Bayramlaşmak bir ilişki işidir, iletişim değil
14 EKİM 2007
Bir haberden yola çıkarak kafaların zaman zaman iyice karıştığı ‘iletişim ile ilişki arasındaki fark’ meselesine kısa bir göz atmakta yarar olabilir. Önce haber. İnternetten aynen alıyorum:
“Gazeteci-yazar ve oyuncu İclal Aydın, sosyal veya profesyonel yaşamında iletişime önem veren herkesle bundan böyle Aralık Derneği’nde buluşacak. Sağlıklı bir diyalogun içten bir gülümsemeyle başladığını düşünen Aydın, iletişim sanatı adlı kursta iletişimin püf noktalarını öğretecek.
Bu kursun iş görüşmelerinden proje sunumlarına, radyo veya televizyonda sunumdan doğru röportaj vermeye, eşle kurulan iletişimden yeni iletişim tekniklerine kadar geniş bir içeriği olduğunu belirten Aydın, ‘Sosyal ve profesyonel ilişkilerinizi verimli hale getirmek istiyorsanız, bu kursa davetlisiniz’ diyor.”
Eğitimi düzenleyen Aralık Derneği’nin websitesine (http://www.aralik.net) baktım. Şöyle denmiş:
“Teşvikiye'de Elif Germiyanlıgil, Şirin Yalçın, İskender Savaşır, Zeynep Koçak ve Oya Fidanoğlu kuruculuğunda hizmet veren Aralık Gönüllü Eğitim ve Kültürel Araştırmalar Derneği olarak, eğitimi ve öğrenmeyi hayatın belirli bir dönemi ile sınırlandırmayan insanları bir araya getirmek amacıyla edebiyat, müzik, felsefe, psikoloji, tarih, fotoğraf, resim, spor, psikiyatri, arkeoloji, sinema gibi başlıklar altında seminer ve tartışma grupları düzenliyoruz.”
Biraz odak dağılmış ama, niyet yine de iyi... (Bu arada Elif Hanım boşanıp ‘Dürüst’ olalı çok zaman geçti. Websitesini güncellemelerinde yarar olabilir). Dersin adı ‘İletişim Sanatı’ imiş. Oysa İclal Hanımın çizdiği çerçeve içinde kastettiği şey ‘İlişki Sanatı’... İletişim sonuç odaklıdır ve mutlaka karşı tarafta bir değişim, dönüşüm hedefler. İlişkinin böyle bir gerekliliği yoktur. Arabanızla ilişkiniz vardır. Ya da kapıdaki güvenlik görevlisiyle. Üniversitedeki hocanızla ilişkinizi yönetmelisiniz. Dilerseniz iletişim de kurabilirsiniz. Ancak şart değildir. Bayramlaşma tipik bir ilişki eylemidir. Örneğin toplu SMS gönderimleri, kopyala-yapıştır yaklaşımlar kötü bir ilişki yönetimi göstergesidir. E-ortamlarda, bayram bayram kaş yapayım derken göz çıkarıverirsiniz.
Genelde ilişki ve iletişim yönetimi arasındaki farkı bilmediğimiz, ya da yukarıda olduğu gibi karıştırdığımız için ikisinde de başarısız olmamız kaçınılmaz bir kader haline gelir.
Turkcell’in Kardelenleri hoca olmuş...
Bir Kardelen büyümüş, öğretmen olmuş, diğer Kardelenlere ders veriyor. İşte bu!. Toplumsal sorumluluk ancak sürdürülebilir yaklaşım ve projelerle yönetildiğinde itibara dönüşebiliyor. Turkcell, küçük yaşta burs vermeye başladığı Elif İmenç’i izlemiş ve şimdi, “Örnek vaka” olarak dikkatlere sunuyor...
Çocukluğumuzdan bildiğimiz ‘Küçük Ayşe!’ şarkısını “Kardelen Ayşe, N’apıyorsun bize söyle!” şekline çevirmek de iyi bir buluş.
Çok duygulu, bir o kadar da düşündürücü...
Turkcell bu işe daha da derinlik kazandırmalı. 18 bine ulaştığını söylediği burs almış ve alan genç kızların eğitim hayatlarının on-line olarak izlenmesini ve desteğe katılmak isteyen vatandaşların hayatını kolaylaştırması lazım...
