Benim ‘blog’um da yok Facebook üyeliğim de!
08 ARALIK 2007
Son zamanlarda hem iş ve iletişim sektöründe hem de popüler kültür alanında sıkça tartışılır oldu... Internet ortamı iletişim aracı olarak ne kadar etkili? Moda üslupla söyleyelim: Blog’lar, Facebook’lar falan yânı(!)... Internet yazarlığı falan yânı(!)...
Şöhretlerin blogsal ve Facebooksal vaziyetleri sık sık gündemde. Helin Avşar baş Facebookçu... Bu arada Gülben Ergen de fena değil. Sibel Gökçe ‘çok mesajlaştığı’ için Facebook’tan atılıyor. Emel Müftüoğlu’nun Facebook’taki hesabı ‘siz gerçek Emel değilsiniz’ diye kapatılıyor.
Bir de Sezen Aksu tutumu var. Resmi internet sitesine “Facebook üyesi değilim!” diye açıklama koydurmuş...
Facebook ile arası olmayan ve isimlerinin iptal edilmesi için yasal yollara başvuranların listesi uzuyor: Beyaz, Sibel Can, Cem Yılmaz, Okan Bayülgen, Acun Ilıcalı, Hülya Avşar...
Facebook’ta Atatürk’ü arattığınız zaman 500’ün üzerinde kayıt çıkıyor. Peygamber Efendimizin adına 58 kayıt var. Başbakanın adı ise 177 kayıt tarafından kullanılıyor. Yani işin suyu çıkmış...
Lafı fazla uzatmadan hemen söyleyelim. Herhangi bir iletişim aracı güvenini yitirdi mi etkisini de yitiriyor... O nedenle ‘trendy’ pek çok iletişim profesyonelinin tersine, Facebook gibi itibarı olmayan internet ortamlarının iletişim açısından bir etkisi olmayacağını; üzerine sayfa sayfa makaleler, kitaplar dahi yazılsa, bu durumun değişmeyeceğini düşünüyorum.
Bugüne kadar çevremde web sitesi ile blog arasındaki ciddi farkları bana bir çırpıda anlatacak çıkmadı. Her ne kadar ‘ölçmüyorsan yapma ya da söyleme’ ilkesini şiar edinsem de ölçmeden bir tespit yapmaktan kendimi alamıyorum: İnternet ortamında pozitif mesajlar ilgi görmüyor ve kulaktan kulağa yayılmıyor. Durum negatif mesajlar için farklı. Benim, zekâmdan çok tombilliğimden söz ediliyor olması bundandır... Yani blogları kullanarak kurumsal ya da bireysel iletişimin yönetilebileceğini iddia eden ‘trendy’ arkadaşlara da inanmıyorum; ürünleri bu yolla pazarlayacağını ileri süren iletişim ‘sihirbazlarına’ da...
Kriz yaratmak bu tür ortamlarda hâlâ çok kolay...
Çok yakında bu internet anarşisine birileri dur diyecek mutlaka...
Benim e-şerefsiz dediğim, adını, adresini, kimliğini gizleyerek etrafındakileri hiçbir mesnete dayanmadan boklamayı şizoid bir zevk ve/veya çıkar unsuru haline getirmiş manyaklar ortada dolanıyor. Bunların etkisini -yasal süreçler tamamlanana kadar- ortadan kaldırmanın tek yolu, işini düzgün yapmaktan ve yaptığını düzgün ifade etmekten geçer. Daha, ev ödevini adam gibi yapmadan internet jonglörlüğüne soyunmanın yollarını aramaktan değil...
Sonuç: Ben internet ortamının, yeri yurdu belli, etkileşimli web siteleri ve ciddi CRM programlarına dayalı yapılar hariç, rüştünü kazanıp haysiyetli ve itibarlı bir iletişim aracı haline gelene kadar etkisinin fazla ciddiye alınmaması gerektiğini düşünüyorum.
‘Excelllent’ bir mekânda ‘Excellent’ bir sunum!
Ne zaman Garaj İstanbul’a yolum düşse, tatlı bir gurur kaplıyor içimi. Kapıdan içeri girince hemen sağdaki siyah beyaz panonun ilk sıralarında (alfabetik sıra avantajı) adımı gördüğümde kendimi çok iyi hissederim. Arkadaşlar yürüyüşümün değiştiğini dahi söylerler... Sizin de yürüyüşünüz değişebilir, Garaj İstanbul’un destekçisi olmak iyi bir duygu. Panoda biraz daha yer var...
Geçenlerde bir kez daha o güzel mekândaydık. Rota Yayınları’nın sahibesi, Marketing Türkiye ve yönetim dergisi Executive Excellence’in (Mükemmel Yönetim) Yayın Yönetmeni Günseli Özen Ocakoğlu’nun çıkardığı yeni kitabı Yönetimde Mükemmelliği Arayanlara tanıtılıyor. Sanat, edebiyat ve iş dünyasından ünlü kişiler kitaptan bölümler okuyorlar. Mükemmel bir atmosfer. Bütün dostlar orada.
Günseli Hanım’ın özenle uyguladığı bir filtresi vardır. O filtreden geçenler birbirileriyle de iyi anlaşırlar. ‘Sosyal Ağ’ (Social Networking) işte böyle bir şeydir.
O keyifli akşamın başrol oyuncusu tabii ki Ocakoğlu’nun yeni bebeğiydi. Executive Excellence’de yayınlanmış makalelerden bir demet, mükemmel geri dönüşlü kâğıda basılmış, illüstrasyonlarla süslenmiş, sert kapak içinde okunmak için iştah açıcı bir şekilde sunulmuş...
