Bazuka gibi bir düğün...
01 Aralık 2008 Akşam Gazetesi
Önce küçük bir anı: 1980'lerin ortası. Karacan Yayınları'nda genel yayın müdürüyüm. Bana bir makam otomobili alınacak. Bir ara rahmetli Ercüment Karacan beni kenara çekiyor ve diyor ki; 'Sana küçük bir tavsiye. Olanağın olsa da, alacağın araba Ali Karacan'ın aracından daha iyi olmasın.' Şu sıra rüyalar gibi bir düğünden söz ediliyor... Gelin hanım, Türkiye'nin en büyük yayın kuruluşlarından birinde reklam pazarlama işinde çalışıyor. Damadımız ise dünya yakışıklısı mankenlerimizden...
Adlarını yazmıyorum, çünkü bu arada 'rüya düğün' iptal edilmiş falan olabilir; ya da kulağımıza iki ayrı davetliden teyit edilerek gelen bilgiler yanlış çıkabilir. İki kişinin bildiği sır olmadığı için; haber nasılsa yakında medyada tüm ayrıntısıyla yer alır...
Bir kere hemen görüşümüzü söyleyelim; normal zamanlarda olsak, 'Lüksün ve incelmiş zevklerin üst sınırı olmaz' diye pas geçer, hatta böyle yaratıcı bir 'çalışma' yaptıkları için arkadaşları takdir dahi edebilirdik. Ancak içinden geçtiğimiz kriz ortamında, medyada insanların işine gruplar halinde son verilirken, hemen israf çağrışımı yapacak bu abartı, hem o kişinin hem de çalıştığı kurumun itibarına negatif anlamda yol su elektrik olarak döner.
Olay şudur... Yaklaşık 100 kişilik davetli grubu (!) İstanbul'dan özel uçakla Pisa (Yanında bir de Toscana yazıyor... Hani yanlış anlaşılmasın diye altı çizilmiş) üzerinden Floransa'ya gidiyorlar. Davetliler (!) yeni yapılmış, bilmem kaç yıldızlı Four Seasons otelinde kalıyorlar. Konaklama iki gece... Birinci gece antrenman yemeği yeniyor. Yani prova yapılıyor. Ertesi gün yakınlardaki bir Chapel'de (Küçük kilise) nikâh kıyılıyor. Aynı akşam gerçek düğün yemeği ve seremonisi... Yemekteki en büyük sürpriz 30 bin Euro ödendiği ileri sürülen dünyanın en büyük tenoru Andrea Bocelli'nin vereceği 30 dakikalık mini konser...
Konuklar (!) ertesi günü yine özel uçakla memlekete döneceklermiş.
Peki, 'Konuk' ve 'davetli' sözcüklerinin yanındaki ünlemler ne iş?
Şu iş: Konuklar bu davet için adam başına 1.850 Euro ödüyorlarmış... Eşinizle birlikte katıldınız mı, en az 4.000 Euro. Eşek olmadığınız için en az bir o kadar da geline takacaklarınız için ekleyin... Biraz da eliniz açıksa buyurun size 10.000 Euro maliyet... Ünlemler onun için...
Tekrar edelim; gerçekten çok hoş, rüya gibi, batı kültürü normlarında bile dudak uçuklatacak nitelikte 'rafine' bir düğün 'etkinliği'... Ancak doğru zaman - doğru yer - doğru insan üçlemesinin sadece bir tanesi yerli yerinde herhalde... Böyle bir durum, insanın ayağına tabancayla değil bazukayla ateş etmesine tekabül eder.
Umarız, beyefendi ve hanımefendinin aklı selimleri galebe çalar...
//c
Delik ayakkabı numarası bizde sökmezdi
Algılama Yönetimi'nin CIA - Pentagon - Savunma Bakanlığı - Kamu diplomasisi bağlamında anlaşılan şekline en güzel örnek o Barack Obama fotoğrafıdır...
Hani ayaklarını, Amerikan tarzı iş yeri kültürünün bir parçası olarak karşısındakinin burnuna dikip oturma pozisyonunda çekilmiş. Hay Allah, tesadüfe bakın ki, o gün giydiği ayakkabıların her ikisinin de altı o kadar yıpranmış ki, klasik espri ile, neredeyse yere bozuk para atsanız üstüne basıp size yazı mı tura mı geldiğini söyleyecek...
Bu ayakkabı numarası, ABD başkanlarının sürekli olarak kucaklarına 'tüyü bitmemiş yetimleri' alarak fotoğraf çektirmelerinden çok daha etkili... Nike'nin hiç zaman kaybetmeden, Başkan'ın özel uçağının adından yola çıkarak Air Force 1 adını verdiği ayakkabıları çıkarmasına ne demeli? Ya diğer şehir efsaneleri... Yeni Başkan'ın aynı ayakkabılardan pek çok çift satın alması, aynı ton ve biçimdeki elbiselerden pek çok sayıda ısmarlaması, Beyaz Saray'a alınacak köpek, karısının duruma vaziyet etmesi...
İnternette arama motorlarına 'shoes' ve 'Obama' yazın bakın neler çıkıyor...
İlginçtir ki, bizde bu tür numaralar yemez... Anında insanı kafaya alırlar... Arka plandaki niyet hemen çakılır... Algılama Yönetimi'nin 'ortak ruhi şekillenmenin' yerel özelliğine tipik bir örnektir bu...
Tıpkı, ABD halkının ABD'nin Vietnam'a, Afganistan'a, Irak'a özgürlük, barış ve demokrasi götürmek üzere gittiğine büyük bir çoğunlukla inanması karşısında, dünya halklarının bu algılamanın sağlanması uğrunda yürütülen numaraları yememeleri gibi...
