Bazen yetenek yetmiyor
18 ARALIK 2010
Perşembe akşamı Milli Reasürans’ın Teşvikiye’deki salonu çok hoş bir etkinliğe tanıklık etti.
Anjelika Akbar, Türkiye’de geçirdiği 20 yılı anlattığı ‘İçimdeki Türkiyem’ adlı kitabının tanıtım toplantısında sahne aldı… Mini konserin finalinde kendisine sazlarıyla Erkan Oğur ve İsmail H. Demircioğlu eşlik ettiler. Üç sanatçı bir Doğu Karadeniz türküsü söylediler… Keşke çok daha fazla parçayı seslendirselerdi…
Anjelika Akbar’ın kitabını Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları yayımlamış. Kapak fotoğrafını da Ara Güler çekmiş. Ara Güler sanatını konuşturmuş, Akbar’ı alıp onun Türkiye’ye ilk kez adımını attığı günlerde kaldığı apartmanın giriş kapısının önüne götürüp orada çekmiş…
Gecede bir de söyleşi vardı. Nebil Özgentürk’ün yönettiği söyleşiye Akbar’ın yanına Sunay Akın da katıldı. Söyleşi o kadar iyiydi ki, konserin daha da gecikerek başlamasını göze alan ve onların devam etmesini isteyenlerin sayısı az değildi. Nebil salondan da soru aldı. Hele de Halit Kıvanç’ın soru performansı her türlü takdirin üzerindeydi…
Ve nihayet o güzelim duygusal parçalardan oluşan mini konser başladı… Anjelika sahnede de, sonradan fuayede imza verirken de dokunsanız ağlayacak gibiydi.
Bizim aydınlarımız ülkemizin övülmesine, sevilmesine alışık değildirler. Bizimkiler kendilerini yermeyi severler, ne tesadüftür ki bizimkilerin kendilerini yermesini yabancılar da çok sever. Bizim aydınımız, medyamız, ‘ülkesine âşık’ sanatçısına fazla rağbet göstermez… Onu demode bulur… (Bu arada ‘aydın’ ile ‘entelektüel’ arasındaki farkı saklı tuttuğumun altını çizmek isterim)
İşte bu nedenle olağanüstü yetenekli bir sanatçı olan ve Türkiye denince içi titreyen Anjelika Akbar, ne bizimkilere yaranabilir ne de yurt dışındakilere. Oysa çıkıp yabancı basında, Türkiye’de yaşamaktan nasıl hicap duyduğunu anlatsa… Ermenileri nasıl kestiğimizden, Kürtleri nasıl yok ettiğimizden, İran’a benzemek üzere olduğumuzdan, ülkede açık ve gizli faşizm yaşandığından dem vursa… Görün bakın hem Türkiye’de hem de Türkiye dışında ihya ediyorlar mı etmiyorlar mı?..
Anlayacağınız bazen yetenek yetmiyor… Başka şeyler lazım…
Müthiş bir besteci, çok güçlü bir piyanist, samimi bir ‘haiku yazarı, iyi bir anne ve eş olan Anjelika, daha önce çıkardığı albümüne paralel, aynı adı taşıyan, 20 sene önce tek kelimesini bilmediği bir dilde yazdığı ilk kitabını çıkarmış. Okuyun seveceksiniz… Ben eminim…
“İnsan kaynak mı, kıymet mi?”
Perşembe günü Yeni Şafak gazetesi neredeyse posterimi veriyormuş… Şükrullah Dolu Bey, yıllar önce ortaya attığım bir konuyu alıp işlemiş. Hem de Türkiye’de hiç alışık olmadığımız bir şekilde yiğidin hakkını yiğide vererek. (Bu arada o yiğit bendeniz oluyorum efendim…)
Neredeyse tam sayfa ayrılmış olan konunun başlığı “İnsan kaynak mı, kıymet mi?” (http://yenisafak.com.tr/Ekonomi/?t=16.12.2010&i=292805) Şükrullah Bey’in, sağ olsun ilk kez bizim kullanıp önerdiğimizi ifade ettiği köşesinin adı da İnsan Kıymetleri…
İnsan’ın para gibi, enerji gibi, zaman gibi, ham madde gibi, mekân gibi, tüm maddi dünya gibi kullanılıp tüketildikten sonra bir kenara atılacak malzeme olmadığını ifade eder dururuz. Bizim şirkette de departmanın adı İnsan Kaynakları değil İnsan Kıymetleri’dir…
Bu bakış açısına göre çalışanı (halen pek çok kuruluşta olduğu gibi) performansına, motivasyonuna ve sadakatine göre değil, etkililiğine, değişime adanmışlığına ve getirdiği entelektüel katma göre değerlendirmek gerekiyor. Bu da bütün sistemin değişmesi demek… Zor yani…
