Bahar Amerika’ya gitti diye hislenmeyin!
22 HAZİRAN 2003
Halit Refiğ’in iki filmi ‘Hanım’ ve ‘Teyzem’, onun genel çizgisine paralel ama diğer filmlerinden çok farklı iki önemli eseridir. İlkinde Yıldız Kenter, ikincisinde Müjde Ar, bireyin derinliklerindeki dramı anlatırlar.
‘Teyzem’de Müjde Ar’ın babası emekli bir astsubaydır. Kızının şizofren olmasında büyük etkisi vardır.
Film gösterime girdiğinde tepki almıştı: “Türk ordusunda böyle astsubaylar olamaz!”
Benzer tepkiler pek çok başka film için de gösterilmişti: Türk polisi dürüsttür, böyle gösteremezsiniz... Türk avukatlarına, hâkimlerine hakaret ediliyor!
Oysa sinema bir kurgu... Asmalı Komak’ın senaristi Meral Okay bas bas bağrıyor: “Dizideki tipler, hayal ürünüdür... Canlandırmadır... Onları ben kafamda yarattım!”...
Hayır! Türk hekimleri ayakta! Bahar niye Türkiye’de tedavi görmüyor? Bu Türk hekimlerine hakarettir... Bazı son derece akıllı köşe yazarları da bu görüşleri destekler yazılar yazdılar...
O zaman Amerikan filmlerini izlerken de şöyle sonuçlar çıkarılabilir: ABD polisinin bütün şefleri uyuşturucu kaçakçılarıyla işbirliği içindedir; hâkimlerin yarıdan fazlası yer altı dünyasına çalışır; ABD ordusunda ruh hastası, sahtekâr generallerden geçilmez; ABD başkanlarının hepsi uçkuruna düşkündür; FBI’ın birincil görevi ise Başkan’ın karanlık işlerini temizlemektir; CIA üst yönetimi en has adamlarını politika gereği anında satar; ABD’de psikiyatrist yoktur, herkes ruhsal tedavi için İsviçre’ye gider; Amerikan sokaklarında hava karardıktan sonra dolaşılmaz; tüm zenciler pis, çürümüş birer potansiyel suçludur; zenciler her zaman horlanır ve haksızlığa uğrar...
Oysa hiçbir Allah’ın kulu da kalkıp Amerikan filmlerini bu nedenlerle eleştirmeyi aklının ucundan geçirmez. Çünkü film ve diziler, belgesel değildir. Amaçları gerçeği yansıtmak hiç değildir. Hedef bir ‘düş’ ortamı oluşturmak, Meral Okay’ın dediği gibi bir ‘illüzyon’ (Yanılsama) yaratmaktır.
Reklam filmleri de öyle değil mi? Şimdi kalkıp, insanlar duvara tırmanamaz; yaşlı kadınlar da pet kullanabilir, hiçbir kadın çamaşırına bakıp, bembeyaz oldu diye sevinç çığlıkları atmaz; Beyoğlu’ndan insanların yaptığı hareketlerden müzik çıkmaz; metal bir bloktan çekiçle vura vura otomobil yapılmaz; kartla alışveriş yapınca puanlar vücuda yapışmaz diye eleştiri getirmek abes olmaz mı?
İşte necip Türk hekimlerinin Bahar ABD’ye gitti diye ‘hislenmeleri’ de o kadar abestir...
Meral Okay, dizinin son gecesi hem TV 8’deki hem de Kanal D’deki programlarda mükemmel bir söyleşi verdi. İbret niteliğinde. Ağzına sağlık! Bu arada Fatih Altaylı’nın da aklına sağlık. Dizi biter bitmez, Ürgüp’teki çekim alanından yaptığı canlı yayın bir iletişim harikasıydı.
ATV’nin ortalıkta görünmeyi pek sevmeyen, iletişim dehası Genel Müdürü Fatih Edipoğlu’nu anmadan geçmek de yanlış olur. Baktım basında Edipoğlu ile ilgili tık yok. Günde kimbilir kaç dizi film teklifi geliyordur önüne. Ama o hem doğru, hem de iyi olanı bulup çıkarmada, adı sanı bilinmeyen ekipleri star yapmakta yaman bir ustalık gösteriyor. Hem de yıllardır. Prime-time denen 20.00-23.00 arası yayında ATV tüm kanallara açık ara fark atıyorsa, bunda o diziler kadar, belki de onlardan çok Fatih Edipoğlu’nun katkısı vardır. İletişimde strateji her zaman uygulamanın önünde gelir...
