Ben de Orkid kullanacağım, ama…
21 EYLÜL 2003
Gazetede haberi okuyunca çok heyecanlandım. P&G’ye helal olsun, diye geçirdim içimden… Bayanların –kibarca söylenişiyle- ‘malum günleri’ için ürettikleri Orkid için bundan güzel halkla ilişkiler projesi olur mu? Bayan Voleybol Milli Takımımıza sponsor olmakla tam bir kazan-kazan ilişkisi yaratmışlardı. (Akıl Oyunları’nda daha yakından tanıdığımız bilim adamı John Nash’in kulakları çınlasın)
Orkid ciddi bir itibar kazanacak… İtibarın kısa zamanda satışları etkilediği malum… Voleybol Federasyonunun eli para görecek… Onca temizlik markasını üreten güçlü P&G’nin desteği ile bu spor dalı gelişecek… Gazetelerde daha çok yer alacak… Daha çok izleyici maça gidecek… Oyuncular daha çok para kazanacak… Şirket kulüpleri daha çok PR yapma şansı elde edecek… Özel hayatlara meraklı magazin medyası için yeni malzeme alanları doğacak vs… Bu zinciri spor salonlarındaki tostçuların kârlarının aratacağı iddiasına kadar götürmek mümkün…
“Aynen basketbolde ’12 Dev Adam projesi’ ile Garanti Bankası’nın, ya da ‘Milli Takım İletişim Sponsorluğu’, ‘Futbol Değerleri’ gibi PR projeleri ile Türkcell’in yaptığını yapacaklar” diye tahmin ettim.
İnşallah yanılmam… Ama şimdilik izlediklerim pek o yönde değil. Hani, iletişimin olmazsa olmazı 3 C kuralı vardı ya: Creativity, consistency, continuity (Yaratıcılık, tutarlılık, süreklilik). Bu projede ikinci C, yani ‘tutarlılık’ta tam isabet yakalanmış. Orkid’in iş hedeflerine bundan daha iyi uyan hangi proje olabilirdi ki… Ama birinci C (yaratıcılık) zayıf, üçüncü C (süreklilik) konusunda ise kafamız karışık. Biraz açalım…
Önce birinci C… İletişimde bir başka olmazsa olmaz üçleme, planlamada ortaya çıkar. Bir PR projesinin mutlaka öncesi, sırası ve sonrası planlanır (‘öss’ diye aklınızda kalsın). Bırakın PR’ı, bu üçleme, seyahate çıkmak, yeni bir okula başlamak, sevdiğinizle buluşmak, gibi özel etkinlikler için de geçerlidir…
Şimdi Orkid’in bu projenin birinci aşamasında ne yaptığına bakalım: Gazetelerin şurasında burasında küçücük haberler halinde yer alan bir basın toplantısı, bir de internet ortamında çok başarılı hazırlanmış olmasına rağmen ‘kör atış’ yollanmış bültenler. Nerede bunun TV ayağı, nerede bunun Billboard’ları, nerede ürün paketleri üzerinde ‘Resmi sponsor’ ibaresi, nerede kız öğrencilerin maçlara daveti, nerede finallerin özel logosu, nerede örneğin ‘turnuvanın en centilmen takımına’ verilecek Orkid özel kupası ve madalyaları, nerede turnuva logolu orkid t-shirt’leri, nerede kız öğrenci takımlarına hediye edilecek üzerinde özel logo bulunan ve Orkid yazan voleybol topları?...
Pekiyi, Orkid ne yapmış? Milli Takım oyuncularının formalarının göğüslerine Orkid yazdırmış. Yazık, bu kadar güzel bir fikir ancak böyle harcanır…
Üçüncü C (süreklilik) konusunda ise hiç netlik yok. Kaç para verdiniz bu işe? Bu para ne için kullanılacak? Ne kadar sürdüreceksiniz bu desteği? Sadece 20-28 eylül arasında mı? Ya sonra? Ya ondan sonra rakibiniz çıkar da, Federasyon’la 10 yıllık bir anlaşma yapar, işin kaymağını yerse üzülmez misiniz?
