Belediye Tiyatrolarını kim yönetsin?
16 NİSAN 2012
İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’ndaki protestolara varan tartışmayı izliyor musunuz? Özü şudur: Belediye tiyatrolarını kim yönetecek? Belediye diyor ki: “Belediye yönetecek!” Sanatçılar diyor ki, “Sanatçılar yönetmeli!”…
Filmin sonunu hemen söyleyeyim: “İyi mi yönetirler kötü mü, bilemem; ancak bir şey var ki o kesin: Belediye’nin Şehir Tiyatrolarını İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin atayacağı kişiler yönetecek”
Sadece parayı verenin düdüğü çaldığı realitesi yüzünden değil. Eşyanı tabiatı gereği…
Tarih boyu böyle olmuştur. Bir yanda kralların, prenslerin, sultanların, devletlerin, kent yönetimlerinin desteğinde yürüyen kültür ve sanat üretimi; ki ‘klasik’ genelde buralardan doğup büyür; öte yanda halkın kendi gücüyle, bağımsız geliştirdiği popüler kültür ve sanat. Bir de üçüncü fenomen vardır: Mesen ailelilerin (şimdilerde şirketlerin) desteğinde gelişen sanat ve kültür hareketleri (Borusan İstanbul Filarmoni, Akbank Oda Orkestrası (bir süre önce kapandı), Koç Ailesinin müzeleri vb.)… Bunlardan sadece ikincisinde sanatçılar söz sahibi olabilirler…
Bir ulusun milli kültürünün, bir numaralı taşıyıcısı devlettir. Devlet milli kültüre ticari veya ideolojik kaygı odağıyla bakamaz. Devletlerin yok olmasıyla kültürlerinin de sürdürülebilirliğinin kalmadığını biliyoruz. Eski Mezopotamya, Yunan, Mısır uygarlılarında olduğu gibi…
***
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 16 Temmuz 1921 Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’ndeki konuşmasından bir bölümü hatırlamakta yarar var:
“Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin tarih-i tedenniyatında en mühim bir âmil olduğu kanaatındayım. Onun için bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafatından ve evsaf-ı fıtriyemizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle mütenasip bir kültür kasdediyorum. Çünkü deha-yı millîmizin inkişaf-ı tamı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Lalettayin bir ecnebi kültürü şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürlerin muhrip neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür (Haraset-i fikriye) zeminle mütenasiptir. O zemin, milletin seciyesidir.”
İşte sadece bu sözlerde ifadesini bulan kültür – devlet ilişkileri nedeniyle bile devlet ve yerel yönetimlerde sanatın sevk ve idaresi sanatçıların bireysel tercihlerine bırakılamaz. Özgürce dilediğini yapmak, oynamak istiyorsanız, ya kendi tiyatronuzu kurarsınız, ya da bir özel tiyatroya katılırsınız. Tabii bir de demokratik yoldan siyasi partinizin içinde örgütlenir, yönetimi ele alır; milli kültürü dilediğiniz gibi (devletin ciddiyet ve stratejik hedefleri doğrultusunda tabii ki) aslanlar gibi yönetirsiniz…
Bunu dışındaki girişimler, temenni, hüsnü kuruntu, ‘ah keşke olsa’ düzeyinde ‘iyi niyetli’ girişimler olarak kalmaya mahkûmdur…
***
Bir tek Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Sayın Prof. Dr. Mustafa İsen hocanın önerilerini bu sürecin dışında tutarım. İsen’in Suriçi Grubu Platformu İstanbul Toplantıları'ndan birinde yaptığı, günümüz koşullarını dikkate alan ilginç konuşmadan burada sık sık söz ettim. Sağ olsun tam metni göndermiş. Son derece önemsediğim bu tarihi konuşmasında çözümü bir cümlede şöyle özetlemiş: “Kurumsal açıdan asıl yapılması gereken, Dünya örneklerine uygun olarak; kadrolu bürokratik sanat kurumları anlayışı terk edilerek, Başbakanlık ile ilişkili sivil ve özerk bir kültür ve sanat organizasyonu kurulmasıdır.”
İsen Hoca, bu organizasyonun nasıl yapılanmasından başlayarak, ekonomik ve sosyal konulardaki ‘dönüşüm’ programında hızlıca yol almış olan AK Parti iktidarının, pek çok çevrece yay kaldığı iddia edilen kültür ve sanat meslelerinde yolunu nasıl çizebileceğine ilişkin net görüşlerini de dile getirmiş.
Bu konuşmayı önümüzdeki günlerde bölümler halinde ele almaya devam edecek ve değerlendirmeye çalışacağız.
Bugünlük, meselenin aslında bir ‘dünya görüşü’ ve ‘anlayış sorunu’ olduğunun; şehir ‘tiyatrolarının yönetimi sorununu’ aştığının altını çizmekle yetinelim.