New York Times onun için New York Times
Bir süre önce gazetelerde küçük bir haber bir-iki gün görüldü ve geçti. New York Times yalan ve çalıntı haber konusunu başkalarına fırsat vermeden kendisi gündeme getirmişti. İki yazarını ifşa etmişti. Ardından hem Genel Yayın Yönetmeni istifasını vermişti, hem de Yazı İşleri Müdürü. Bu iki yöneticinin olan bitenden büyük bir olasılıkla haberleri yoktu. Ama olsun, kriz çıktı mı gereği yapılacak, kurunun yanında yanması gereken yaşlar da yanacaktı... Çünkü başka türlü güven geri kazanılamazdı...
İşin başında biraz itibar kaybeder gibi olsa da New York Times, bu olaydan kendisine duyulan güveni tazeleyip artırarak çıkacaktır.
Şimdi dönüp kendimize bakmanın tam zamanıdır...
Fazla derin araştırmaya gerek yok. En basit örnekten gitmekte yarar var...
Tekil şahıslara ya da kurumlara karşı hakaret ettikleri gerekçesiyle büyük tazminatlara mahkûm olmuş gazeteciler ve bunların genel yayın yönetmenleri yerlerinde duruyor mu, durmuyor mu? Bunların patronları, New York Times’ın imtiyaz sahibi Arthur Sulzberg gibi derhal görevden alınmalarını isteyip, durumu kamu oyu ve kamu vicdanı ile paylaşmışlar mı? Yoksa işi örtbas mı etmişler?..
Son dönemde bir tek Sabah’da Fettullah Gülen’le ilgili bir yalan haberde benzer bir davranış sergilendiğine ve kamu oyunun bilgilendirildiğine tanık oldum. Bunun dışında bir uygulamayı bilen varsa lütfen beni uyarsın.
Öyle yalandan kınama yazısı göndermeyi, muhabiri çağırıp haşlamayı, köşe yazarını kibarca uyarmayı kastetmiyorum. Yukarıdaki örnek gibi bir tutumu kastediyorum...
İşte onun için New York Times, New York Times oluyor. Onun için reklam gelirleri ve ekonomisi ayakta duruyor. Onun için o sektörün itibarı bizdeki gibi en alt sıralarda yer almıyor...
Ah Şarık Bey, ah!
ENKA’nın patronu Sn. Şarık Tara’yı yakından tanıma fırsatını buldum. Olağanüstü işler yapmıştır memleketi için. Okullarının başarısı, verdiği öğrenci bursları saymakla bitmez. AB serüvenimizde verdiği maddî ve manevî desteğe tanıklık ettim.
Rusya’da iş yapmak isteyen herkese kendisi de, oğlu Sinan Tara da her zaman kol kanat germişlerdir.
Hiçbir ticari ilişkimiz olmadı. Sınırsız saygım olmasına rağmen bir konuda hiçbir zaman anlaşamadık. “Şarık Ağabey, şu yaptıklarınızı sistematik bir şekilde anlatmanız lâzım!”. Cevabı hep aynıydı: “Yok gereği. Gören görür!”.
Zül addediyor sanki yaptıklarını anlatmayı.
Hükümet elektriği tüm dünyanın tercih ettiği gibi kömürden elde etmek yerine doğal gazı stratejik ürün seçtiyse, hükümet elektriği şu kadardan alırım diye garanti vererek ihale açtıysa, açılan ihaleyi en iyi şartları yerine getirip yabancı ortağı ile yurt dışından iki küsur milyar dolar sağlayan Enka kazandıysa, bunda Şarık Tara’nın ne günahı var? Sistemi o hale getirenler, ulusal çıkarlarımıza çok daha uygun olan kömürü yok sayanlar, 1991’den sonra Türkiye’nin içini boşaltanlar utansın.
