Bence de ‘ucube’…
12 OCAK 2011
Diyelim ki böyle düşünüyorum… Kars’daki “İnsanlık Anıtı”, benim görüşüme göre sadece “Kel başa şimşir tarak” ya da “Sak üstünde damsağan kaz beline vurmayı (!)…” misali, hatta sadece dikildiği bölge ve yer itibariyle bile bu ‘sıfatı’ hak ediyor olabilir…
Ben, evrensel kültür ve değerlerle yöresel kültür ve değerlerin çatıştığı noktada ‘reel politik’ yaklaşım gereği, çoğunluk yerel seçmen kitlenin ortak ruhi şekillenmesini göz önünde bulundurarak, anıtla arama mesafe ve hatta ‘tavır’ koymam gerektiğini hissetmiş olabilirim…
Ya da iyiden iyiye sinirlenmiş olabilirim. “Tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı boşa harcanmış bu garip işte” diye bozulmuşumdur. “Müslüman mahallesinde salyangoz satılıyormuş” gibi gelmiştir bana, mesela…
10 katlı bir apartman büyüklüğündeki devasa hacim de rahatsız ediyor olabilir beni. Hadiseyi gidip yerinde görmeden, TV’deki görüntülerle yetinip ahkâm kesenlere de fena halde bozuluyor olabilirim…
***
Benim ‘İnsanlık Anıtı’ndan beklentimle, orada dikili ‘İnsanlık Anıtı’nın biçim ve içeriği birbiriyle uyumlu olmayabilir. Benim hayal dünyamdaki heykeller, insana benzer de, bu anıttakiler daha çok uzaydan gelmiş yaratıkları andırıyor olabilirler… Bu da beni ‘rahatsız’ ediyordur mesela…
Anıtı inşa etmiş olan sanatçının ne kadar şöhretli ve yetenekli olduğu beni hiç ilgilendirmiyor olabilir… Ben, diyelim ki ‘tarihsel gerçekçiyim’dir… Tabiri amiyane ile ‘kargadan başka kuş tanımam’ misali; Kemal Tahir’den başka roman yazarı, Adnan Saygun’dan başka müzisyen, Sedat Hakkı Eldem’den başka mimar, Halit Refiğ’den başka sinemacı-düşünür, Cemil Meriç’ten başka otodidakt vb. tanımam… Bu nedenle de anıtın heykeltıraşı, bizim mahalleden olmadığı için yüzüne dahi bakmak içimden gelmiyordur…
***
Evet, salt bu nedenlerden dolayı anıt benim için bir ‘ucube’ olabilir…
Ama eğer niyetim durduk yerde ülkenin ve medyanın gündemini değiştirmek değilse;
Eğer hiç kimsenin aklında olmayan bir heykel üzerinden Türkiye entelijansiyası ile hesaplaşmayı kafama koymamışsam;
Eğer ülkenin ekonomik göstergelerle değil kültürel göstergelerle ilgili algılama notunu BB’den CC’ye düşürmeyi kafama koymadıysam;
Eğer kültür ve değerler konusunda benimle kesinlikle buluşmamalarına rağmen ülke yönetiminde uyguladığım ekonomi politikaları, dış politikaları, siyasetin demokratikleşmesi yolundaki adımları, sağlık politikalarını; AB ile uyum, devletin küçültülmesi vb. programları destekleyip oy veren milyonların kafasında soru işareti uyandırmak istemiyorsam;
O zaman tek bir şey yaparım: Susarım!..
***
Ama eğer seçmen kitlenin çoğunluğunun mutabık olmadığını en az üç bağımsız araştırma ile bana kanıtlarlarsa, o heykeli de orada tutmam. İki dudağımın arasında değil mi? Ya dağa bayıra taşıtırım, ya da milyonlarca dolar vermeye hazır onlarca ya da yüzlerce meraklısından birine sattırır, fakir fukaraya fon yaratırım…
Peki neden susarım? Siyasi iletişimin en önemli kuralını çiğnememek adına susarım:
“Söylediğin her şey doğru olsun, her doğruyu söyleme!”…
Çünkü her doğruyu söylemek, sadece ‘doğruları söylemek’ anlamına gelmeyebilir… ‘Doğruları’ kullanarak, karşındakine başka bir şeyleri anlatmaktır. Karşınızdakiler de anlar zaten…
Eşinize her doğruyu söyleyin bakın ne oluyor?...
