Belirsizlik ve güven arasında düz orantı olabilir mi?...
haziran 2019 e-bülten TÜYİD
Belirsizlik ve güven arasında düz orantı olabilir mi?...
Ali Saydam
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), Türkiye’den yurt dışına giden (ODI) ve yurt dışından Türkiye’ye gelen (FDI) doğrudan yatırımlarla ilgili bir çalışma yayınlamış.
Türkiye’nin yatırım ortamının bir göstergesi olarak ele alınabilecek bu çalışmaya göre, ülkemize yurt dışından gelen doğrudan yatırımlar 11,1 milyar dolarmış. Bizim yurt dışında yaptığımız doğrudan yatırımlarsa 3,6 milyar dolar. Bu ikisinin birbirine oranı (ODI/FDI) sonucu da %32,4.
Rapora göre, yatırımcıların kararları, iç pazarın cazibesi, hukuki düzenlemeler, işgücü maliyetleri, vergi yükleri, işgücünün sahip olduğu beceri ve siyasi-ekonomik istikrar gibi pek çok unsurdan etkiliyormuş.
Yatırımları etkileyen bir kümeyi bu saydıklarımız oluşturuyorsa, bir diğer kümeyi oluşturan da derecelendirme kuruluşlarının ülkeler ve o ülkelerdeki finans kuruluşları hakkında verdiği kredi notları…
Moody’s Invester Service, Fitch Ratings, Standard & Poor’s gibi sadece finans kuruluşu olarak değil, açıkladıkları raporlarla sıklıkla manipülasyonla suçlanan o ünlü kuruluşların verdiği notlar…
Hani, sokaktaki insanın algısıyla, şu ‘pekiyi’ notu verdikleri 158 yıllık Lehman Brothers beş gün sonra iflas etmişti de küresel bir ‘mortgage’ krizi patlak vermişti.
Hani Asya krizine, Arjantin krizine, 2001 yılındaki Enron krizine, ayrıca 2004-2007 yılları arasında ekonomistlerin tabiriyle, “toksik finans ürünlerine” fazladan kredi notu vererek 2008 krizine neden olmakla suçlanmışlardı.
Hani, 2016 yılında Brezilya’yı yatırım yapılabilir seviyenin altında göstermişlerdi de ülkedeki borsa endeksi bu nota rağmen yüzde 36 yükselmişti… Hani, bir iddiaya göre Rusya ve Suudi Arabistan’la da benzer şekilde ‘oynamaya’ kalkmışlardı…
İşin ilginç yanı, bu derecelendirme şirketleri, bütün bu geçmiş günahlarına rağmen yatırımcılar üzerinde hâlâ belli bir etkiye sahipler. Hem Türkiye’nin hem de 25 bankamızın notunu da 13 Temmuz 2018’den itibaren düşürme eğilimindeler…
Moody’s’in eski patronu William Harrington, müşterilerin istediği notları analistlerine zorla verdirdiklerini itiraf etmişti… 11 yıl Moody’s şirketinde çalışan, 2006-2010 arasında kıdemli başkan yardımcılığı yapmış olan William Harrington, Amerikan Sermaye Piyasası Kurulu’na sunduğu 78 sayfalık resmî yazıda arka planda neler olduğunu açıklamıştı…
Buna göre Moody’s, not verdiği menkul kıymetleri ihraç eden banka ve kuruluşlardan ‘ödeme’ alıyormuş… Notunu beğenmeyen müşterilerin kendileriyle çalışmaktan vazgeçeceği baskısı altında olan kredi kuruluşu, analistlerini “korkutma ve tacizle” yanlı davranmaya itiyormuş… “Moody’s’in verdiği kredi notları işe yaramaz”mış… Bunları Moody’s’in eski patronu Harrington söylüyor…
Bilindiği üzere şirket, son dönemde de kredi notlarını şişirerek krize neden olduğu iddiasıyla soruşturma geçirmiş ve 864 milyon dolar ödemeyi kabul ederek anlaşma yoluna gitmişti…
Fitch, Türkiye’nin not görünümünün negatif olmasının nedenleri arasında “ekonomik dengelenmeye ilişkin çok yönlü riskler, küresel finansal koşullar, ulusal ve jeopolitik riskler” i saymış.