Bir de bir iletişim felaketi kapınızın önünde ki, Allah vermesin, yakar sizi: Bir iki gazetede, Süreyya Ayhan’ın Paris performansına gönderme yapan ‘iyi niyetli’ yorumlar okudum ki, tamamen tuzaktır… Hani ‘Orkid kullansaydı böyle olmazdı’yı çağrıştıracak yorumlar… Aman dikkat! Bu konuda edeceğiniz en ufak lafla kendi krizinizi kendiniz yaratırsınız. Kamu oyu dalgasını geçer. Kamu vicdanı asla affetmez…
Gelelim yazımızın başlığına: Yukarıda sözünü ettiğim ‘öss’ sınavından geçin, örneğin ‘O Şimdi Asker’ filminde postallardan topukları yaralanan 28 günlük askerciklerin yaptığı gibi, her ay bir paket Orkid almazsam, bana da Saydam demesinler…
Bu kadar şiddete yürek dayanmaz
Geçen hafta her şey üstüste geldi… Her türden acaip bir şiddet muhabbetidir gitti. GS-FB maçında arbede beklentisi içinde olan İngilizler’in mi etkisidir, yoksa ‘Şöyle 5-10 cesetli bir haber olsun da, hem vah vah, diyelim hem de efendi gibi tiraj alalım” beklentisi içinde olan ‘malum basının’ mı, bilinmez. Fakat şiddet kol gezdi geçen hafta…
Demet Akalın dedi ki, “İbo -İbrahim Kutluay’ı kastediyormuş. Ben önce Tatlıses’ten söz ediyor zannedip, vakayı âdiye diye kale almamıştım- beni dövdü. Ama haklıydı. Eve geç gelmiştim…”
Sonra İzzet Yıldızhan TV’ye çıkıp delikanlıca (!) “Ben de kadın dövdüm!” dedi…
Arkasından gazeteci arkadaşımız Ayşe Önal’ın bir kolu ve bir bacağı protez olan kızının arkadaşlarıyla bir konsolosluktaki etkinlikten çıktıktan sonra yediği dayak... Daha da şiddetlisi, Ayşe Hanım’ın Beyoğlu Emniyet Amirliği’ni aradığında, telefondaki iletişim uzmanı(!) memur arkadaşın“Ne işi vardı kızınızın o saatte oralarda” anlamına gelecek yanıtları. (Umarız, iletişimi başarıyla yönettiğini bildiğimiz Emniyet, bu krizi fırsata çevirecek bir iletişim tavrı sergiler)…
Geçen haftanın şiddet dolu açıklamalarına ciddi bir katma değer de, kadına başının üstünde yer veren İslami değerler sistemini savunduğunu bildiğimiz, Türk Büyükleri’nden İsmet Özel’den geldi, “Kadın benim kölem olmalı. Bunu da gönüllü olarak yapmalı…”
B. Brecht’den alıntıdır: Hitler’e sormuşlar, “Führer’im, insanlara zorla neler yaptırabileceğinizi çok iyi biliyoruz. Fakat bir de Hitlerjugend’e veya SS’e gönüllü olarak kitleler halinde katılanlar var. Bunu nasıl başarıyorsunuz?” Adolf Hitler oradakilerin sorusuna soruyla cevap vermiş: “Bir köpek gönüllü olarak hardal yer mi?” “Hayır!” diye cevap vermiş hazurun hep bir ağızdan… Führer, dönmüş yaverine “Bana en acısından bir kavanoz Dijon hardalı getirin” buyurmuş. Emir hemen yerine getirilmiş. Elini kavanoza daldırmış Hitler, bir avuç dolusu hardalı aldığı gibi yanıbaşında duran devasa safkan Alman kurdunun poposuna çalmış. Köpek durduğu yerden can havliyle fırlamış, kendi etrafında hızla dönerek bir anda bütün hardalı yalayıp yutmuş… Führer savaş kazanmış kumandan edasıyla dönmüş çevresindekilere: “Gördünüz mü?” demiş…
Geçen haftanın son şiddet darbesini de Bedri Baykam indirdi… CHP başkanlığına aday olacağını açıkladı. Ülkemiz sosyal demokratlarına uygulanabilecek bundan büyük bir mezalim olabilir mi? (Siyasetinden çok sanatıyla yakından tanıdığım sevgili Baykam’ın engin hoşgörüsüne ve mizah anlayışına sığınarak son cümleyi ekledim. Jüri bu son paragrafı kayıtlardan çıkarsın lütfen…)
