Bakalım hangisi devrilecek?
12 EYLÜL 2007
İş, dün sabah Tatlıses FM’de Cumhuriyet Gazetesi’nin iki ciddi yazarının - Mustafa Balbay ve Ümit Zileli – çiş olayını tartışmalarına kadar geldi dayandı. Balbay diyordu ki, “Sanki sokaklarımız tertemiz, bal dök yala!”... Kasıt arıyorlardı çiş cezasında...
Aslında dört köşeli bir kriz, şu ‘çiş işi’... Bir köşesinde bir Milletvekili, çapraz köşesinde bir Belediye Başkanı, üçüncü köşede Ali Dibo iddiaları (rüşvet, irtikap, suistimal vs), dördüncü köşede def-i hacette bulunulmuş bir duvar...
Köşeler birbirine çarpıp duruyor ve her iki taraf da itibar kaybediyor. Kanama had safhada. Oysa yapılacak şey çok basitti. Milletvekili Gökhan Durgun kalkıp özür dileyecek; cezasını paşa paşa ödeyecekti. Hatta bir de gerekçe ileri sürebilirdi: “Rahatsızım. Mesanede sorun var. Tutmamam gerekiyordu. Bir sonraki tuvalete kadar beklemem mümkün değildi!”
Olaya gülüp geçecek, hatta kendisine de acıyacaktık...
Şu anda ise durum Gladyatör filmindeki arena sahnelerine benziyor. Ortada gladyatörler kapışmış; biz de tribünlerden manzarayı izliyoruz... Bir kısmımız Ak Partili Başkana alkış tutuyor; diğerleri CHP’li Milletvekiline. İkisinden biri birazdan devrilip kalacak...
Ağzına geleni söylersen bedel ödersin
Olay İzmir Fuarı’nda geçmiş. 10 yıl önce. Özcan Deniz Bey sahnede. Birden yüzüne doğru bir bez parçası fırlatılmış. Mendil gibi bir şey...
Özcan Bey bezi eline alıp yaklaşık bir saat kadar oradan oraya halay çekip, oynamış. Dantelli bezi de bir güzel sallamayı ihmal etmemiş.
Şov bitmiş, kulise dönülmüş. Özcan Bey bir de bakmış, elindeki basit bir bez parçası ya da mendil değil, mis gibi bir bayan kilodu...
Özcan Deniz Antalya’daki konserinde bu olaydan söz ederken biraz da hayıflanmış: “Eskiden iç çamaşırlarını fırlatan bayanlara sıkça rastlardık. Acaba artık kilot mu giymiyorlar!”...
‘Kaş yaparken göz çıkarmak’; ‘özürü kabahatinden büyük olmak’ için herhalde bundan daha iyi bir örnek olmazdı. Özcan Deniz, hedef kitle segmentasyonu yapıyordur mutlaka. Ve bu segmentasyonun davranış alışkanlıklarını da analiz ediyordur. Yoksa erkeklerin böyle bir pop stara bacılarını, eşlerini, kızlarını emanet edeceklerini sanmıyorum. Bu da zaman içinde satın alma davranışına dönerse, yandı gülüm keten helva...
Ağzına ne gelirse söylememeyi bütün şöhretler ve yöneticiler öğreniyor. Bazıları aklını kullanarak; bazıları bedel ödeyerek...
Koç Holding’in de artık Bienali var
Önce Koç Holding strateji değiştirdi sandım. Öyle ya yıllarca temel iletişim stratejileri “Halka en yakın kuruluş olmak” şeklinde özetlenecek bir konsept üzerine kuruluydu. Oradan bakıldığında İstanbul Bienali sponsorluğu hayli ‘elitist’ kalıyordu... Bienal hangi hedef kitleleri ilgilendirirdi ki?.. Koç markalı ürünleri alanların Bienal’le ilgilerini anlamakta güçlük çekilebilirdi.
Oysa kazın ayağı hiç de öyle değildi. İş dünyasında aslolan meseleye nereden bakıldığı idi. Sponsorluğun iletişimine başladıklarında konu daha net anlaşıldı. Öncelikle bu sponsorluk, doğrudan hedef kitleleri değil, hedef kitleleri etkileyen hedef kitleleri hedefliyordu. (garip bir cümle oldu değil mi...)
İkincisi, ‘haydi hoppala’ bir fikir değil, kalıcı bir stratejinin ürünüydü. Bu işlerde süreklilik esastır. Koç da ilk etapta 10 yıl boyunca Bienali destekleyeceğini taahhüt ediyordu. Hem de abartılmamasına rağmen hayli önemli katkılarla.
Üçüncüsü, ‘ver unut’ yaklaşımı içinde değildiler. Sonuna kadar projenin arkasında duruyor, çok doğru radyo reklamlarıyla kilit mesajları iletiyor, doğrudan en üst düzeyden, Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa V. Koç vasıtasıyla konuyu izlediklerini belirtiyorlardı.