The Guardian’ın 22.08.2011, Forbes’un 14.01.2017, The New York Times’ın 8.01.2016 tarihli nüshalarına bir göz atmak, Büyük Üçlü’nün (The Big Three - Fitch Ratings, Moody’s ve Standard & Poor’s) maceraları hakkında bir fikir sahibi olmak için yeterli… Analistlerin Türkiye ile ilgili ortaya attıkları görüşlerin ana eksenini ‘belirsizlik’ oluşturuyor.
Öte yandan geçenlerde, medium.com adlı sitede, Marco Annunziata tarafından yazılan bir makalede şu soru soruluyordu: “Belirsizlik, güveni besler mi?”
Ekonomi Politikası Belirsizlik Endeksi’nin (www.policyuncertainty.com) verilerine atıfla, dünyada bu durumun son aylarda öngörülmemiş biçimde en yüksek seviyelere ulaştığından dem vuruluyor.
O kadar ki, iddiaya göre şu sıra 2008-2009 Küresel Krizi ve 2008-2009 Euro Bölgesi Borç Krizi dönemlerindeki belirsizliğin bile üstüne çıkılmış. Çin’deki ekonomik belirsizliğin bu genel tabloya kısmen de olsa etkisi olduğu öne sürülmüş…
Endeksin yayınlandığı sitede Türkiye’ye ait veriler yok. Ancak, kerameti kendinden menkul olsa da, yurt dışında ve Türkiye’de bazı çevrelerin hâlâ kuzey yıldızı muamelesi yaptıkları Uluslararası Para Fonu (IMF), geçen Aralık ayında Türkiye’ye dair bir Çalışma Belgesi (WP/18/272) yayınlayarak bazı veriler ortaya koymuştu. İnternetten kolaylıkla bulunabilen bol iniş çıkışlı bu tablonun ne dediği belli…
Fakat, Annunziata’nın yukarıda değindiğimiz sorusunu hatırlamakta da yarar var.
Yazar soruyu soruyor çünkü, belirsizlik arttıkça tüketici güveninin de arttığı tespit edilmiş. İnanması ne kadar güç, değil mi?!
Ekonomi politikalarının belirsizliği ve tüketici güveni birbirinden bu kadar kopuk iki öge değil. Yani belirsizlik artarken güvenin artması pek olası değil. O zaman bu ne demek oluyor? Sonuç nasıl böyle çıkabiliyor?
Bu ve benzeri araştırmalarla ilgili yazı ve haberleri okurken araştırma yöntemi, araştırmanın uygulandığı kitle gibi metodoloji ve demografiye dair bilgileri gözden kaçırmamak gerekir. Annunziata’nın da dediği gibi “Belki şeytan endeksin ayrıntısında gizlidir.”
Belirsizlik endekslerinin hangi parametreler dikkate alınarak oluşturulduğu bizim için önemli. O nedenle öncelikle, Ekonomi Politikası Belirsizlik Endeksi’ne bakalım. Endeks hazırlanırken üç unsura bakmışlar:
1. Belirsizlik medyadaki haberlerde ne kadar yansıtılmış;
2. Ekonomistlerin temel ekonomik değişkenler hakkında farklı tahminlere sahip olma dereceleri;
3. Yakında sona erecek vergi düzenlemeleri.
IMF’nin Türkiye ile ilgili Türkiye’de Ekonomik Politika Belirsizliği başlıklı raporundaki parametreler nedir diye merak edip baktığımızda, orada da benzer bir durumla karşılaşıyoruz. IMF de ölçümlerini medya yayınlarını baz alarak yapmış. Hani ülkemizde itibar araştırmalarında 46’ncı sırada boy gösteren medyanın o yanılmakla malul muhteşem (!) yorumları baz alınmış…
Şimdi geldik düğümün çözüldüğü yere… Belirsizlik tespit edilmişken tüketicinin nasıl oluyor da hâlâ güven duyduğuna…
Bazı gazeteci ve ekonomistler kendi felâket senaryolarını yazarak dikkat çekmeye çalışırken aslında, aynı gemide oldukları ülkelerine büyük zarar veriyorlar. Onların yorumlayarak verdiği haberler nedeniyle bir belirsizlik ortamı ortaya çıkabiliyor. Bu, önce bir ‘sanal gündem’ olarak belirebilir.