Kurumsal İletişimcilerin neden dernekleri yok?
Bu köşede kendilerinden pek fazla söz etmedik. Ancak iş ve iletişim yönetim uygulamalarının esasıdır onlar. Şirketlerinin tüm iletişim işlerinden sorumlu olan Kurumsal İletişim Yöneticileri!..
İletişim ekonomisinin temel direkleridirler. Hem reklam işlerini yönetirler hem de halkla ilişkileri. Ciddi bütçelerden sorumludurlar. Kurumsal itibar, liderlik iletişimi, iç iletişim, kriz yönetimi gibi konular onların kalemleridir.
Eskiden sadece teşrifat işleriyle uğraştıkları düşünülürdü. Şimdilerde bir şirketin yönetim işlevinin en önemli halkaları arasında kendilerine yer bulmaya başladılar. Hepsi mi? Hayır tabii ki değil. Hâlâ teşrifatçılık (wining & dining) yapanlar var; ya da sadece aldıkları talimatları uygulayanlar. Ama pek çoğu kendilerini hızla geliştirmekte. Onlara bizim konferanslarda sık sık rastlarım. Hizmet aldıkları ajansların elemanlarından çok daha ileride olanları vardır aralarında. Sürekli okuyanları, bireysel gelişimini ciddiye alanları...
Ama yine de şimdilik bir tane bile CCO’ya (chief communication officer) rastlamadım. Bilhassa İngilizce’sini yazdım. Her şeyi Batı’dan uysa da uymasa da ‘kopyala yapıştır’ alıyoruz ya; belki daha iyi anlaşılır diye... Nasıl CEO’yu (chief executive officer) almışız; nasıl CFO (chief financial officier), nasıl COO (chief operational officier) girmiş iş dünyasına; bu niye girmesin? Ama girmiyor...
Bizim danışmanlık firmasından bir arkadaşın masasında, bizde olmayan uluslararası derneğin dergisini gördüm. Muhteşem! Websitelerine girdim (http://www.eacd-online.eu)... Olağanüstü! Deyin ki kaç Türk üyeleri var? Vazgeçtim aktif üyelikten, deyin ki dergilerine kaç Türk üye?.. Kaç tanesi, kurumları tarafından yılda 200 saatin üzerinde yurt içi ve yurt dışı eğitime gönderiliyor? Kaç tanesinin master yapması teşvik ediliyor? Kaçının üst yönetim tarafından bütçelenmiş ve takip edilen sınırsız kitap satın alma ve dergi aboneliği yetkisi var?
Bence ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim... Kurumsal İletişimcilerin gidecekleri daha çok yol var. İşe bir araya gelerek toplantı düzenlemekle başlayabilirler. Böyle bir gelişmeden haberdar ederlerse, sonuna kadar destekleriz...
Aurelio İstiklal Marşını sökmüş...
Alpet bu kez de Aurelio ile çalışmış. Tabii ki işin içine milli duygular girince, bir de film iyi yapılmışsa, çok etkili bir sonuç çıkıyor...
Milli takıma sponsor falan olmadan, yandan itibar sağlama girişimi hayli eskidir. Türkiye’nin üçüncü olduğu Futbol Dünya Şampiyonası sırasında yapılmış bir araştırmayı hatırlıyorum. Sormuşlardı, “İki rakip kolalı içecek firmasından hangisi kupaya sponsor?” diye. Ciddi bir çoğunluk, sponsor olmayanın sponsor olduğunu iddia etmişti... Yani maharet sponsor olmaktan çok, iletişimi doğru yönetmekte...
İstiklal marşını iyice öğrendiği algısı yaratan Mehmet Aurelio’nun seçimi, çok doğru (Bir kere adı Mehmet !..) Aurelio’ya İstiklal Marşı’nı söyletmek, ezberlediği izlenimini yaratmak, çok yerinde... Benzincide herkesin esas duruştaki final sahnesi çok iyi düşünülmüş! Daha ne olsun ki?..