Bana sorarsanız, hem fikir hem uygulama Koç’un iletişim tarihinde bir yeniliktir.
Aslında dört köşeli bir kriz, şu ‘çiş işi’... Bir köşesinde bir Milletvekili, çapraz köşesinde bir Belediye Başkanı, üçüncü köşede Ali Dibo iddiaları (rüşvet, irtikap, suistimal vs), dördüncü köşede def-i hacette bulunulmuş bir duvar...
Köşeler birbirine çarpıp duruyor ve her iki taraf da itibar kaybediyor. Kanama had safhada. Oysa yapılacak şey çok basitti. Milletvekili Gökhan Durgun kalkıp özür dileyecek; cezasını paşa paşa ödeyecekti. Hatta bir de gerekçe ileri sürebilirdi: “Rahatsızım. Mesanede sorun var. Tutmamam gerekiyordu. Bir sonraki tuvalete kadar beklemem mümkün değildi!”
Olaya gülüp geçecek, hatta kendisine de acıyacaktık...
Şu anda ise durum Gladyatör filmindeki arena sahnelerine benziyor. Ortada gladyatörler kapışmış; biz de tribünlerden manzarayı izliyoruz... Bir kısmımız Ak Partili Başkana alkış tutuyor; diğerleri CHP’li Milletvekiline. İkisinden biri birazdan devrilip kalacak...
Ağzına geleni söylersen bedel ödersin
Olay İzmir Fuarı’nda geçmiş. 10 yıl önce. Özcan Deniz Bey sahnede. Birden yüzüne doğru bir bez parçası fırlatılmış. Mendil gibi bir şey...
Özcan Bey bezi eline alıp yaklaşık bir saat kadar oradan oraya halay çekip, oynamış. Dantelli bezi de bir güzel sallamayı ihmal etmemiş.
Şov bitmiş, kulise dönülmüş. Özcan Bey bir de bakmış, elindeki basit bir bez parçası ya da mendil değil, mis gibi bir bayan kilodu...
Özcan Deniz Antalya’daki konserinde bu olaydan söz ederken biraz da hayıflanmış: “Eskiden iç çamaşırlarını fırlatan bayanlara sıkça rastlardık. Acaba artık kilot mu giymiyorlar!”...
‘Kaş yaparken göz çıkarmak’; ‘özürü kabahatinden büyük olmak’ için herhalde bundan daha iyi bir örnek olmazdı. Özcan Deniz, hedef kitle segmentasyonu yapıyordur mutlaka. Ve bu segmentasyonun davranış alışkanlıklarını da analiz ediyordur. Yoksa erkeklerin böyle bir pop stara bacılarını, eşlerini, kızlarını emanet edeceklerini sanmıyorum. Bu da zaman içinde satın alma davranışına dönerse, yandı gülüm keten helva...
Ağzına ne gelirse söylememeyi bütün şöhretler ve yöneticiler öğreniyor. Bazıları aklını kullanarak; bazıları bedel ödeyerek...
Koç Holding’in de artık Bienali var
Önce Koç Holding strateji değiştirdi sandım. Öyle ya yıllarca temel iletişim stratejileri “Halka en yakın kuruluş olmak” şeklinde özetlenecek bir konsept üzerine kuruluydu. Oradan bakıldığında İstanbul Bienali sponsorluğu hayli ‘elitist’ kalıyordu... Bienal hangi hedef kitleleri ilgilendirirdi ki?.. Koç markalı ürünleri alanların Bienal’le ilgilerini anlamakta güçlük çekilebilirdi.
Oysa kazın ayağı hiç de öyle değildi. İş dünyasında aslolan meseleye nereden bakıldığı idi. Sponsorluğun iletişimine başladıklarında konu daha net anlaşıldı. Öncelikle bu sponsorluk, doğrudan hedef kitleleri değil, hedef kitleleri etkileyen hedef kitleleri hedefliyordu. (garip bir cümle oldu değil mi...)
İkincisi, ‘haydi hoppala’ bir fikir değil, kalıcı bir stratejinin ürünüydü. Bu işlerde süreklilik esastır. Koç da ilk etapta 10 yıl boyunca Bienali destekleyeceğini taahhüt ediyordu. Hem de abartılmamasına rağmen hayli önemli katkılarla.
Üçüncüsü, ‘ver unut’ yaklaşımı içinde değildiler. Sonuna kadar projenin arkasında duruyor, çok doğru radyo reklamlarıyla kilit mesajları iletiyor, doğrudan en üst düzeyden, Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa V. Koç vasıtasıyla konuyu izlediklerini belirtiyorlardı.
Bana sorarsanız, hem fikir hem uygulama Koç’un iletişim tarihinde bir yeniliktir.