· “Reklamın iyisi kötüsü olmaz.” Bu laf kesinlikle doğru değildir. “Bir baş ol da, istersen soğan başı ol” gibi anlamsız bir laftır bu da. Reklamın kötüsü bal gibi olur. Kendinizi kısa bir süre için gündeme getirebilirsiniz belki. Çankaya’da köşkün kapısında soyunan hanımefendi gibi… Fakat bu hiçbir zaman ticari bir başarıya dönüşmez. Kasediniz masediniz satmaz… Tersine medyaya meze olmakla kalır, daha da çok yıpranırsanız… İşin içinde ticari sonuç yoksa da buna ‘iletişim’ denmez. Ne mi denir? İstediğiniz kavramı koyabilirsiniz. Mesela ‘zübürdük’ deyin… Farketmez. (Bkz. Yüzlerce milyon dolarla batmış reklam kampanyaları…)
· Deniz Temiz Derneği Turmepa’nın TV’lerde gösterilen ‘toplumsal sorumluluk’ kampanyasını kim yapmışsa ellerine sağlık. Yalın, çarpıcı, duygusal… Müthiş etkilendim. Bir Cola teneke kutusunun 200 bin yıl denizde kalıp etrafı mahvettiğini bu kampanyadan öğrendim. Turmepa’nın bugün deniz kirliliğine karşı İstanbul’un çeşitli kıyı semtlerinde etkinliği varmış. Ben 13.00 civarında kızımla Ortaköy’de olacağım. Beklerim.
· Bir iletişim harikası da M. Ali Erbil’den… “Halkım için tanga bile giyerim!” demiş süper şovmen. Dergi ve gazetelerde son derece hoş, seksi fotoğrafları yayınlanan pop şarkıcısı Emre Altuğ da TV’deki söyleşisinde gözlerimin içine baka baka, “Depremzedeler için soyundum!” demişti. Magazin medyası bu haberleri ciddi ciddi veriyor… Allahtan şu garip halkımız var yani… “Kendim için bir şey istiyorsam, namerdim” diyen siyasilerin ne günahı vardı da, ti’ye aldınız aylarca?
“Farklılaş Ya Da Öl!”
Bir dijital kamera almaya kalkın. Yandınız… Başınız döner. Hangisi daha iyi, diye yüzlerce örnek arasında gidip gelirsiniz. Aynı teknik özelliklere sahip hangi bilgisayar, hangi otomobil daha iyidir? Ya deterjanlardan hangisi daha beyaz yıkar?…
5 yıldızlı otellere ne demeli? Adı üstünde hepsi ‘5 yıldızlı’, yani standart. Yani hepsinde aynı kalitede hizmet ve maddi koşullar var.
Günümüzde, satın alma kararlarında maddi özellikler birinci dereceden rol oynamıyorsa, pekiyi ne rol oynuyor? Ürün ve hizmetinizi rekabetten nasıl farklılaştıracak ve satacaksınız?...
Bugünlerde tüm pazarlama ve stratejik iletişim uzmanlarının çözüm aradığı soru bu. Nasıl farklılaşacaksın ve bunu nasıl sürdüreceksin?..
Kolay iş değil. Örneğin, SABAH gazetesi üst yönetimi bu değişim süreci için hedef olarak 3 yılı seçmiş. IBM’in farklılaşma stratejisini oturtması için 5 yılın geçmesi gerekmişti.
Management Center Türkiye (MCT), 4. Pazarlama Zirvesi’nin içeriğini bu sorunun yanıtını aramak üzere oluşturmuş. Zirvenin adı: Sürdürülebilir Farklılaşma! Çok sayıda yabancı ve yerli uzmanın katılacağı etkinlik, 10-11 Aralık’da Grand Cevahir Oteli Kongre Merkezi’nde. Sponsorları: Ak Emeklilik, Siemens Mobile, Teknoloji, Edding, Barem Research, CMC, Kültür AŞ… Şu anda kayıt yaptırmış kişi sayısı 350… Nerdeyse hiç reklam yapmadan 3 ay öncesinden salonun yarısı dolmuş. Bilginin güç haline henüz tam anlamıyla gelemediği ülkemiz için iyi işaretler.
