'Barselona Barselona' neden bizde çekilemez
11 Ocak 2009 Akşam Gazetesi
Özgü Namal ve Aysun Kayacı gayet iyi eğitimli iki kız arkadaştır. Tatile çıkma planları vardır. Özgü yakında, uluslar arası satış içinde başarılı bir genç olan Ozan Güven ile evlenecektir. Ozan işi olduğu için İstanbul'da kalır; Özgü ile Aysun Napoli'ye, tanıdıkları entelektüel bir çiftin (Türkan Şoray ve Haluk Bilginer) evlerine yaz tatilini geçirmek için giderler. Bu arada İtalyanca da öğreneceklerdir...
Napoli'deki muhteşem villaya yerleşmelerinin hemen ertesinde bir sergide 'bohem' ressam Cem Özer ile karşılaşırlar. Sergi sonrası, kızlar karınlarını doyurmak için soluğu bir restoranda aldıklarında, bir de ne görsünler, Cem de orada... Arkadaşlarıyla muhabbet etmektedir... Bir süre önce, kendisi gibi ressam olan, ancak kıskançlık krizleri geçirdiği için kendisini öldürmek isteyen eşinden (Meltem Cumbul) yeni ayrılmış olan Cem, yemeğin bir yerinde kalkar; iki kızın yanına gelir ve onları kendi kullanacağı özel bir uçakla Santorini adasına iki günlük bir gezintiye davet eder. Hem çevreyi gezecekler, hem de üçü birlikte aşk yapacaklardır. Teklif budur. Özgü nazlanır. Aysun ise teşnedir (mütemayil, yatkın, yollu). Sonunda Cem her iki kızı da uçağa atmayı başarır. Santorini'de Cem tam Aysun'u götürecekken (!), zavallı kızın ülseri tutar ve mide ağrıları içinde kıvranarak kendisini yatağa zor atar. Özgü ise biraz önce müstakbel eşiyle sevimsiz bir telefon konuşması yapmıştır. Biraz da içkinin etkisiyle, açık havada iyice büyüsüne kapıldığı Cem'in kollarının arasına kendisini bırakır...
Sonrasında Cem'in Aysun'a yakınlaştığını görürüz. Aysun da Cem'e yükselmektedir zaten. Cem, yakında evlenecek olan Özgü'yü daha fazla oyalamak istememekte ve ondan uzak durmaktadır. Aysun'a müstakbel eşine dönmekten başka bir seçenek kalmamıştır. Bu arada Ozan Napoli konsolosluğumuzda kıyılacak bir sürpriz nikahın bütün hazırlıklarını yapmıştır. Kalkar Napoli'ye gelir... İyice yakınlaşmış ve birlikte yaşamaya başlamış olan Cem ile Özgü çok mutludurlar. Fakat kendilerini bekleyen sürprizden habersizdirler. O da ne?.. Bir gece aniden acı acı çalan bir telefonla uyanırlar. Hastaneden aranmaktadırlar. Telefondaki ses, Meltem'in intihar girişiminde bulunduğunu bildirir. Aysun'u yatakta öylece bırakan Cem hastaneye koşar. Gidecek yeri yurdu, kimi kimsesi olmayan Meltem'i elinden tuttuğu gibi eve getirir.
Esas sürpriz şimdi gelecektir. Cem kızları tanıştırır ve döner Aysun'a durum raporu verir: 'Meltem'i öyle ortalıkta bırakamam. Bir süre bizimle birlikte yaşayacak!' Önce bir miktar huysuzluk yapan Meltem sonra yavaş yavaş Aysun'a yakınlık duyar. Bu yakınlık giderek 'ısınmaya' ve ısınma da nihayet 'yangın bir aşk'a dönüşür. Cennet gibi eski Napoli tarzı evde Cem, Aysun, Meltem 'üretken' ve 'sevişken' bir hayat sürmeye başlarlar. İkisi resim yaparlar. Aysun fotoğraf sanatının derinliklerini keşfeder.
Bu arada diğer iki kadın kocalarıyla pek mutlu değillerdir. Türkan, ileride kendisi gibi pişman olmaması için Özgü'yü kendi mutluluğu adına arada bir Cem'le kaçamak yapmak konusunda ikna eder. Cem de o sırada zaten Meltem'i yine evden kovmuştur. Çünkü Aysun kafasını dinlemek üzere bir süre önce evden ayrılmıştır. Ve bu durum Meltem'de üretimsizliğe ve sinir krizlerine neden olmuştur. Aynı üretimsizlik Cem için de geçerlidir. Yine kavgalar başlamış ve Cem dayanamayıp Meltem'i göndermiştir...