Önce küçük bir anı: 1980'lerin ortası. Karacan Yayınları'nda genel yayın müdürüyüm. Bana bir makam otomobili alınacak. Bir ara rahmetli Ercüment Karacan beni kenara çekiyor ve diyor ki; 'Sana küçük bir tavsiye. Olanağın olsa da, alacağın araba Ali Karacan'ın aracından daha iyi olmasın.' Şu sıra rüyalar gibi bir düğünden söz ediliyor... Gelin hanım, Türkiye'nin en büyük yayın kuruluşlarından birinde reklam pazarlama işinde çalışıyor. Damadımız ise dünya yakışıklısı mankenlerimizden...
Adlarını yazmıyorum, çünkü bu arada 'rüya düğün' iptal edilmiş falan olabilir; ya da kulağımıza iki ayrı davetliden teyit edilerek gelen bilgiler yanlış çıkabilir. İki kişinin bildiği sır olmadığı için; haber nasılsa yakında medyada tüm ayrıntısıyla yer alır...
Bir kere hemen görüşümüzü söyleyelim; normal zamanlarda olsak, 'Lüksün ve incelmiş zevklerin üst sınırı olmaz' diye pas geçer, hatta böyle yaratıcı bir 'çalışma' yaptıkları için arkadaşları takdir dahi edebilirdik. Ancak içinden geçtiğimiz kriz ortamında, medyada insanların işine gruplar halinde son verilirken, hemen israf çağrışımı yapacak bu abartı, hem o kişinin hem de çalıştığı kurumun itibarına negatif anlamda yol su elektrik olarak döner.
Olay şudur... Yaklaşık 100 kişilik davetli grubu (!) İstanbul'dan özel uçakla Pisa (Yanında bir de Toscana yazıyor... Hani yanlış anlaşılmasın diye altı çizilmiş) üzerinden Floransa'ya gidiyorlar. Davetliler (!) yeni yapılmış, bilmem kaç yıldızlı Four Seasons otelinde kalıyorlar. Konaklama iki gece... Birinci gece antrenman yemeği yeniyor. Yani prova yapılıyor. Ertesi gün yakınlardaki bir Chapel'de (Küçük kilise) nikâh kıyılıyor. Aynı akşam gerçek düğün yemeği ve seremonisi... Yemekteki en büyük sürpriz 30 bin Euro ödendiği ileri sürülen dünyanın en büyük tenoru Andrea Bocelli'nin vereceği 30 dakikalık mini konser...
Konuklar (!) ertesi günü yine özel uçakla memlekete döneceklermiş.
Peki, 'Konuk' ve 'davetli' sözcüklerinin yanındaki ünlemler ne iş?
Şu iş: Konuklar bu davet için adam başına 1.850 Euro ödüyorlarmış... Eşinizle birlikte katıldınız mı, en az 4.000 Euro. Eşek olmadığınız için en az bir o kadar da geline takacaklarınız için ekleyin... Biraz da eliniz açıksa buyurun size 10.000 Euro maliyet... Ünlemler onun için...
Tekrar edelim; gerçekten çok hoş, rüya gibi, batı kültürü normlarında bile dudak uçuklatacak nitelikte 'rafine' bir düğün 'etkinliği'... Ancak doğru zaman - doğru yer - doğru insan üçlemesinin sadece bir tanesi yerli yerinde herhalde... Böyle bir durum, insanın ayağına tabancayla değil bazukayla ateş etmesine tekabül eder.
Umarız, beyefendi ve hanımefendinin aklı selimleri galebe çalar...
//c
Delik ayakkabı numarası bizde sökmezdi
Algılama Yönetimi'nin CIA - Pentagon - Savunma Bakanlığı - Kamu diplomasisi bağlamında anlaşılan şekline en güzel örnek o Barack Obama fotoğrafıdır...
Hani ayaklarını, Amerikan tarzı iş yeri kültürünün bir parçası olarak karşısındakinin burnuna dikip oturma pozisyonunda çekilmiş. Hay Allah, tesadüfe bakın ki, o gün giydiği ayakkabıların her ikisinin de altı o kadar yıpranmış ki, klasik espri ile, neredeyse yere bozuk para atsanız üstüne basıp size yazı mı tura mı geldiğini söyleyecek...
Bu ayakkabı numarası, ABD başkanlarının sürekli olarak kucaklarına 'tüyü bitmemiş yetimleri' alarak fotoğraf çektirmelerinden çok daha etkili... Nike'nin hiç zaman kaybetmeden, Başkan'ın özel uçağının adından yola çıkarak Air Force 1 adını verdiği ayakkabıları çıkarmasına ne demeli? Ya diğer şehir efsaneleri... Yeni Başkan'ın aynı ayakkabılardan pek çok çift satın alması, aynı ton ve biçimdeki elbiselerden pek çok sayıda ısmarlaması, Beyaz Saray'a alınacak köpek, karısının duruma vaziyet etmesi...
İnternette arama motorlarına 'shoes' ve 'Obama' yazın bakın neler çıkıyor...
İlginçtir ki, bizde bu tür numaralar yemez... Anında insanı kafaya alırlar... Arka plandaki niyet hemen çakılır... Algılama Yönetimi'nin 'ortak ruhi şekillenmenin' yerel özelliğine tipik bir örnektir bu...
Tıpkı, ABD halkının ABD'nin Vietnam'a, Afganistan'a, Irak'a özgürlük, barış ve demokrasi götürmek üzere gittiğine büyük bir çoğunlukla inanması karşısında, dünya halklarının bu algılamanın sağlanması uğrunda yürütülen numaraları yememeleri gibi...