Mesela yani…
Evet, böyle yapardım ben… Ne zaman?
Ben de anıtın ‘ucube’ olduğuna inansaydım eğer…
Ben, evrensel kültür ve değerlerle yöresel kültür ve değerlerin çatıştığı noktada ‘reel politik’ yaklaşım gereği, çoğunluk yerel seçmen kitlenin ortak ruhi şekillenmesini göz önünde bulundurarak, anıtla arama mesafe ve hatta ‘tavır’ koymam gerektiğini hissetmiş olabilirim…
Ya da iyiden iyiye sinirlenmiş olabilirim. “Tüyü bitmemiş yetimlerin hakkı boşa harcanmış bu garip işte” diye bozulmuşumdur. “Müslüman mahallesinde salyangoz satılıyormuş” gibi gelmiştir bana, mesela…
10 katlı bir apartman büyüklüğündeki devasa hacim de rahatsız ediyor olabilir beni. Hadiseyi gidip yerinde görmeden, TV’deki görüntülerle yetinip ahkâm kesenlere de fena halde bozuluyor olabilirim…
***
Benim ‘İnsanlık Anıtı’ndan beklentimle, orada dikili ‘İnsanlık Anıtı’nın biçim ve içeriği birbiriyle uyumlu olmayabilir. Benim hayal dünyamdaki heykeller, insana benzer de, bu anıttakiler daha çok uzaydan gelmiş yaratıkları andırıyor olabilirler… Bu da beni ‘rahatsız’ ediyordur mesela…
Anıtı inşa etmiş olan sanatçının ne kadar şöhretli ve yetenekli olduğu beni hiç ilgilendirmiyor olabilir… Ben, diyelim ki ‘tarihsel gerçekçiyim’dir… Tabiri amiyane ile ‘kargadan başka kuş tanımam’ misali; Kemal Tahir’den başka roman yazarı, Adnan Saygun’dan başka müzisyen, Sedat Hakkı Eldem’den başka mimar, Halit Refiğ’den başka sinemacı-düşünür, Cemil Meriç’ten başka otodidakt vb. tanımam… Bu nedenle de anıtın heykeltıraşı, bizim mahalleden olmadığı için yüzüne dahi bakmak içimden gelmiyordur…
***
Evet, salt bu nedenlerden dolayı anıt benim için bir ‘ucube’ olabilir…
Ama eğer niyetim durduk yerde ülkenin ve medyanın gündemini değiştirmek değilse;
Eğer hiç kimsenin aklında olmayan bir heykel üzerinden Türkiye entelijansiyası ile hesaplaşmayı kafama koymamışsam;
Eğer ülkenin ekonomik göstergelerle değil kültürel göstergelerle ilgili algılama notunu BB’den CC’ye düşürmeyi kafama koymadıysam;
Eğer kültür ve değerler konusunda benimle kesinlikle buluşmamalarına rağmen ülke yönetiminde uyguladığım ekonomi politikaları, dış politikaları, siyasetin demokratikleşmesi yolundaki adımları, sağlık politikalarını; AB ile uyum, devletin küçültülmesi vb. programları destekleyip oy veren milyonların kafasında soru işareti uyandırmak istemiyorsam;
O zaman tek bir şey yaparım: Susarım!..
***
Ama eğer seçmen kitlenin çoğunluğunun mutabık olmadığını en az üç bağımsız araştırma ile bana kanıtlarlarsa, o heykeli de orada tutmam. İki dudağımın arasında değil mi? Ya dağa bayıra taşıtırım, ya da milyonlarca dolar vermeye hazır onlarca ya da yüzlerce meraklısından birine sattırır, fakir fukaraya fon yaratırım…
Peki neden susarım? Siyasi iletişimin en önemli kuralını çiğnememek adına susarım:
“Söylediğin her şey doğru olsun, her doğruyu söyleme!”…
Çünkü her doğruyu söylemek, sadece ‘doğruları söylemek’ anlamına gelmeyebilir… ‘Doğruları’ kullanarak, karşındakine başka bir şeyleri anlatmaktır. Karşınızdakiler de anlar zaten…
Eşinize her doğruyu söyleyin bakın ne oluyor?...
Mesela yani…
Evet, böyle yapardım ben… Ne zaman?
Ben de anıtın ‘ucube’ olduğuna inansaydım eğer…