Yalnız kalan Cem, zaten istekli olan Özgü'yü eve 'atar'(!). Tam vuslat vukuu bulacağı sırada sevgililer silah sesleriyle irkilir. İkisini birden vurmaya yeltenen kişi tabii ki Meltem'den başkası değildir... Cem zar zor silahı Meltem'in elinden alır; ancak silahın patlamasına ve Özgü'nün elinden yararlanmasına engel olamaz. Özgü eve döndüğünde Ozan'a bir yalan uydurur. 'İtalyanca öğretmenim bana silah koleksiyonunu gösterirken kazayla patladı' der; Ozan da bunu yer.
Finale yaklaştığımızda, Özgü, Ozan ve Aysun İstanbul'a dönmek için hazırlanmaktadırlar... Filmin bundan sonrasını anlatmayacağım... Gerisini de bir zahmet siz izleyin..
Sorumu tekrarlıyorum: Yukarıdaki film Türkiye'de neden çekilemezdi?.. Çekilseydi de neden pek bir şeye benzemezdi? Neden aynı senaryoyu Woody Allen usta, Penolope Cruz, Scarlett Johansson, Rebecca Hall ve Javier Bardem ile İspanya'da çekince çok hoş bir film çıkıyor ortaya? Cuma günü Bersay İletişim Enstitüsü'nde (BİE) Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yılmaz Esmer'in 3 saat süren 'Ortak Ruhsal Şekillenme, İletişimde Demografi ve Yaşam Tarzları' adlı muhteşem konferansına katılmış olsaydınız, yanıtı küt diye yapıştırırdınız: 'Hedef kitlenin kültür ve değerlerindeki farklılık buna müsaade etmezdi... Bu filmi keyifle izleyeceklerin oranı da Türk toplumunda %7-8'i geçmez...' Dileyenler internetten 'www.worldvaluessurvey.org' adresine gider ve Hoca'nın da yıllardır Türkiye ayağını yürüttüğü dünya değerler araştırmalarına bir göz atabilir; ya da bu konuşmanın da içinde yer alacağı İletişimde Mükemmellik seminerleri kitabının yayınlanmasını bekler... O zaman belki dünyayı 'okumak' daha mı kolaylaşır?...
Özgü Namal ve Aysun Kayacı gayet iyi eğitimli iki kız arkadaştır. Tatile çıkma planları vardır. Özgü yakında, uluslar arası satış içinde başarılı bir genç olan Ozan Güven ile evlenecektir. Ozan işi olduğu için İstanbul'da kalır; Özgü ile Aysun Napoli'ye, tanıdıkları entelektüel bir çiftin (Türkan Şoray ve Haluk Bilginer) evlerine yaz tatilini geçirmek için giderler. Bu arada İtalyanca da öğreneceklerdir...
Napoli'deki muhteşem villaya yerleşmelerinin hemen ertesinde bir sergide 'bohem' ressam Cem Özer ile karşılaşırlar. Sergi sonrası, kızlar karınlarını doyurmak için soluğu bir restoranda aldıklarında, bir de ne görsünler, Cem de orada... Arkadaşlarıyla muhabbet etmektedir... Bir süre önce, kendisi gibi ressam olan, ancak kıskançlık krizleri geçirdiği için kendisini öldürmek isteyen eşinden (Meltem Cumbul) yeni ayrılmış olan Cem, yemeğin bir yerinde kalkar; iki kızın yanına gelir ve onları kendi kullanacağı özel bir uçakla Santorini adasına iki günlük bir gezintiye davet eder. Hem çevreyi gezecekler, hem de üçü birlikte aşk yapacaklardır. Teklif budur. Özgü nazlanır. Aysun ise teşnedir (mütemayil, yatkın, yollu). Sonunda Cem her iki kızı da uçağa atmayı başarır. Santorini'de Cem tam Aysun'u götürecekken (!), zavallı kızın ülseri tutar ve mide ağrıları içinde kıvranarak kendisini yatağa zor atar. Özgü ise biraz önce müstakbel eşiyle sevimsiz bir telefon konuşması yapmıştır. Biraz da içkinin etkisiyle, açık havada iyice büyüsüne kapıldığı Cem'in kollarının arasına kendisini bırakır...