Bu arada Audi’ye iyi bir ‘kıyak’ var. Aurelio İstiklal Marşı’nın CD’sini koyarken uzunca bir süre direksiyonda Audi’nin 4 halkası bir güzel beynimize çakılıyor. Audi Alpet’e teşekkürlerini sunmuştur herhalde...
“Gazeteci-yazar ve oyuncu İclal Aydın, sosyal veya profesyonel yaşamında iletişime önem veren herkesle bundan böyle Aralık Derneği’nde buluşacak. Sağlıklı bir diyalogun içten bir gülümsemeyle başladığını düşünen Aydın, iletişim sanatı adlı kursta iletişimin püf noktalarını öğretecek.
Bu kursun iş görüşmelerinden proje sunumlarına, radyo veya televizyonda sunumdan doğru röportaj vermeye, eşle kurulan iletişimden yeni iletişim tekniklerine kadar geniş bir içeriği olduğunu belirten Aydın, ‘Sosyal ve profesyonel ilişkilerinizi verimli hale getirmek istiyorsanız, bu kursa davetlisiniz’ diyor.”
Eğitimi düzenleyen Aralık Derneği’nin websitesine (http://www.aralik.net) baktım. Şöyle denmiş:
“Teşvikiye'de Elif Germiyanlıgil, Şirin Yalçın, İskender Savaşır, Zeynep Koçak ve Oya Fidanoğlu kuruculuğunda hizmet veren Aralık Gönüllü Eğitim ve Kültürel Araştırmalar Derneği olarak, eğitimi ve öğrenmeyi hayatın belirli bir dönemi ile sınırlandırmayan insanları bir araya getirmek amacıyla edebiyat, müzik, felsefe, psikoloji, tarih, fotoğraf, resim, spor, psikiyatri, arkeoloji, sinema gibi başlıklar altında seminer ve tartışma grupları düzenliyoruz.”
Biraz odak dağılmış ama, niyet yine de iyi... (Bu arada Elif Hanım boşanıp ‘Dürüst’ olalı çok zaman geçti. Websitesini güncellemelerinde yarar olabilir). Dersin adı ‘İletişim Sanatı’ imiş. Oysa İclal Hanımın çizdiği çerçeve içinde kastettiği şey ‘İlişki Sanatı’... İletişim sonuç odaklıdır ve mutlaka karşı tarafta bir değişim, dönüşüm hedefler. İlişkinin böyle bir gerekliliği yoktur. Arabanızla ilişkiniz vardır. Ya da kapıdaki güvenlik görevlisiyle. Üniversitedeki hocanızla ilişkinizi yönetmelisiniz. Dilerseniz iletişim de kurabilirsiniz. Ancak şart değildir. Bayramlaşma tipik bir ilişki eylemidir. Örneğin toplu SMS gönderimleri, kopyala-yapıştır yaklaşımlar kötü bir ilişki yönetimi göstergesidir. E-ortamlarda, bayram bayram kaş yapayım derken göz çıkarıverirsiniz.
Genelde ilişki ve iletişim yönetimi arasındaki farkı bilmediğimiz, ya da yukarıda olduğu gibi karıştırdığımız için ikisinde de başarısız olmamız kaçınılmaz bir kader haline gelir.
Turkcell’in Kardelenleri hoca olmuş...
Bir Kardelen büyümüş, öğretmen olmuş, diğer Kardelenlere ders veriyor. İşte bu!. Toplumsal sorumluluk ancak sürdürülebilir yaklaşım ve projelerle yönetildiğinde itibara dönüşebiliyor. Turkcell, küçük yaşta burs vermeye başladığı Elif İmenç’i izlemiş ve şimdi, “Örnek vaka” olarak dikkatlere sunuyor...
Çocukluğumuzdan bildiğimiz ‘Küçük Ayşe!’ şarkısını “Kardelen Ayşe, N’apıyorsun bize söyle!” şekline çevirmek de iyi bir buluş.
Çok duygulu, bir o kadar da düşündürücü...
Turkcell bu işe daha da derinlik kazandırmalı. 18 bine ulaştığını söylediği burs almış ve alan genç kızların eğitim hayatlarının on-line olarak izlenmesini ve desteğe katılmak isteyen vatandaşların hayatını kolaylaştırması lazım...
Kurumsal İletişimcilerin neden dernekleri yok?