Ülkemizde bazılarının farklılaşmak için hâlâ sığındığı ‘imaj değiştirme’ taktiğinin ne kadar demode kaldığını anlamak için, iletişimle ilgilenen herkesin (kim ilgilenmiyor ki), katılamasa bile zirvenin belgelerini MCT’den edinmesinde yarar var.
Orkid ciddi bir itibar kazanacak… İtibarın kısa zamanda satışları etkilediği malum… Voleybol Federasyonunun eli para görecek… Onca temizlik markasını üreten güçlü P&G’nin desteği ile bu spor dalı gelişecek… Gazetelerde daha çok yer alacak… Daha çok izleyici maça gidecek… Oyuncular daha çok para kazanacak… Şirket kulüpleri daha çok PR yapma şansı elde edecek… Özel hayatlara meraklı magazin medyası için yeni malzeme alanları doğacak vs… Bu zinciri spor salonlarındaki tostçuların kârlarının aratacağı iddiasına kadar götürmek mümkün…
“Aynen basketbolde ’12 Dev Adam projesi’ ile Garanti Bankası’nın, ya da ‘Milli Takım İletişim Sponsorluğu’, ‘Futbol Değerleri’ gibi PR projeleri ile Türkcell’in yaptığını yapacaklar” diye tahmin ettim.
İnşallah yanılmam… Ama şimdilik izlediklerim pek o yönde değil. Hani, iletişimin olmazsa olmazı 3 C kuralı vardı ya: Creativity, consistency, continuity (Yaratıcılık, tutarlılık, süreklilik). Bu projede ikinci C, yani ‘tutarlılık’ta tam isabet yakalanmış. Orkid’in iş hedeflerine bundan daha iyi uyan hangi proje olabilirdi ki… Ama birinci C (yaratıcılık) zayıf, üçüncü C (süreklilik) konusunda ise kafamız karışık. Biraz açalım…
Önce birinci C… İletişimde bir başka olmazsa olmaz üçleme, planlamada ortaya çıkar. Bir PR projesinin mutlaka öncesi, sırası ve sonrası planlanır (‘öss’ diye aklınızda kalsın). Bırakın PR’ı, bu üçleme, seyahate çıkmak, yeni bir okula başlamak, sevdiğinizle buluşmak, gibi özel etkinlikler için de geçerlidir…
Şimdi Orkid’in bu projenin birinci aşamasında ne yaptığına bakalım: Gazetelerin şurasında burasında küçücük haberler halinde yer alan bir basın toplantısı, bir de internet ortamında çok başarılı hazırlanmış olmasına rağmen ‘kör atış’ yollanmış bültenler. Nerede bunun TV ayağı, nerede bunun Billboard’ları, nerede ürün paketleri üzerinde ‘Resmi sponsor’ ibaresi, nerede kız öğrencilerin maçlara daveti, nerede finallerin özel logosu, nerede örneğin ‘turnuvanın en centilmen takımına’ verilecek Orkid özel kupası ve madalyaları, nerede turnuva logolu orkid t-shirt’leri, nerede kız öğrenci takımlarına hediye edilecek üzerinde özel logo bulunan ve Orkid yazan voleybol topları?...
Pekiyi, Orkid ne yapmış? Milli Takım oyuncularının formalarının göğüslerine Orkid yazdırmış. Yazık, bu kadar güzel bir fikir ancak böyle harcanır…
Üçüncü C (süreklilik) konusunda ise hiç netlik yok. Kaç para verdiniz bu işe? Bu para ne için kullanılacak? Ne kadar sürdüreceksiniz bu desteği? Sadece 20-28 eylül arasında mı? Ya sonra? Ya ondan sonra rakibiniz çıkar da, Federasyon’la 10 yıllık bir anlaşma yapar, işin kaymağını yerse üzülmez misiniz?