Enka’nın günahı tabii ki var! Tüm yaptıklarını düzenli ve açık bir şekilde anlatmamış olmak... Ve hâlâ anlatamamya devam etmek...
73 yıllık ömrüne dünyanın en anlamlı başarı öykülerini sığdırmış bu dev adamla ilgili son günlerde çıkan haberleri okudukça, hem vefasızlığa yanıyor, hem de çaresizliğime hayıflanıyorum...
Hacı Şakir’e buruk teşekkür
Kurumsal itibar için yayınlanmış prestij kitaplarına hayranım. Trilyon verseniz bir daha bir benzerini bulmanız zordur. Bu kez de elimde Rota Yayınları’nın hazırladığı, Hacı Şakir Sabunları’nın çıkardığı “Sabunun Hikâyesi” var.
Olağanüstü bir kalite ve içerik zenginliği. Tebrikler, teşekkürler Hacı Şakir... Rota Yayınları’nın sevimli sahibesi Günseli Ocakoğlu’nu aradım: “Kaç bastınız?”. Cevap çarpıcı:“1000 Türkçe, 500 İngilizce!”
Çok pahalı olduğu her yanından belli olan bu kitabı daha fazla basmak çılgınlık olurdu zaten. Hem de gereksiz... Fakat her zaman dediğimiz gibi, 7’den 77’ye, en zengininden en fakirine, herkesin kullandığı sabun gibi bir ürünün bu muhteşem kitabı, sadece bir avuç insana mı ulaşmalıydı? Birinci hamur kitap kâğıdına çok daha ucuza maledilmiş bir baskı, her markette Hacı Şakir alana bedava verilemez miydi? Onca yılın bir vefa borcu olarak?.. Yazık olmuş... Bu canım kitabı gerçek sahiplerinden esirgememek gerekirmiş...
Bir özür borcu...
İki hafta önce yazmıştım. Philips benim ilk göz ağrımdır. Babam mühendisti. Teknikten anlar, bu konuda kılı kırk yarardı. Frigidaire marka buzdolabımız hariç, ampuller dahil evimizdeki tüm elektronik aletler Philips marka idi.
Bir arkadaşımız son Philips kampanya reklamını gördükten sonra Gayrettepe çevresindeki 7 bayii tek tek arayıp, hepsinden de ya “Bizde yok!”, “Biz satmıyoruz!”, ya da “Öteki bayiler satıyor”, “Telefonunuzu bırakın arayalım” gibi yanıtlar almıştı.
Türk Philips Elektronik Genel Müdürü Atilla Tüfekçi, bir mektup yazmış. Effect Halkla İlişkiler’e göndermiş. Onlar da bana göndermişler. Sağ olsunlar.
Sayın Genel Müdür mektubunda, “İnternetten bulabilirlerdi”, diyor. Zaten bayileri internetten bulmuşlardı. “Cep telefonları çok farklı bir dağıtım kanalıyla müşteriye ulaşmakta”, diyor. Bu tüketiciyi ilgilendirmez. Tüketici Philips’i bilir. Genel Müdür “Philips’in ücretsiz tüketici hattına başvurabilirlerdi” diyor. Müşteri ille de çaba mı harcamalı? Günümüzde müşteri aslanın ağzında değil, midesine inmiş. Kendi kendine gelmez avcunuzun içine.
Atilla Bey’in belirttiği bir husus var ki, orada yerden göğe kadar haklı. “Verdiğiniz bilgilerin doğruluğunu kontrol etmek için Philips’e telefon etmeyi ihmal ederek; iletişimde en büyük kuralı ihlal etmiş olmuyor musunuz?” diye sormuş. Haklıdır. Samimiyetle özür diliyorum kendisinden. Konunun kahramanı Burak Tezcan Bey, 2 bayi’den olumsuz yanıt alıp bana aktardığında, “5 bayii daha arayın, iyice emin olun, ondan sonra yazalım,” demekle yetinmeyip, bir de Philips’i aramalıydım...
Sayın Genel Müdür mektubunu kibarca, “Eleştirilerinizi dikkate alarak sizlere daha iyi hizmet vermek için daha fazla çaba sarf edeceğiz” diye bitirmiş. Yanılmıyorsam Burak Bey’i de aramışlar. İşte benim markama da bu tavır yakışır zaten...