Bu köşede kendilerinden pek fazla söz etmedik. Ancak iş ve iletişim yönetim uygulamalarının esasıdır onlar. Şirketlerinin tüm iletişim işlerinden sorumlu olan Kurumsal İletişim Yöneticileri!..
İletişim ekonomisinin temel direkleridirler. Hem reklam işlerini yönetirler hem de halkla ilişkileri. Ciddi bütçelerden sorumludurlar. Kurumsal itibar, liderlik iletişimi, iç iletişim, kriz yönetimi gibi konular onların kalemleridir.
Eskiden sadece teşrifat işleriyle uğraştıkları düşünülürdü. Şimdilerde bir şirketin yönetim işlevinin en önemli halkaları arasında kendilerine yer bulmaya başladılar. Hepsi mi? Hayır tabii ki değil. Hâlâ teşrifatçılık (wining & dining) yapanlar var; ya da sadece aldıkları talimatları uygulayanlar. Ama pek çoğu kendilerini hızla geliştirmekte. Onlara bizim konferanslarda sık sık rastlarım. Hizmet aldıkları ajansların elemanlarından çok daha ileride olanları vardır aralarında. Sürekli okuyanları, bireysel gelişimini ciddiye alanları...
Ama yine de şimdilik bir tane bile CCO’ya (chief communication officer) rastlamadım. Bilhassa İngilizce’sini yazdım. Her şeyi Batı’dan uysa da uymasa da ‘kopyala yapıştır’ alıyoruz ya; belki daha iyi anlaşılır diye... Nasıl CEO’yu (chief executive officer) almışız; nasıl CFO (chief financial officier), nasıl COO (chief operational officier) girmiş iş dünyasına; bu niye girmesin? Ama girmiyor...
Bizim danışmanlık firmasından bir arkadaşın masasında, bizde olmayan uluslararası derneğin dergisini gördüm. Muhteşem! Websitelerine girdim (http://www.eacd-online.eu)... Olağanüstü! Deyin ki kaç Türk üyeleri var? Vazgeçtim aktif üyelikten, deyin ki dergilerine kaç Türk üye?.. Kaç tanesi, kurumları tarafından yılda 200 saatin üzerinde yurt içi ve yurt dışı eğitime gönderiliyor? Kaç tanesinin master yapması teşvik ediliyor? Kaçının üst yönetim tarafından bütçelenmiş ve takip edilen sınırsız kitap satın alma ve dergi aboneliği yetkisi var?
Bence ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim... Kurumsal İletişimcilerin gidecekleri daha çok yol var. İşe bir araya gelerek toplantı düzenlemekle başlayabilirler. Böyle bir gelişmeden haberdar ederlerse, sonuna kadar destekleriz...
Aurelio İstiklal Marşını sökmüş...
Alpet bu kez de Aurelio ile çalışmış. Tabii ki işin içine milli duygular girince, bir de film iyi yapılmışsa, çok etkili bir sonuç çıkıyor...
Milli takıma sponsor falan olmadan, yandan itibar sağlama girişimi hayli eskidir. Türkiye’nin üçüncü olduğu Futbol Dünya Şampiyonası sırasında yapılmış bir araştırmayı hatırlıyorum. Sormuşlardı, “İki rakip kolalı içecek firmasından hangisi kupaya sponsor?” diye. Ciddi bir çoğunluk, sponsor olmayanın sponsor olduğunu iddia etmişti... Yani maharet sponsor olmaktan çok, iletişimi doğru yönetmekte...
İstiklal marşını iyice öğrendiği algısı yaratan Mehmet Aurelio’nun seçimi, çok doğru (Bir kere adı Mehmet !..) Aurelio’ya İstiklal Marşı’nı söyletmek, ezberlediği izlenimini yaratmak, çok yerinde... Benzincide herkesin esas duruştaki final sahnesi çok iyi düşünülmüş! Daha ne olsun ki?..
Bu arada Audi’ye iyi bir ‘kıyak’ var. Aurelio İstiklal Marşı’nın CD’sini koyarken uzunca bir süre direksiyonda Audi’nin 4 halkası bir güzel beynimize çakılıyor. Audi Alpet’e teşekkürlerini sunmuştur herhalde...