Ben ‘Hayır’ diyeceğim, demedim…
14 TEMMUZ 2010
AK Parti’nin ‘Referanduma’ gitmesinin erken ve riskli olduğunu başından beri söylüyorum… Diyorum ki, “Kimse anayasaya – babayasaya bakmayacak. İçerikle ilgilenmeyecek. Ne değişiyormuş kimsenin umurunda olmayacak. Herkes oyunu takım tutar gibi kullanacak. Daha da kötüsü FB – GS maçı gibi de olmayacak. Oylama duygusu, ‘FB – Tüm diğer takımlar’ şeklinde tezahür edecek…
Bir de buna “‘Şu AK Parti de çok şımardı bir ders verelim, kendine gelsin; sonra seçimlerde nasılsa tekrar ona oy veririz; yine açık ara tek başına iktidar olur” diyenler eklenecek… Sonuç: Kıl payı ile de olsa, Referandum’da Hayır çıkacak. Bu ise AK Parti’nin yenilgisi olarak algılandırılacak…
Bu, bizim tahminimiz. Yoksa önerilen değişiklikleri, gençleri bilemem ama 1982 Anayasası’na ‘Hayır’ demiş ve %8.63’lük azınlık içinde yer almış bir vatandaş olarak onaylamamak, tutarsızlıktan öte ‘akıl özürlüğünün’ sınırlarını zorlayan bir davranış olurdu…
Yani, Anayasa Değişikliği Referandumu’ndan ‘hayır’ çıkmayacak aslında… “Evet, hem de değişiklikler yetersiz bile!” diyenlerin içinden ciddi bir grup: “Hele AK Parti’ye bir ders verelim -iktidar partisi Başbakan’ın da zaman zaman tespit ettiği- ‘şımarıklığı’ üstünden atsın” dileğine ‘Evet’ çıkacak…
Sinan Çetin, “Türkiye’de en zor şey tarafsız olmaktır” demişti… Ne kadar haklı olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyorum… Ben ‘tarihi gerçekçilik’ penceresinden bakmaya, kendi ‘temennilerimi ve hüsnü kuruntularımı’ işin içine katmadan mevcut durumu anlamaya çalıştıkça, “Vay AK Partisi yalakası, vay CHP sempatizanı, hayır postal yalayıcısı” diye yaftalanmaktan bıkmadım…
Kendi takımını izlemeye gidenlere “Maçın sonucu ne olur?” diye sorulduğu zaman, ellerini açıp “Beş, beş!” diye bağıran seyircilerden olamadım hiçbir zaman. O yüzden de Referandum sonucunun ucu ucuna da olsa ‘Hayır’ çıkacağı üzerine isteyen herkesle iddiaya gireceğimi açıklarken, benim ‘Hayırcı’ ya da ‘Evetçi’ olmadığıma, aslında siyasi çözümlerin ve tasallut türlerinin hiçbiriyle özdeşleşmediğime inandırmakta da zorlanabileceğimi çok iyi biliyordum…
Bu tipik bir “dağın arkasını görme ve başına geleceği bilme” meselesidir…
Bu durumda AK Parti’ye düşen tek şey, Futbol Dünya Şampiyonasına egemen olan anti-futbol stratejisidir: Kendin gol yemeyeceksin ve rakibin hata yapmasını bekleyeceksin…
Halide’yi özlemişim…
Gündem bir yoğunlaştı ki, Bosch’un o güzelim reklamını bir türlü yazamadık… Daha doğrusu güzelim reklamı değil reklamdaki güzelim oyuncuyu…
Herkes Hanımın Çiftliği’nde kimi izledi bilemem… Ben Halide’ye izledim… Ebru Özkan Hanım’ın adı mucize websitesi www.imdb.com’da dizinin künyesinde yedinci sırada yazıyor… Benim içinse birinci sırada…
Dediler ki, o dizide makyajı çok özeldi… Giyim kuşamı şahaneydi. Onun etkisidir… Buyrun Bosch reklamı… Orada Halide yok ki… Ekranda olgun ve marka vaadi son derece yüksek bir kadın duruyor… Yani sadece eski zaman güzeli olduğu için değil; onda başka bir ‘tılsım’ var…