Amacımız bir örnekten yola çıkarak iletişim zincirinin, ancak en zayıf halkası kadar güçlü olabileceğine işaret etmekti. Hepsi bu.
Kısa...Kısa...
· Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal, uçaktan t-shirt’le indi diye, gazetecilere fotoğraf ambargosu koymuş. TRT merkezi muhabirinden habersiz küt diye canlı yayına girmez mi? Çok bozulmuş sayın Ziyal. Fotoğrafa baktım çok şık. Durduk yerde kendi krizini kendi yaratmasa, hariciyenin halktan kopuk o kakavan çizgili lâci, siyah takım elbise muabbetini kıracak... Ama hayır, kahretmiş kendine dünyayı. Başbakanına baksa rahatlayacak... Tayyip Bey bu konuda çok daha komplekssiz...
· Procter & Gamble, hani pek çok deterjan ve temizlik ürünün arkasındaki dünya devi kuruluş, çalışanlarını harekete geçirmiş ve hep birlikte sokak köpeklerini koruyan kuruluşlara destek vermeye başlamışlar. Dev uyanıyor. P&G, özellikle Türkiye’de kurumsal iletişim yapmazdı. Sadece ABD’de Missisipi nehrinin temizlenmesi ile ilgili bir kampanya yürüütğünü biliyorum. ‘Cemaatle ilişkiler’ sadece Kurumsal’a değil iç iletişime de hizmet eder. Sokak köpekleri hedef kitlesine uygun mudur, ölçmedim. Bilmem. Ama PR etkinliği olarak çok iyi bir iş yapmış P&G.
· Firmalar ve reklam ajansları zaman zaman reklam filmlerinden kareler gönderiyolar bize. Çoğu zaman içinde tek satır yok. Genellikle hitap da yok... Ne yapacağım şimdi ben bunları. Nerede bu anlatımı seçmelerinin nedenleri, nerede başarılarını gösteren ölçümleme rakamları... Nerede, reklamdaki mesajı perçinledikleri yazılı basın reklamları, PR, alternatif medya gibi diğer iletişim kanalları ile bağlantılar... Bekliyorum...
‘Teyzem’de Müjde Ar’ın babası emekli bir astsubaydır. Kızının şizofren olmasında büyük etkisi vardır.
Film gösterime girdiğinde tepki almıştı: “Türk ordusunda böyle astsubaylar olamaz!”
Benzer tepkiler pek çok başka film için de gösterilmişti: Türk polisi dürüsttür, böyle gösteremezsiniz... Türk avukatlarına, hâkimlerine hakaret ediliyor!
Oysa sinema bir kurgu... Asmalı Komak’ın senaristi Meral Okay bas bas bağrıyor: “Dizideki tipler, hayal ürünüdür... Canlandırmadır... Onları ben kafamda yarattım!”...
Hayır! Türk hekimleri ayakta! Bahar niye Türkiye’de tedavi görmüyor? Bu Türk hekimlerine hakarettir... Bazı son derece akıllı köşe yazarları da bu görüşleri destekler yazılar yazdılar...
O zaman Amerikan filmlerini izlerken de şöyle sonuçlar çıkarılabilir: ABD polisinin bütün şefleri uyuşturucu kaçakçılarıyla işbirliği içindedir; hâkimlerin yarıdan fazlası yer altı dünyasına çalışır; ABD ordusunda ruh hastası, sahtekâr generallerden geçilmez; ABD başkanlarının hepsi uçkuruna düşkündür; FBI’ın birincil görevi ise Başkan’ın karanlık işlerini temizlemektir; CIA üst yönetimi en has adamlarını politika gereği anında satar; ABD’de psikiyatrist yoktur, herkes ruhsal tedavi için İsviçre’ye gider; Amerikan sokaklarında hava karardıktan sonra dolaşılmaz; tüm zenciler pis, çürümüş birer potansiyel suçludur; zenciler her zaman horlanır ve haksızlığa uğrar...
