Benchmark’a devekuşuluk yakışmaz
09 ŞUBAT 2007
Hürriyet medyada hep benchmark olmuştur. Arçelik beyaz eşyada, Türk Hava Yolları sivil havacılıkta, Coca-Cola kolalı içeceklerde, Sezen Aksu pop müzikte, Akmerkez alışveriş merkezlerinde ne ise Türk basınında da Hürriyet odur. Aşılması gereken hedef...
Arçelik var diye Vestel’in eli armut mu devşirmeli? Hayır, muazzam işlere başarılara imza atar. Ya da Pepsi? Diğer uçak şirketleri? Bunlar işlerinde iyidirler, bazen lokal mevziler bile kazanabilirler. Hatta benchmark’ı geçip kendileri benchmark olanlar vardır. Swatch gibi.
Bunu örneğin Hürriyet nasıl sağlamıştır? Tek yanıtı var: Marka vaadi ile.
Bu marka vaadinin önemli bir parçasını da dürüstlük ve tutarlılık ilkesi oluşturur. Örneğin görüşlerine tamamen katılmasam da önem verdiğim ve ciddiye aldığım Emin Çölaşan’ı siyasilerin ısrarına rağmen ‘satmamaları’ etkili bir göstergedir. Çölaşan’ın dün ve evvelsi gün yazdıkları son derece manidardı. Sanki gitti geldi... Emin Bey mi? Hayır. Benchmark’a yakışan duruş gitti geldi...
Hürriyet bir de şu foto montaj meselesini halletmeli. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in ilk sayfada kadrajdan silinmesi, Başbakan’ın onun yerine kondurulması, yanında çalışan iletişim çömezinin patronuna kıyak olsun diye Erdal Acar’ı, George Clooney ile montajlaması kadar basit bir olay değildir. Gelen tepkiler üzerine gazetede yayınlanan açıklama ise hiç tatmin edici değildir.
Bu kurumun ombudsman’ı var; okur temsilcisi var; başyazarı var; genel yayın yönetmeni; yöneticileri var... Var oğlu var... Benchmark bu; dile kolay... Benchmark’a her türlü ‘efelik’ yakışır. Bağlı şirketlerin, TV kanallarını kollamalarını, rakip grupların işlerini ya hiç görmemelerini, görünce de olumsuz görmelerini anlamam mümkün. Bunlar markaya büyük zarar vermez. Fakat bu sonuncu öyle değil. Ciddi bir açıklamaları yoksa, suçüstü yakalanmışlar.
Bir de şu ‘hayal sattın, haber sattın!” meselesi var. Onun için derhal konuşmaya başlamaları lazım. Yoksa ‘deve kuşu’ stratejisiyle, yani kafayı kuma gömerek, asla zirveyi koruyamazlar. En azından uzun vadede!
Vurun Kurtlar Vadisi’ne!
Bazı yarı aydın gazeteci takımı işi yasaklamayı savunmaya kadar götürdü. Alias’ı yasaklayın. Vurdu kırdının Allah’ı var içinde. 24’ü hepten yasaklayın. Karşı Terör Birliği (CTU, Counter Teror Unit) terörün en babasını uyguluyor. Lost, Rambo’lar, Rocky’ler... Hemen yok edin...
Peki, kadınları aşağılayan filmler, diziler ne olacak? Kadının dövülmediği yerli dizi yok maşallah... Hepsini yasaklayın! Orwell’in 1984’ünde müthiş bir sahne vardır. Yüzlerce insanın birbirini izlediği ve ispiyonladığı. İşte dizileri öyle takip edin ve yok edin...
Kurtlar Vadisi’ni benim gibi ilgi ve merakla izleyen ve bunu söyleyen çok az insanın dışında diziyle ilgili ahkam kesenlerin aşağıdakilerden hangi gruba girdiğine bir baksanıza:
1. Hiç izlemeden yargılayanlar (Zeka düzeyi en geri olanlar)
2. Bir iki bölüm izleyip oradaki Türk kültür ve değerleriyle buluşmadıkları için yargılayanlar ve bunu dile getirenler (en çok bunlara saygı duyuyorum)
3. Kendi çalıştıkları medya grubu diziyi yayınlayamadığı için Kurtlar Vadisini yerden yere çalanlar. (Burada Cengiz Semercioğlu’nu kesinlikle ayrı tutarım)
4. Sonuçlardan çok kuramlara takılmaya ve insanları teorilerin denizinde boğmaya çalışan cahil okumuşlar.
5. Geniş halk kitleleriyle birlikte arkalarına yaslanıp, alt tarafı bu hayal ürünü bir dizi, ‘tevhidi tedrisat ürünü değil’ diyerek, diziyi keyifle izleyenler...