Sonrasında Cem'in Aysun'a yakınlaştığını görürüz. Aysun da Cem'e yükselmektedir zaten. Cem, yakında evlenecek olan Özgü'yü daha fazla oyalamak istememekte ve ondan uzak durmaktadır. Aysun'a müstakbel eşine dönmekten başka bir seçenek kalmamıştır. Bu arada Ozan Napoli konsolosluğumuzda kıyılacak bir sürpriz nikahın bütün hazırlıklarını yapmıştır. Kalkar Napoli'ye gelir... İyice yakınlaşmış ve birlikte yaşamaya başlamış olan Cem ile Özgü çok mutludurlar. Fakat kendilerini bekleyen sürprizden habersizdirler. O da ne?.. Bir gece aniden acı acı çalan bir telefonla uyanırlar. Hastaneden aranmaktadırlar. Telefondaki ses, Meltem'in intihar girişiminde bulunduğunu bildirir. Aysun'u yatakta öylece bırakan Cem hastaneye koşar. Gidecek yeri yurdu, kimi kimsesi olmayan Meltem'i elinden tuttuğu gibi eve getirir.
Esas sürpriz şimdi gelecektir. Cem kızları tanıştırır ve döner Aysun'a durum raporu verir: 'Meltem'i öyle ortalıkta bırakamam. Bir süre bizimle birlikte yaşayacak!' Önce bir miktar huysuzluk yapan Meltem sonra yavaş yavaş Aysun'a yakınlık duyar. Bu yakınlık giderek 'ısınmaya' ve ısınma da nihayet 'yangın bir aşk'a dönüşür. Cennet gibi eski Napoli tarzı evde Cem, Aysun, Meltem 'üretken' ve 'sevişken' bir hayat sürmeye başlarlar. İkisi resim yaparlar. Aysun fotoğraf sanatının derinliklerini keşfeder.
Bu arada diğer iki kadın kocalarıyla pek mutlu değillerdir. Türkan, ileride kendisi gibi pişman olmaması için Özgü'yü kendi mutluluğu adına arada bir Cem'le kaçamak yapmak konusunda ikna eder. Cem de o sırada zaten Meltem'i yine evden kovmuştur. Çünkü Aysun kafasını dinlemek üzere bir süre önce evden ayrılmıştır. Ve bu durum Meltem'de üretimsizliğe ve sinir krizlerine neden olmuştur. Aynı üretimsizlik Cem için de geçerlidir. Yine kavgalar başlamış ve Cem dayanamayıp Meltem'i göndermiştir...
Yalnız kalan Cem, zaten istekli olan Özgü'yü eve 'atar'(!). Tam vuslat vukuu bulacağı sırada sevgililer silah sesleriyle irkilir. İkisini birden vurmaya yeltenen kişi tabii ki Meltem'den başkası değildir... Cem zar zor silahı Meltem'in elinden alır; ancak silahın patlamasına ve Özgü'nün elinden yararlanmasına engel olamaz. Özgü eve döndüğünde Ozan'a bir yalan uydurur. 'İtalyanca öğretmenim bana silah koleksiyonunu gösterirken kazayla patladı' der; Ozan da bunu yer.
Finale yaklaştığımızda, Özgü, Ozan ve Aysun İstanbul'a dönmek için hazırlanmaktadırlar... Filmin bundan sonrasını anlatmayacağım... Gerisini de bir zahmet siz izleyin..
Sorumu tekrarlıyorum: Yukarıdaki film Türkiye'de neden çekilemezdi?.. Çekilseydi de neden pek bir şeye benzemezdi? Neden aynı senaryoyu Woody Allen usta, Penolope Cruz, Scarlett Johansson, Rebecca Hall ve Javier Bardem ile İspanya'da çekince çok hoş bir film çıkıyor ortaya? Cuma günü Bersay İletişim Enstitüsü'nde (BİE) Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yılmaz Esmer'in 3 saat süren 'Ortak Ruhsal Şekillenme, İletişimde Demografi ve Yaşam Tarzları' adlı muhteşem konferansına katılmış olsaydınız, yanıtı küt diye yapıştırırdınız: 'Hedef kitlenin kültür ve değerlerindeki farklılık buna müsaade etmezdi... Bu filmi keyifle izleyeceklerin oranı da Türk toplumunda %7-8'i geçmez...' Dileyenler internetten 'www.worldvaluessurvey.org' adresine gider ve Hoca'nın da yıllardır Türkiye ayağını yürüttüğü dünya değerler araştırmalarına bir göz atabilir; ya da bu konuşmanın da içinde yer alacağı İletişimde Mükemmellik seminerleri kitabının yayınlanmasını bekler... O zaman belki dünyayı 'okumak' daha mı kolaylaşır?...