Bir de bir iletişim felaketi kapınızın önünde ki, Allah vermesin, yakar sizi: Bir iki gazetede, Süreyya Ayhan’ın Paris performansına gönderme yapan ‘iyi niyetli’ yorumlar okudum ki, tamamen tuzaktır… Hani ‘Orkid kullansaydı böyle olmazdı’yı çağrıştıracak yorumlar… Aman dikkat! Bu konuda edeceğiniz en ufak lafla kendi krizinizi kendiniz yaratırsınız. Kamu oyu dalgasını geçer. Kamu vicdanı asla affetmez…
Gelelim yazımızın başlığına: Yukarıda sözünü ettiğim ‘öss’ sınavından geçin, örneğin ‘O Şimdi Asker’ filminde postallardan topukları yaralanan 28 günlük askerciklerin yaptığı gibi, her ay bir paket Orkid almazsam, bana da Saydam demesinler…
Bu kadar şiddete yürek dayanmaz
Geçen hafta her şey üstüste geldi… Her türden acaip bir şiddet muhabbetidir gitti. GS-FB maçında arbede beklentisi içinde olan İngilizler’in mi etkisidir, yoksa ‘Şöyle 5-10 cesetli bir haber olsun da, hem vah vah, diyelim hem de efendi gibi tiraj alalım” beklentisi içinde olan ‘malum basının’ mı, bilinmez. Fakat şiddet kol gezdi geçen hafta…
Demet Akalın dedi ki, “İbo -İbrahim Kutluay’ı kastediyormuş. Ben önce Tatlıses’ten söz ediyor zannedip, vakayı âdiye diye kale almamıştım- beni dövdü. Ama haklıydı. Eve geç gelmiştim…”
Sonra İzzet Yıldızhan TV’ye çıkıp delikanlıca (!) “Ben de kadın dövdüm!” dedi…
Arkasından gazeteci arkadaşımız Ayşe Önal’ın bir kolu ve bir bacağı protez olan kızının arkadaşlarıyla bir konsolosluktaki etkinlikten çıktıktan sonra yediği dayak... Daha da şiddetlisi, Ayşe Hanım’ın Beyoğlu Emniyet Amirliği’ni aradığında, telefondaki iletişim uzmanı(!) memur arkadaşın“Ne işi vardı kızınızın o saatte oralarda” anlamına gelecek yanıtları. (Umarız, iletişimi başarıyla yönettiğini bildiğimiz Emniyet, bu krizi fırsata çevirecek bir iletişim tavrı sergiler)…
Geçen haftanın şiddet dolu açıklamalarına ciddi bir katma değer de, kadına başının üstünde yer veren İslami değerler sistemini savunduğunu bildiğimiz, Türk Büyükleri’nden İsmet Özel’den geldi, “Kadın benim kölem olmalı. Bunu da gönüllü olarak yapmalı…”
B. Brecht’den alıntıdır: Hitler’e sormuşlar, “Führer’im, insanlara zorla neler yaptırabileceğinizi çok iyi biliyoruz. Fakat bir de Hitlerjugend’e veya SS’e gönüllü olarak kitleler halinde katılanlar var. Bunu nasıl başarıyorsunuz?” Adolf Hitler oradakilerin sorusuna soruyla cevap vermiş: “Bir köpek gönüllü olarak hardal yer mi?” “Hayır!” diye cevap vermiş hazurun hep bir ağızdan… Führer, dönmüş yaverine “Bana en acısından bir kavanoz Dijon hardalı getirin” buyurmuş. Emir hemen yerine getirilmiş. Elini kavanoza daldırmış Hitler, bir avuç dolusu hardalı aldığı gibi yanıbaşında duran devasa safkan Alman kurdunun poposuna çalmış. Köpek durduğu yerden can havliyle fırlamış, kendi etrafında hızla dönerek bir anda bütün hardalı yalayıp yutmuş… Führer savaş kazanmış kumandan edasıyla dönmüş çevresindekilere: “Gördünüz mü?” demiş…
Geçen haftanın son şiddet darbesini de Bedri Baykam indirdi… CHP başkanlığına aday olacağını açıkladı. Ülkemiz sosyal demokratlarına uygulanabilecek bundan büyük bir mezalim olabilir mi? (Siyasetinden çok sanatıyla yakından tanıdığım sevgili Baykam’ın engin hoşgörüsüne ve mizah anlayışına sığınarak son cümleyi ekledim. Jüri bu son paragrafı kayıtlardan çıkarsın lütfen…)
· “Reklamın iyisi kötüsü olmaz.” Bu laf kesinlikle doğru değildir. “Bir baş ol da, istersen soğan başı ol” gibi anlamsız bir laftır bu da. Reklamın kötüsü bal gibi olur. Kendinizi kısa bir süre için gündeme getirebilirsiniz belki. Çankaya’da köşkün kapısında soyunan hanımefendi gibi… Fakat bu hiçbir zaman ticari bir başarıya dönüşmez. Kasediniz masediniz satmaz… Tersine medyaya meze olmakla kalır, daha da çok yıpranırsanız… İşin içinde ticari sonuç yoksa da buna ‘iletişim’ denmez. Ne mi denir? İstediğiniz kavramı koyabilirsiniz. Mesela ‘zübürdük’ deyin… Farketmez. (Bkz. Yüzlerce milyon dolarla batmış reklam kampanyaları…)
· Deniz Temiz Derneği Turmepa’nın TV’lerde gösterilen ‘toplumsal sorumluluk’ kampanyasını kim yapmışsa ellerine sağlık. Yalın, çarpıcı, duygusal… Müthiş etkilendim. Bir Cola teneke kutusunun 200 bin yıl denizde kalıp etrafı mahvettiğini bu kampanyadan öğrendim. Turmepa’nın bugün deniz kirliliğine karşı İstanbul’un çeşitli kıyı semtlerinde etkinliği varmış. Ben 13.00 civarında kızımla Ortaköy’de olacağım. Beklerim.