Oysa hiçbir Allah’ın kulu da kalkıp Amerikan filmlerini bu nedenlerle eleştirmeyi aklının ucundan geçirmez. Çünkü film ve diziler, belgesel değildir. Amaçları gerçeği yansıtmak hiç değildir. Hedef bir ‘düş’ ortamı oluşturmak, Meral Okay’ın dediği gibi bir ‘illüzyon’ (Yanılsama) yaratmaktır.
Reklam filmleri de öyle değil mi? Şimdi kalkıp, insanlar duvara tırmanamaz; yaşlı kadınlar da pet kullanabilir, hiçbir kadın çamaşırına bakıp, bembeyaz oldu diye sevinç çığlıkları atmaz; Beyoğlu’ndan insanların yaptığı hareketlerden müzik çıkmaz; metal bir bloktan çekiçle vura vura otomobil yapılmaz; kartla alışveriş yapınca puanlar vücuda yapışmaz diye eleştiri getirmek abes olmaz mı?
İşte necip Türk hekimlerinin Bahar ABD’ye gitti diye ‘hislenmeleri’ de o kadar abestir...
Meral Okay, dizinin son gecesi hem TV 8’deki hem de Kanal D’deki programlarda mükemmel bir söyleşi verdi. İbret niteliğinde. Ağzına sağlık! Bu arada Fatih Altaylı’nın da aklına sağlık. Dizi biter bitmez, Ürgüp’teki çekim alanından yaptığı canlı yayın bir iletişim harikasıydı.
ATV’nin ortalıkta görünmeyi pek sevmeyen, iletişim dehası Genel Müdürü Fatih Edipoğlu’nu anmadan geçmek de yanlış olur. Baktım basında Edipoğlu ile ilgili tık yok. Günde kimbilir kaç dizi film teklifi geliyordur önüne. Ama o hem doğru, hem de iyi olanı bulup çıkarmada, adı sanı bilinmeyen ekipleri star yapmakta yaman bir ustalık gösteriyor. Hem de yıllardır. Prime-time denen 20.00-23.00 arası yayında ATV tüm kanallara açık ara fark atıyorsa, bunda o diziler kadar, belki de onlardan çok Fatih Edipoğlu’nun katkısı vardır. İletişimde strateji her zaman uygulamanın önünde gelir...
New York Times onun için New York Times
Bir süre önce gazetelerde küçük bir haber bir-iki gün görüldü ve geçti. New York Times yalan ve çalıntı haber konusunu başkalarına fırsat vermeden kendisi gündeme getirmişti. İki yazarını ifşa etmişti. Ardından hem Genel Yayın Yönetmeni istifasını vermişti, hem de Yazı İşleri Müdürü. Bu iki yöneticinin olan bitenden büyük bir olasılıkla haberleri yoktu. Ama olsun, kriz çıktı mı gereği yapılacak, kurunun yanında yanması gereken yaşlar da yanacaktı... Çünkü başka türlü güven geri kazanılamazdı...
İşin başında biraz itibar kaybeder gibi olsa da New York Times, bu olaydan kendisine duyulan güveni tazeleyip artırarak çıkacaktır.
Şimdi dönüp kendimize bakmanın tam zamanıdır...
Fazla derin araştırmaya gerek yok. En basit örnekten gitmekte yarar var...
Tekil şahıslara ya da kurumlara karşı hakaret ettikleri gerekçesiyle büyük tazminatlara mahkûm olmuş gazeteciler ve bunların genel yayın yönetmenleri yerlerinde duruyor mu, durmuyor mu? Bunların patronları, New York Times’ın imtiyaz sahibi Arthur Sulzberg gibi derhal görevden alınmalarını isteyip, durumu kamu oyu ve kamu vicdanı ile paylaşmışlar mı? Yoksa işi örtbas mı etmişler?..
Son dönemde bir tek Sabah’da Fettullah Gülen’le ilgili bir yalan haberde benzer bir davranış sergilendiğine ve kamu oyunun bilgilendirildiğine tanık oldum. Bunun dışında bir uygulamayı bilen varsa lütfen beni uyarsın.
Öyle yalandan kınama yazısı göndermeyi, muhabiri çağırıp haşlamayı, köşe yazarını kibarca uyarmayı kastetmiyorum. Yukarıdaki örnek gibi bir tutumu kastediyorum...