Yılbaşında eşine dostuna ‘insan insan kokan’ bir yönetim kitabı armağan etmek isteyenler için ideal bir armağan olabilir...
Şöhretlerin blogsal ve Facebooksal vaziyetleri sık sık gündemde. Helin Avşar baş Facebookçu... Bu arada Gülben Ergen de fena değil. Sibel Gökçe ‘çok mesajlaştığı’ için Facebook’tan atılıyor. Emel Müftüoğlu’nun Facebook’taki hesabı ‘siz gerçek Emel değilsiniz’ diye kapatılıyor.
Bir de Sezen Aksu tutumu var. Resmi internet sitesine “Facebook üyesi değilim!” diye açıklama koydurmuş...
Facebook ile arası olmayan ve isimlerinin iptal edilmesi için yasal yollara başvuranların listesi uzuyor: Beyaz, Sibel Can, Cem Yılmaz, Okan Bayülgen, Acun Ilıcalı, Hülya Avşar...
Facebook’ta Atatürk’ü arattığınız zaman 500’ün üzerinde kayıt çıkıyor. Peygamber Efendimizin adına 58 kayıt var. Başbakanın adı ise 177 kayıt tarafından kullanılıyor. Yani işin suyu çıkmış...
Lafı fazla uzatmadan hemen söyleyelim. Herhangi bir iletişim aracı güvenini yitirdi mi etkisini de yitiriyor... O nedenle ‘trendy’ pek çok iletişim profesyonelinin tersine, Facebook gibi itibarı olmayan internet ortamlarının iletişim açısından bir etkisi olmayacağını; üzerine sayfa sayfa makaleler, kitaplar dahi yazılsa, bu durumun değişmeyeceğini düşünüyorum.
Bugüne kadar çevremde web sitesi ile blog arasındaki ciddi farkları bana bir çırpıda anlatacak çıkmadı. Her ne kadar ‘ölçmüyorsan yapma ya da söyleme’ ilkesini şiar edinsem de ölçmeden bir tespit yapmaktan kendimi alamıyorum: İnternet ortamında pozitif mesajlar ilgi görmüyor ve kulaktan kulağa yayılmıyor. Durum negatif mesajlar için farklı. Benim, zekâmdan çok tombilliğimden söz ediliyor olması bundandır... Yani blogları kullanarak kurumsal ya da bireysel iletişimin yönetilebileceğini iddia eden ‘trendy’ arkadaşlara da inanmıyorum; ürünleri bu yolla pazarlayacağını ileri süren iletişim ‘sihirbazlarına’ da...
Kriz yaratmak bu tür ortamlarda hâlâ çok kolay...
Çok yakında bu internet anarşisine birileri dur diyecek mutlaka...
Benim e-şerefsiz dediğim, adını, adresini, kimliğini gizleyerek etrafındakileri hiçbir mesnete dayanmadan boklamayı şizoid bir zevk ve/veya çıkar unsuru haline getirmiş manyaklar ortada dolanıyor. Bunların etkisini -yasal süreçler tamamlanana kadar- ortadan kaldırmanın tek yolu, işini düzgün yapmaktan ve yaptığını düzgün ifade etmekten geçer. Daha, ev ödevini adam gibi yapmadan internet jonglörlüğüne soyunmanın yollarını aramaktan değil...
Sonuç: Ben internet ortamının, yeri yurdu belli, etkileşimli web siteleri ve ciddi CRM programlarına dayalı yapılar hariç, rüştünü kazanıp haysiyetli ve itibarlı bir iletişim aracı haline gelene kadar etkisinin fazla ciddiye alınmaması gerektiğini düşünüyorum.
‘Excelllent’ bir mekânda ‘Excellent’ bir sunum!
Ne zaman Garaj İstanbul’a yolum düşse, tatlı bir gurur kaplıyor içimi. Kapıdan içeri girince hemen sağdaki siyah beyaz panonun ilk sıralarında (alfabetik sıra avantajı) adımı gördüğümde kendimi çok iyi hissederim. Arkadaşlar yürüyüşümün değiştiğini dahi söylerler... Sizin de yürüyüşünüz değişebilir, Garaj İstanbul’un destekçisi olmak iyi bir duygu. Panoda biraz daha yer var...
Geçenlerde bir kez daha o güzel mekândaydık. Rota Yayınları’nın sahibesi, Marketing Türkiye ve yönetim dergisi Executive Excellence’in (Mükemmel Yönetim) Yayın Yönetmeni Günseli Özen Ocakoğlu’nun çıkardığı yeni kitabı Yönetimde Mükemmelliği Arayanlara tanıtılıyor. Sanat, edebiyat ve iş dünyasından ünlü kişiler kitaptan bölümler okuyorlar. Mükemmel bir atmosfer. Bütün dostlar orada.
Günseli Hanım’ın özenle uyguladığı bir filtresi vardır. O filtreden geçenler birbirileriyle de iyi anlaşırlar. ‘Sosyal Ağ’ (Social Networking) işte böyle bir şeydir.
O keyifli akşamın başrol oyuncusu tabii ki Ocakoğlu’nun yeni bebeğiydi. Executive Excellence’de yayınlanmış makalelerden bir demet, mükemmel geri dönüşlü kâğıda basılmış, illüstrasyonlarla süslenmiş, sert kapak içinde okunmak için iştah açıcı bir şekilde sunulmuş...
Yılbaşında eşine dostuna ‘insan insan kokan’ bir yönetim kitabı armağan etmek isteyenler için ideal bir armağan olabilir...