· Bir iletişim harikası da M. Ali Erbil’den… “Halkım için tanga bile giyerim!” demiş süper şovmen. Dergi ve gazetelerde son derece hoş, seksi fotoğrafları yayınlanan pop şarkıcısı Emre Altuğ da TV’deki söyleşisinde gözlerimin içine baka baka, “Depremzedeler için soyundum!” demişti. Magazin medyası bu haberleri ciddi ciddi veriyor… Allahtan şu garip halkımız var yani… “Kendim için bir şey istiyorsam, namerdim” diyen siyasilerin ne günahı vardı da, ti’ye aldınız aylarca?
“Farklılaş Ya Da Öl!”
Bir dijital kamera almaya kalkın. Yandınız… Başınız döner. Hangisi daha iyi, diye yüzlerce örnek arasında gidip gelirsiniz. Aynı teknik özelliklere sahip hangi bilgisayar, hangi otomobil daha iyidir? Ya deterjanlardan hangisi daha beyaz yıkar?…
5 yıldızlı otellere ne demeli? Adı üstünde hepsi ‘5 yıldızlı’, yani standart. Yani hepsinde aynı kalitede hizmet ve maddi koşullar var.
Günümüzde, satın alma kararlarında maddi özellikler birinci dereceden rol oynamıyorsa, pekiyi ne rol oynuyor? Ürün ve hizmetinizi rekabetten nasıl farklılaştıracak ve satacaksınız?...
Bugünlerde tüm pazarlama ve stratejik iletişim uzmanlarının çözüm aradığı soru bu. Nasıl farklılaşacaksın ve bunu nasıl sürdüreceksin?..
Kolay iş değil. Örneğin, SABAH gazetesi üst yönetimi bu değişim süreci için hedef olarak 3 yılı seçmiş. IBM’in farklılaşma stratejisini oturtması için 5 yılın geçmesi gerekmişti.
Management Center Türkiye (MCT), 4. Pazarlama Zirvesi’nin içeriğini bu sorunun yanıtını aramak üzere oluşturmuş. Zirvenin adı: Sürdürülebilir Farklılaşma! Çok sayıda yabancı ve yerli uzmanın katılacağı etkinlik, 10-11 Aralık’da Grand Cevahir Oteli Kongre Merkezi’nde. Sponsorları: Ak Emeklilik, Siemens Mobile, Teknoloji, Edding, Barem Research, CMC, Kültür AŞ… Şu anda kayıt yaptırmış kişi sayısı 350… Nerdeyse hiç reklam yapmadan 3 ay öncesinden salonun yarısı dolmuş. Bilginin güç haline henüz tam anlamıyla gelemediği ülkemiz için iyi işaretler.
Ülkemizde bazılarının farklılaşmak için hâlâ sığındığı ‘imaj değiştirme’ taktiğinin ne kadar demode kaldığını anlamak için, iletişimle ilgilenen herkesin (kim ilgilenmiyor ki), katılamasa bile zirvenin belgelerini MCT’den edinmesinde yarar var.