İşte onun için New York Times, New York Times oluyor. Onun için reklam gelirleri ve ekonomisi ayakta duruyor. Onun için o sektörün itibarı bizdeki gibi en alt sıralarda yer almıyor...
Ah Şarık Bey, ah!
ENKA’nın patronu Sn. Şarık Tara’yı yakından tanıma fırsatını buldum. Olağanüstü işler yapmıştır memleketi için. Okullarının başarısı, verdiği öğrenci bursları saymakla bitmez. AB serüvenimizde verdiği maddî ve manevî desteğe tanıklık ettim.
Rusya’da iş yapmak isteyen herkese kendisi de, oğlu Sinan Tara da her zaman kol kanat germişlerdir.
Hiçbir ticari ilişkimiz olmadı. Sınırsız saygım olmasına rağmen bir konuda hiçbir zaman anlaşamadık. “Şarık Ağabey, şu yaptıklarınızı sistematik bir şekilde anlatmanız lâzım!”. Cevabı hep aynıydı: “Yok gereği. Gören görür!”.
Zül addediyor sanki yaptıklarını anlatmayı.
Hükümet elektriği tüm dünyanın tercih ettiği gibi kömürden elde etmek yerine doğal gazı stratejik ürün seçtiyse, hükümet elektriği şu kadardan alırım diye garanti vererek ihale açtıysa, açılan ihaleyi en iyi şartları yerine getirip yabancı ortağı ile yurt dışından iki küsur milyar dolar sağlayan Enka kazandıysa, bunda Şarık Tara’nın ne günahı var? Sistemi o hale getirenler, ulusal çıkarlarımıza çok daha uygun olan kömürü yok sayanlar, 1991’den sonra Türkiye’nin içini boşaltanlar utansın.
Enka’nın günahı tabii ki var! Tüm yaptıklarını düzenli ve açık bir şekilde anlatmamış olmak... Ve hâlâ anlatamamya devam etmek...
73 yıllık ömrüne dünyanın en anlamlı başarı öykülerini sığdırmış bu dev adamla ilgili son günlerde çıkan haberleri okudukça, hem vefasızlığa yanıyor, hem de çaresizliğime hayıflanıyorum...
Hacı Şakir’e buruk teşekkür
Kurumsal itibar için yayınlanmış prestij kitaplarına hayranım. Trilyon verseniz bir daha bir benzerini bulmanız zordur. Bu kez de elimde Rota Yayınları’nın hazırladığı, Hacı Şakir Sabunları’nın çıkardığı “Sabunun Hikâyesi” var.
Olağanüstü bir kalite ve içerik zenginliği. Tebrikler, teşekkürler Hacı Şakir... Rota Yayınları’nın sevimli sahibesi Günseli Ocakoğlu’nu aradım: “Kaç bastınız?”. Cevap çarpıcı:“1000 Türkçe, 500 İngilizce!”
Çok pahalı olduğu her yanından belli olan bu kitabı daha fazla basmak çılgınlık olurdu zaten. Hem de gereksiz... Fakat her zaman dediğimiz gibi, 7’den 77’ye, en zengininden en fakirine, herkesin kullandığı sabun gibi bir ürünün bu muhteşem kitabı, sadece bir avuç insana mı ulaşmalıydı? Birinci hamur kitap kâğıdına çok daha ucuza maledilmiş bir baskı, her markette Hacı Şakir alana bedava verilemez miydi? Onca yılın bir vefa borcu olarak?.. Yazık olmuş... Bu canım kitabı gerçek sahiplerinden esirgememek gerekirmiş...
Bir özür borcu...
İki hafta önce yazmıştım. Philips benim ilk göz ağrımdır. Babam mühendisti. Teknikten anlar, bu konuda kılı kırk yarardı. Frigidaire marka buzdolabımız hariç, ampuller dahil evimizdeki tüm elektronik aletler Philips marka idi.
Bir arkadaşımız son Philips kampanya reklamını gördükten sonra Gayrettepe çevresindeki 7 bayii tek tek arayıp, hepsinden de ya “Bizde yok!”, “Biz satmıyoruz!”, ya da “Öteki bayiler satıyor”, “Telefonunuzu bırakın arayalım” gibi yanıtlar almıştı.