Filmin sonunu hemen söyleyeyim: “İyi mi yönetirler kötü mü, bilemem; ancak bir şey var ki o kesin: Belediye’nin Şehir Tiyatrolarını İstanbul Büyük Şehir Belediyesi’nin atayacağı kişiler yönetecek”
Sadece parayı verenin düdüğü çaldığı realitesi yüzünden değil. Eşyanı tabiatı gereği…
Tarih boyu böyle olmuştur. Bir yanda kralların, prenslerin, sultanların, devletlerin, kent yönetimlerinin desteğinde yürüyen kültür ve sanat üretimi; ki ‘klasik’ genelde buralardan doğup büyür; öte yanda halkın kendi gücüyle, bağımsız geliştirdiği popüler kültür ve sanat. Bir de üçüncü fenomen vardır: Mesen ailelilerin (şimdilerde şirketlerin) desteğinde gelişen sanat ve kültür hareketleri (Borusan İstanbul Filarmoni, Akbank Oda Orkestrası (bir süre önce kapandı), Koç Ailesinin müzeleri vb.)… Bunlardan sadece ikincisinde sanatçılar söz sahibi olabilirler…
Bir ulusun milli kültürünün, bir numaralı taşıyıcısı devlettir. Devlet milli kültüre ticari veya ideolojik kaygı odağıyla bakamaz. Devletlerin yok olmasıyla kültürlerinin de sürdürülebilirliğinin kalmadığını biliyoruz. Eski Mezopotamya, Yunan, Mısır uygarlılarında olduğu gibi…
***
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 16 Temmuz 1921 Ankara’da toplanan Maarif Kongresi’ndeki konuşmasından bir bölümü hatırlamakta yarar var:
“Şimdiye kadar takip olunan tahsil ve terbiye usullerinin milletimizin tarih-i tedenniyatında en mühim bir âmil olduğu kanaatındayım. Onun için bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafatından ve evsaf-ı fıtriyemizle hiç de münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen bilcümle tesirlerden tamamen uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle mütenasip bir kültür kasdediyorum. Çünkü deha-yı millîmizin inkişaf-ı tamı ancak böyle bir kültür ile temin olunabilir. Lalettayin bir ecnebi kültürü şimdiye kadar takip olunan yabancı kültürlerin muhrip neticelerini tekrar ettirebilir. Kültür (Haraset-i fikriye) zeminle mütenasiptir. O zemin, milletin seciyesidir.”
İşte sadece bu sözlerde ifadesini bulan kültür – devlet ilişkileri nedeniyle bile devlet ve yerel yönetimlerde sanatın sevk ve idaresi sanatçıların bireysel tercihlerine bırakılamaz. Özgürce dilediğini yapmak, oynamak istiyorsanız, ya kendi tiyatronuzu kurarsınız, ya da bir özel tiyatroya katılırsınız. Tabii bir de demokratik yoldan siyasi partinizin içinde örgütlenir, yönetimi ele alır; milli kültürü dilediğiniz gibi (devletin ciddiyet ve stratejik hedefleri doğrultusunda tabii ki) aslanlar gibi yönetirsiniz…
Bunu dışındaki girişimler, temenni, hüsnü kuruntu, ‘ah keşke olsa’ düzeyinde ‘iyi niyetli’ girişimler olarak kalmaya mahkûmdur…
***
Bir tek Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Sayın Prof. Dr. Mustafa İsen hocanın önerilerini bu sürecin dışında tutarım. İsen’in Suriçi Grubu Platformu İstanbul Toplantıları'ndan birinde yaptığı, günümüz koşullarını dikkate alan ilginç konuşmadan burada sık sık söz ettim. Sağ olsun tam metni göndermiş. Son derece önemsediğim bu tarihi konuşmasında çözümü bir cümlede şöyle özetlemiş: “Kurumsal açıdan asıl yapılması gereken, Dünya örneklerine uygun olarak; kadrolu bürokratik sanat kurumları anlayışı terk edilerek, Başbakanlık ile ilişkili sivil ve özerk bir kültür ve sanat organizasyonu kurulmasıdır.”
İsen Hoca, bu organizasyonun nasıl yapılanmasından başlayarak, ekonomik ve sosyal konulardaki ‘dönüşüm’ programında hızlıca yol almış olan AK Parti iktidarının, pek çok çevrece yay kaldığı iddia edilen kültür ve sanat meslelerinde yolunu nasıl çizebileceğine ilişkin net görüşlerini de dile getirmiş.
Bu konuşmayı önümüzdeki günlerde bölümler halinde ele almaya devam edecek ve değerlendirmeye çalışacağız.
Bugünlük, meselenin aslında bir ‘dünya görüşü’ ve ‘anlayış sorunu’ olduğunun; şehir ‘tiyatrolarının yönetimi sorununu’ aştığının altını çizmekle yetinelim.