En azından bu zor konuyu tartışmaya açtığı için Şükrullah Bey’i kutluyorum…
Anjelika Akbar, Türkiye’de geçirdiği 20 yılı anlattığı ‘İçimdeki Türkiyem’ adlı kitabının tanıtım toplantısında sahne aldı… Mini konserin finalinde kendisine sazlarıyla Erkan Oğur ve İsmail H. Demircioğlu eşlik ettiler. Üç sanatçı bir Doğu Karadeniz türküsü söylediler… Keşke çok daha fazla parçayı seslendirselerdi…
Anjelika Akbar’ın kitabını Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları yayımlamış. Kapak fotoğrafını da Ara Güler çekmiş. Ara Güler sanatını konuşturmuş, Akbar’ı alıp onun Türkiye’ye ilk kez adımını attığı günlerde kaldığı apartmanın giriş kapısının önüne götürüp orada çekmiş…
Gecede bir de söyleşi vardı. Nebil Özgentürk’ün yönettiği söyleşiye Akbar’ın yanına Sunay Akın da katıldı. Söyleşi o kadar iyiydi ki, konserin daha da gecikerek başlamasını göze alan ve onların devam etmesini isteyenlerin sayısı az değildi. Nebil salondan da soru aldı. Hele de Halit Kıvanç’ın soru performansı her türlü takdirin üzerindeydi…
Ve nihayet o güzelim duygusal parçalardan oluşan mini konser başladı… Anjelika sahnede de, sonradan fuayede imza verirken de dokunsanız ağlayacak gibiydi.
Bizim aydınlarımız ülkemizin övülmesine, sevilmesine alışık değildirler. Bizimkiler kendilerini yermeyi severler, ne tesadüftür ki bizimkilerin kendilerini yermesini yabancılar da çok sever. Bizim aydınımız, medyamız, ‘ülkesine âşık’ sanatçısına fazla rağbet göstermez… Onu demode bulur… (Bu arada ‘aydın’ ile ‘entelektüel’ arasındaki farkı saklı tuttuğumun altını çizmek isterim)
İşte bu nedenle olağanüstü yetenekli bir sanatçı olan ve Türkiye denince içi titreyen Anjelika Akbar, ne bizimkilere yaranabilir ne de yurt dışındakilere. Oysa çıkıp yabancı basında, Türkiye’de yaşamaktan nasıl hicap duyduğunu anlatsa… Ermenileri nasıl kestiğimizden, Kürtleri nasıl yok ettiğimizden, İran’a benzemek üzere olduğumuzdan, ülkede açık ve gizli faşizm yaşandığından dem vursa… Görün bakın hem Türkiye’de hem de Türkiye dışında ihya ediyorlar mı etmiyorlar mı?..
Anlayacağınız bazen yetenek yetmiyor… Başka şeyler lazım…
Müthiş bir besteci, çok güçlü bir piyanist, samimi bir ‘haiku yazarı, iyi bir anne ve eş olan Anjelika, daha önce çıkardığı albümüne paralel, aynı adı taşıyan, 20 sene önce tek kelimesini bilmediği bir dilde yazdığı ilk kitabını çıkarmış. Okuyun seveceksiniz… Ben eminim…
“İnsan kaynak mı, kıymet mi?”
Perşembe günü Yeni Şafak gazetesi neredeyse posterimi veriyormuş… Şükrullah Dolu Bey, yıllar önce ortaya attığım bir konuyu alıp işlemiş. Hem de Türkiye’de hiç alışık olmadığımız bir şekilde yiğidin hakkını yiğide vererek. (Bu arada o yiğit bendeniz oluyorum efendim…)
Neredeyse tam sayfa ayrılmış olan konunun başlığı “İnsan kaynak mı, kıymet mi?” (http://yenisafak.com.tr/Ekonomi/?t=16.12.2010&i=292805) Şükrullah Bey’in, sağ olsun ilk kez bizim kullanıp önerdiğimizi ifade ettiği köşesinin adı da İnsan Kıymetleri…
İnsan’ın para gibi, enerji gibi, zaman gibi, ham madde gibi, mekân gibi, tüm maddi dünya gibi kullanılıp tüketildikten sonra bir kenara atılacak malzeme olmadığını ifade eder dururuz. Bizim şirkette de departmanın adı İnsan Kaynakları değil İnsan Kıymetleri’dir…
Bu bakış açısına göre çalışanı (halen pek çok kuruluşta olduğu gibi) performansına, motivasyonuna ve sadakatine göre değil, etkililiğine, değişime adanmışlığına ve getirdiği entelektüel katma göre değerlendirmek gerekiyor. Bu da bütün sistemin değişmesi demek… Zor yani…
En azından bu zor konuyu tartışmaya açtığı için Şükrullah Bey’i kutluyorum…