Ekonomi politikalarındaki belirsizlik, ekonomideki belirsizliğe, o da yatırımların geri çekilmesine, yapılmamasına neden olabiliyor. Buna rağmen medyaya duyulan güvenin düşüklüğü, onun yarattığı güvensizlik ortamına da itibar edilmemesini sağlamıyor mu?.. Varın siz düşünün…
Ali Saydam
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), Türkiye’den yurt dışına giden (ODI) ve yurt dışından Türkiye’ye gelen (FDI) doğrudan yatırımlarla ilgili bir çalışma yayınlamış.
Türkiye’nin yatırım ortamının bir göstergesi olarak ele alınabilecek bu çalışmaya göre, ülkemize yurt dışından gelen doğrudan yatırımlar 11,1 milyar dolarmış. Bizim yurt dışında yaptığımız doğrudan yatırımlarsa 3,6 milyar dolar. Bu ikisinin birbirine oranı (ODI/FDI) sonucu da %32,4.
Rapora göre, yatırımcıların kararları, iç pazarın cazibesi, hukuki düzenlemeler, işgücü maliyetleri, vergi yükleri, işgücünün sahip olduğu beceri ve siyasi-ekonomik istikrar gibi pek çok unsurdan etkiliyormuş.
Yatırımları etkileyen bir kümeyi bu saydıklarımız oluşturuyorsa, bir diğer kümeyi oluşturan da derecelendirme kuruluşlarının ülkeler ve o ülkelerdeki finans kuruluşları hakkında verdiği kredi notları…
Moody’s Invester Service, Fitch Ratings, Standard & Poor’s gibi sadece finans kuruluşu olarak değil, açıkladıkları raporlarla sıklıkla manipülasyonla suçlanan o ünlü kuruluşların verdiği notlar…
Hani, sokaktaki insanın algısıyla, şu ‘pekiyi’ notu verdikleri 158 yıllık Lehman Brothers beş gün sonra iflas etmişti de küresel bir ‘mortgage’ krizi patlak vermişti.
Hani Asya krizine, Arjantin krizine, 2001 yılındaki Enron krizine, ayrıca 2004-2007 yılları arasında ekonomistlerin tabiriyle, “toksik finans ürünlerine” fazladan kredi notu vererek 2008 krizine neden olmakla suçlanmışlardı.
Hani, 2016 yılında Brezilya’yı yatırım yapılabilir seviyenin altında göstermişlerdi de ülkedeki borsa endeksi bu nota rağmen yüzde 36 yükselmişti… Hani, bir iddiaya göre Rusya ve Suudi Arabistan’la da benzer şekilde ‘oynamaya’ kalkmışlardı…
İşin ilginç yanı, bu derecelendirme şirketleri, bütün bu geçmiş günahlarına rağmen yatırımcılar üzerinde hâlâ belli bir etkiye sahipler. Hem Türkiye’nin hem de 25 bankamızın notunu da 13 Temmuz 2018’den itibaren düşürme eğilimindeler…
Moody’s’in eski patronu William Harrington, müşterilerin istediği notları analistlerine zorla verdirdiklerini itiraf etmişti… 11 yıl Moody’s şirketinde çalışan, 2006-2010 arasında kıdemli başkan yardımcılığı yapmış olan William Harrington, Amerikan Sermaye Piyasası Kurulu’na sunduğu 78 sayfalık resmî yazıda arka planda neler olduğunu açıklamıştı…
Buna göre Moody’s, not verdiği menkul kıymetleri ihraç eden banka ve kuruluşlardan ‘ödeme’ alıyormuş… Notunu beğenmeyen müşterilerin kendileriyle çalışmaktan vazgeçeceği baskısı altında olan kredi kuruluşu, analistlerini “korkutma ve tacizle” yanlı davranmaya itiyormuş… “Moody’s’in verdiği kredi notları işe yaramaz”mış… Bunları Moody’s’in eski patronu Harrington söylüyor…
Bilindiği üzere şirket, son dönemde de kredi notlarını şişirerek krize neden olduğu iddiasıyla soruşturma geçirmiş ve 864 milyon dolar ödemeyi kabul ederek anlaşma yoluna gitmişti…
Fitch, Türkiye’nin not görünümünün negatif olmasının nedenleri arasında “ekonomik dengelenmeye ilişkin çok yönlü riskler, küresel finansal koşullar, ulusal ve jeopolitik riskler” i saymış.
The Guardian’ın 22.08.2011, Forbes’un 14.01.2017, The New York Times’ın 8.01.2016 tarihli nüshalarına bir göz atmak, Büyük Üçlü’nün (The Big Three - Fitch Ratings, Moody’s ve Standard & Poor’s) maceraları hakkında bir fikir sahibi olmak için yeterli… Analistlerin Türkiye ile ilgili ortaya attıkları görüşlerin ana eksenini ‘belirsizlik’ oluşturuyor.
