ilişki için...
Öz babamla son 7 yılımızda benzer bir ilişki kurmayı başarmıştım... Ancak o yaşa geldiğimde ilişkiyi onun değil benim yönetmem gerektiğini kavramıştım... Onun da vefatında içim çok rahattı... Şimdi de garip bir huzur ve esenlik duyuyorum... Dünyanın en büyük düşünürlerinden birinin bunca yıl bu kadar yakınında durabilmiş olmak ne büyük ayrıcalık... Ondan 'irfanlı olmayı' öğrenmeye çalışmak ve daha pek çok hasletin kapılarının aralandığı ufuk turlarına birlikte çıkabilmenin huzur ve esenliğini yaşamak ayrıcalık değil de nedir?
'Dünyanın en büyük düşünürlerinden biri' tespitime katılmayacaklar ve abarttığımı düşünenler olacaktır... Hiç itirazım yok... Hayattaki tek başarımı, herkes gibi düşünmemeye borçluyum. Onu da zaten 'Babam ve ustamdan öğrendim'...
Yolun açık olsun sevgili büyüğüm...