Söz düzeni hiç de ahım şahım olmayan – olmasına da gerek olmayan- bir reklam filmini bir anda ‘sıra dışı’ hale getiren nedir sizce? Birincisi çekim ve yaratılan atmosfer ise; ikincisi ve belki de çok daha baskın olanı Ebru Özkan’dır…
Ebru Hanım’ı yakından izlemeye devam…
Bir de buna “‘Şu AK Parti de çok şımardı bir ders verelim, kendine gelsin; sonra seçimlerde nasılsa tekrar ona oy veririz; yine açık ara tek başına iktidar olur” diyenler eklenecek… Sonuç: Kıl payı ile de olsa, Referandum’da Hayır çıkacak. Bu ise AK Parti’nin yenilgisi olarak algılandırılacak…
Bu, bizim tahminimiz. Yoksa önerilen değişiklikleri, gençleri bilemem ama 1982 Anayasası’na ‘Hayır’ demiş ve %8.63’lük azınlık içinde yer almış bir vatandaş olarak onaylamamak, tutarsızlıktan öte ‘akıl özürlüğünün’ sınırlarını zorlayan bir davranış olurdu…
Yani, Anayasa Değişikliği Referandumu’ndan ‘hayır’ çıkmayacak aslında… “Evet, hem de değişiklikler yetersiz bile!” diyenlerin içinden ciddi bir grup: “Hele AK Parti’ye bir ders verelim -iktidar partisi Başbakan’ın da zaman zaman tespit ettiği- ‘şımarıklığı’ üstünden atsın” dileğine ‘Evet’ çıkacak…
Sinan Çetin, “Türkiye’de en zor şey tarafsız olmaktır” demişti… Ne kadar haklı olduğunu her geçen gün daha iyi anlıyorum… Ben ‘tarihi gerçekçilik’ penceresinden bakmaya, kendi ‘temennilerimi ve hüsnü kuruntularımı’ işin içine katmadan mevcut durumu anlamaya çalıştıkça, “Vay AK Partisi yalakası, vay CHP sempatizanı, hayır postal yalayıcısı” diye yaftalanmaktan bıkmadım…
Kendi takımını izlemeye gidenlere “Maçın sonucu ne olur?” diye sorulduğu zaman, ellerini açıp “Beş, beş!” diye bağıran seyircilerden olamadım hiçbir zaman. O yüzden de Referandum sonucunun ucu ucuna da olsa ‘Hayır’ çıkacağı üzerine isteyen herkesle iddiaya gireceğimi açıklarken, benim ‘Hayırcı’ ya da ‘Evetçi’ olmadığıma, aslında siyasi çözümlerin ve tasallut türlerinin hiçbiriyle özdeşleşmediğime inandırmakta da zorlanabileceğimi çok iyi biliyordum…
Bu tipik bir “dağın arkasını görme ve başına geleceği bilme” meselesidir…
Bu durumda AK Parti’ye düşen tek şey, Futbol Dünya Şampiyonasına egemen olan anti-futbol stratejisidir: Kendin gol yemeyeceksin ve rakibin hata yapmasını bekleyeceksin…
Halide’yi özlemişim…
Gündem bir yoğunlaştı ki, Bosch’un o güzelim reklamını bir türlü yazamadık… Daha doğrusu güzelim reklamı değil reklamdaki güzelim oyuncuyu…
Herkes Hanımın Çiftliği’nde kimi izledi bilemem… Ben Halide’ye izledim… Ebru Özkan Hanım’ın adı mucize websitesi www.imdb.com’da dizinin künyesinde yedinci sırada yazıyor… Benim içinse birinci sırada…
Dediler ki, o dizide makyajı çok özeldi… Giyim kuşamı şahaneydi. Onun etkisidir… Buyrun Bosch reklamı… Orada Halide yok ki… Ekranda olgun ve marka vaadi son derece yüksek bir kadın duruyor… Yani sadece eski zaman güzeli olduğu için değil; onda başka bir ‘tılsım’ var…
Söz düzeni hiç de ahım şahım olmayan – olmasına da gerek olmayan- bir reklam filmini bir anda ‘sıra dışı’ hale getiren nedir sizce? Birincisi çekim ve yaratılan atmosfer ise; ikincisi ve belki de çok daha baskın olanı Ebru Özkan’dır…
Ebru Hanım’ı yakından izlemeye devam…