Var mı unuttuğum bir grup? Gördüğünüz gibi, Kurtlar Vadisi turnusol kâğıdı gibi...
Gillette, ‘Traş keyfiniz eksikli kalsın’ mı diyor?
Okur ve TV izleyicisinin dikkatine her zaman hayran olmuşumdur. İşte son örneği. Konu, sık sık değindiğim, reklamlardaki yerlilik meselesi... Geçenlerde Gillette’i, bu kez tercüme – ithal reklam ucuzluğuna kaçmadıkları için övmüşüz. Rıdvan’ı Beckham’a monte etmelerini beğenmişiz.
Okurumuz Dr. Bülent Demirbek bakın ne bulmuş:“ Gillette'in reklamından bahsettiniz dün. Yerli düşündüklerini söylediniz. Ancak tercümeleri yerli değil. 8 jilet alana verdikleri jelin üzerinde şu yazıyordu: ’Maximum tıraş keyfiniz eksiksiz kalmasın!’ Reklam mı yapıyor, beddua mı ediyor belli değil? ‘eksiksiz’; yani tam... Maksimum tıraş keyfim tam olmasaymış yani... Kötü tercümeye iyi bir numune...”
Bu uzun hikayedir Bülent Bey. Türk milleti, Batılılar gibi iki negatiften bir pozitif çıkarmakta zorlanır. ‘Ne sinemaya ne de tiyatroya gittim’ demesi doğru iken ‘gitmedim’ der. Bunu medyamız da yapar, reklamcılarımız da... “Geri zekalıysanız şunu yemeyin!” dersiniz, ‘Sakın yeme!’ diyorsunuz sanır, yemez... Üzülmeyin, Gillette yanlış söylese de halkımız doğru anlamıştır...
Arçelik var diye Vestel’in eli armut mu devşirmeli? Hayır, muazzam işlere başarılara imza atar. Ya da Pepsi? Diğer uçak şirketleri? Bunlar işlerinde iyidirler, bazen lokal mevziler bile kazanabilirler. Hatta benchmark’ı geçip kendileri benchmark olanlar vardır. Swatch gibi.
Bunu örneğin Hürriyet nasıl sağlamıştır? Tek yanıtı var: Marka vaadi ile.
Bu marka vaadinin önemli bir parçasını da dürüstlük ve tutarlılık ilkesi oluşturur. Örneğin görüşlerine tamamen katılmasam da önem verdiğim ve ciddiye aldığım Emin Çölaşan’ı siyasilerin ısrarına rağmen ‘satmamaları’ etkili bir göstergedir. Çölaşan’ın dün ve evvelsi gün yazdıkları son derece manidardı. Sanki gitti geldi... Emin Bey mi? Hayır. Benchmark’a yakışan duruş gitti geldi...
Hürriyet bir de şu foto montaj meselesini halletmeli. Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in ilk sayfada kadrajdan silinmesi, Başbakan’ın onun yerine kondurulması, yanında çalışan iletişim çömezinin patronuna kıyak olsun diye Erdal Acar’ı, George Clooney ile montajlaması kadar basit bir olay değildir. Gelen tepkiler üzerine gazetede yayınlanan açıklama ise hiç tatmin edici değildir.
Bu kurumun ombudsman’ı var; okur temsilcisi var; başyazarı var; genel yayın yönetmeni; yöneticileri var... Var oğlu var... Benchmark bu; dile kolay... Benchmark’a her türlü ‘efelik’ yakışır. Bağlı şirketlerin, TV kanallarını kollamalarını, rakip grupların işlerini ya hiç görmemelerini, görünce de olumsuz görmelerini anlamam mümkün. Bunlar markaya büyük zarar vermez. Fakat bu sonuncu öyle değil. Ciddi bir açıklamaları yoksa, suçüstü yakalanmışlar.