Türk Philips Elektronik Genel Müdürü Atilla Tüfekçi, bir mektup yazmış. Effect Halkla İlişkiler’e göndermiş. Onlar da bana göndermişler. Sağ olsunlar.
Sayın Genel Müdür mektubunda, “İnternetten bulabilirlerdi”, diyor. Zaten bayileri internetten bulmuşlardı. “Cep telefonları çok farklı bir dağıtım kanalıyla müşteriye ulaşmakta”, diyor. Bu tüketiciyi ilgilendirmez. Tüketici Philips’i bilir. Genel Müdür “Philips’in ücretsiz tüketici hattına başvurabilirlerdi” diyor. Müşteri ille de çaba mı harcamalı? Günümüzde müşteri aslanın ağzında değil, midesine inmiş. Kendi kendine gelmez avcunuzun içine.
Atilla Bey’in belirttiği bir husus var ki, orada yerden göğe kadar haklı. “Verdiğiniz bilgilerin doğruluğunu kontrol etmek için Philips’e telefon etmeyi ihmal ederek; iletişimde en büyük kuralı ihlal etmiş olmuyor musunuz?” diye sormuş. Haklıdır. Samimiyetle özür diliyorum kendisinden. Konunun kahramanı Burak Tezcan Bey, 2 bayi’den olumsuz yanıt alıp bana aktardığında, “5 bayii daha arayın, iyice emin olun, ondan sonra yazalım,” demekle yetinmeyip, bir de Philips’i aramalıydım...
Sayın Genel Müdür mektubunu kibarca, “Eleştirilerinizi dikkate alarak sizlere daha iyi hizmet vermek için daha fazla çaba sarf edeceğiz” diye bitirmiş. Yanılmıyorsam Burak Bey’i de aramışlar. İşte benim markama da bu tavır yakışır zaten...
Amacımız bir örnekten yola çıkarak iletişim zincirinin, ancak en zayıf halkası kadar güçlü olabileceğine işaret etmekti. Hepsi bu.
Kısa...Kısa...
· Dış İşleri Bakanlığı Müsteşarı Uğur Ziyal, uçaktan t-shirt’le indi diye, gazetecilere fotoğraf ambargosu koymuş. TRT merkezi muhabirinden habersiz küt diye canlı yayına girmez mi? Çok bozulmuş sayın Ziyal. Fotoğrafa baktım çok şık. Durduk yerde kendi krizini kendi yaratmasa, hariciyenin halktan kopuk o kakavan çizgili lâci, siyah takım elbise muabbetini kıracak... Ama hayır, kahretmiş kendine dünyayı. Başbakanına baksa rahatlayacak... Tayyip Bey bu konuda çok daha komplekssiz...
· Procter & Gamble, hani pek çok deterjan ve temizlik ürünün arkasındaki dünya devi kuruluş, çalışanlarını harekete geçirmiş ve hep birlikte sokak köpeklerini koruyan kuruluşlara destek vermeye başlamışlar. Dev uyanıyor. P&G, özellikle Türkiye’de kurumsal iletişim yapmazdı. Sadece ABD’de Missisipi nehrinin temizlenmesi ile ilgili bir kampanya yürüütğünü biliyorum. ‘Cemaatle ilişkiler’ sadece Kurumsal’a değil iç iletişime de hizmet eder. Sokak köpekleri hedef kitlesine uygun mudur, ölçmedim. Bilmem. Ama PR etkinliği olarak çok iyi bir iş yapmış P&G.
· Firmalar ve reklam ajansları zaman zaman reklam filmlerinden kareler gönderiyolar bize. Çoğu zaman içinde tek satır yok. Genellikle hitap da yok... Ne yapacağım şimdi ben bunları. Nerede bu anlatımı seçmelerinin nedenleri, nerede başarılarını gösteren ölçümleme rakamları... Nerede, reklamdaki mesajı perçinledikleri yazılı basın reklamları, PR, alternatif medya gibi diğer iletişim kanalları ile bağlantılar... Bekliyorum...