Öte yandan geçenlerde, medium.com adlı sitede, Marco Annunziata tarafından yazılan bir makalede şu soru soruluyordu: “Belirsizlik, güveni besler mi?”
Ekonomi Politikası Belirsizlik Endeksi’nin (www.policyuncertainty.com) verilerine atıfla, dünyada bu durumun son aylarda öngörülmemiş biçimde en yüksek seviyelere ulaştığından dem vuruluyor.
O kadar ki, iddiaya göre şu sıra 2008-2009 Küresel Krizi ve 2008-2009 Euro Bölgesi Borç Krizi dönemlerindeki belirsizliğin bile üstüne çıkılmış. Çin’deki ekonomik belirsizliğin bu genel tabloya kısmen de olsa etkisi olduğu öne sürülmüş…
Endeksin yayınlandığı sitede Türkiye’ye ait veriler yok. Ancak, kerameti kendinden menkul olsa da, yurt dışında ve Türkiye’de bazı çevrelerin hâlâ kuzey yıldızı muamelesi yaptıkları Uluslararası Para Fonu (IMF), geçen Aralık ayında Türkiye’ye dair bir Çalışma Belgesi (WP/18/272) yayınlayarak bazı veriler ortaya koymuştu. İnternetten kolaylıkla bulunabilen bol iniş çıkışlı bu tablonun ne dediği belli…
Fakat, Annunziata’nın yukarıda değindiğimiz sorusunu hatırlamakta da yarar var.
Yazar soruyu soruyor çünkü, belirsizlik arttıkça tüketici güveninin de arttığı tespit edilmiş. İnanması ne kadar güç, değil mi?!
Ekonomi politikalarının belirsizliği ve tüketici güveni birbirinden bu kadar kopuk iki öge değil. Yani belirsizlik artarken güvenin artması pek olası değil. O zaman bu ne demek oluyor? Sonuç nasıl böyle çıkabiliyor?
Bu ve benzeri araştırmalarla ilgili yazı ve haberleri okurken araştırma yöntemi, araştırmanın uygulandığı kitle gibi metodoloji ve demografiye dair bilgileri gözden kaçırmamak gerekir. Annunziata’nın da dediği gibi “Belki şeytan endeksin ayrıntısında gizlidir.”
Belirsizlik endekslerinin hangi parametreler dikkate alınarak oluşturulduğu bizim için önemli. O nedenle öncelikle, Ekonomi Politikası Belirsizlik Endeksi’ne bakalım. Endeks hazırlanırken üç unsura bakmışlar:
1. Belirsizlik medyadaki haberlerde ne kadar yansıtılmış;
2. Ekonomistlerin temel ekonomik değişkenler hakkında farklı tahminlere sahip olma dereceleri;
3. Yakında sona erecek vergi düzenlemeleri.
IMF’nin Türkiye ile ilgili Türkiye’de Ekonomik Politika Belirsizliği başlıklı raporundaki parametreler nedir diye merak edip baktığımızda, orada da benzer bir durumla karşılaşıyoruz. IMF de ölçümlerini medya yayınlarını baz alarak yapmış. Hani ülkemizde itibar araştırmalarında 46’ncı sırada boy gösteren medyanın o yanılmakla malul muhteşem (!) yorumları baz alınmış…
Şimdi geldik düğümün çözüldüğü yere… Belirsizlik tespit edilmişken tüketicinin nasıl oluyor da hâlâ güven duyduğuna…
Bazı gazeteci ve ekonomistler kendi felâket senaryolarını yazarak dikkat çekmeye çalışırken aslında, aynı gemide oldukları ülkelerine büyük zarar veriyorlar. Onların yorumlayarak verdiği haberler nedeniyle bir belirsizlik ortamı ortaya çıkabiliyor. Bu, önce bir ‘sanal gündem’ olarak belirebilir.
Ekonomi politikalarındaki belirsizlik, ekonomideki belirsizliğe, o da yatırımların geri çekilmesine, yapılmamasına neden olabiliyor. Buna rağmen medyaya duyulan güvenin düşüklüğü, onun yarattığı güvensizlik ortamına da itibar edilmemesini sağlamıyor mu?.. Varın siz düşünün…