Bir de şu ‘hayal sattın, haber sattın!” meselesi var. Onun için derhal konuşmaya başlamaları lazım. Yoksa ‘deve kuşu’ stratejisiyle, yani kafayı kuma gömerek, asla zirveyi koruyamazlar. En azından uzun vadede!
Vurun Kurtlar Vadisi’ne!
Bazı yarı aydın gazeteci takımı işi yasaklamayı savunmaya kadar götürdü. Alias’ı yasaklayın. Vurdu kırdının Allah’ı var içinde. 24’ü hepten yasaklayın. Karşı Terör Birliği (CTU, Counter Teror Unit) terörün en babasını uyguluyor. Lost, Rambo’lar, Rocky’ler... Hemen yok edin...
Peki, kadınları aşağılayan filmler, diziler ne olacak? Kadının dövülmediği yerli dizi yok maşallah... Hepsini yasaklayın! Orwell’in 1984’ünde müthiş bir sahne vardır. Yüzlerce insanın birbirini izlediği ve ispiyonladığı. İşte dizileri öyle takip edin ve yok edin...
Kurtlar Vadisi’ni benim gibi ilgi ve merakla izleyen ve bunu söyleyen çok az insanın dışında diziyle ilgili ahkam kesenlerin aşağıdakilerden hangi gruba girdiğine bir baksanıza:
1. Hiç izlemeden yargılayanlar (Zeka düzeyi en geri olanlar)
2. Bir iki bölüm izleyip oradaki Türk kültür ve değerleriyle buluşmadıkları için yargılayanlar ve bunu dile getirenler (en çok bunlara saygı duyuyorum)
3. Kendi çalıştıkları medya grubu diziyi yayınlayamadığı için Kurtlar Vadisini yerden yere çalanlar. (Burada Cengiz Semercioğlu’nu kesinlikle ayrı tutarım)
4. Sonuçlardan çok kuramlara takılmaya ve insanları teorilerin denizinde boğmaya çalışan cahil okumuşlar.
5. Geniş halk kitleleriyle birlikte arkalarına yaslanıp, alt tarafı bu hayal ürünü bir dizi, ‘tevhidi tedrisat ürünü değil’ diyerek, diziyi keyifle izleyenler...
Var mı unuttuğum bir grup? Gördüğünüz gibi, Kurtlar Vadisi turnusol kâğıdı gibi...
Gillette, ‘Traş keyfiniz eksikli kalsın’ mı diyor?
Okur ve TV izleyicisinin dikkatine her zaman hayran olmuşumdur. İşte son örneği. Konu, sık sık değindiğim, reklamlardaki yerlilik meselesi... Geçenlerde Gillette’i, bu kez tercüme – ithal reklam ucuzluğuna kaçmadıkları için övmüşüz. Rıdvan’ı Beckham’a monte etmelerini beğenmişiz.
Okurumuz Dr. Bülent Demirbek bakın ne bulmuş:“ Gillette'in reklamından bahsettiniz dün. Yerli düşündüklerini söylediniz. Ancak tercümeleri yerli değil. 8 jilet alana verdikleri jelin üzerinde şu yazıyordu: ’Maximum tıraş keyfiniz eksiksiz kalmasın!’ Reklam mı yapıyor, beddua mı ediyor belli değil? ‘eksiksiz’; yani tam... Maksimum tıraş keyfim tam olmasaymış yani... Kötü tercümeye iyi bir numune...”
Bu uzun hikayedir Bülent Bey. Türk milleti, Batılılar gibi iki negatiften bir pozitif çıkarmakta zorlanır. ‘Ne sinemaya ne de tiyatroya gittim’ demesi doğru iken ‘gitmedim’ der. Bunu medyamız da yapar, reklamcılarımız da... “Geri zekalıysanız şunu yemeyin!” dersiniz, ‘Sakın yeme!’ diyorsunuz sanır, yemez... Üzülmeyin, Gillette yanlış söylese de halkımız doğru anlamıştır...