Beren Saat'in marka işi zor...
14 Aralık 2009 Akşam Gazetesi
Uzun süredir tartışılır. Şöhret ve Marka... Aradaki ‘farkı fark edenlerin’ sayısı ne kadar da azdır... Bazılarının “Ne kurcalıyorsun kardeşim! Burada tartışılacak bir konu olsa Batılı gurular ortaya atardı, sana mı kalmış bunları tartışmak” diye zaman zaman eleştirdikleri ve biraz da ‘sinir’ oldukları diğer konular gibi...
“İlişki ile iletişim”, “Customer ile Client”, “Araştırma, İnceleme, Ölçümleme, Soruşturma, Sorgulama, Test, Anket Çalışması, Odak Grup”, “İnsan Kaynağı - İnsan Kıymeti”...
Aradaki farkları bilmek (tasvir) de yetmez. O, Ahmet Davutoğlu’na göre birinci aşama zaten... İşin en ilkel (!) düzeyi yani... Daha ‘açıklayacağız’... ‘Anlayacağız’... ‘Anlamlandıracağız’ ve nihayet ‘yönlendireceğiz’...
Tamam... Diğer kavramlardan vazgeçtim. Şöhret ve Marka konusunda beş aşamanın hangisindeyiz? Beren Saat Hanım mesela, hangisinde? Önce gelin habere bir göz atalım:
Beren Saat, başrolünde oynadığı “Gecenin Kanatları” filminin galasına katılmamış... Hiçbir marka böyle bir şey yapmaz... Sanatçı, bu davranışının nedenini bir TV programında -üstü kapalı bir şekilde- göğsünün göründüğü sahnelerden rahatsızlık duymasıyla açıklamış. İsim vermeden de yapımcısını eleştirmiş. Yapımcı Murat Tokat ise “O sahneleri basına biz servis etmedik, Beren’le mahkemede hesaplaşacağız” demiş.
Nicole Kidman, “Eyes Wide Shut”ta anadan üryan sevişmişti... Kate Winslet’ın kendisine Oscar kazandıran rolünde (The Reader) giyinik sahneleri çıplak olduğu sahnelere oranla daha azdı. Sanatçı yataktan çıkmıyordu adeta... Monica Bellucci, Catherine Zeta-Jones, Demi Moore, Madonna, Penelope Cruz, Paz Vega, Jennifer Lopez, Catherine Deneuve, Kathleen Turner, Romy Schneider... Bunlar benimkiler... Ya diğerleri?.. Hollywood’da (ilk dönemler hariç) rol gerektirdiği zaman soyunup sevişmeyen kadın sanatçı var mı? Bunların hepsi mi fotoğrafları medyaya yansıyınca bunalıma giriyor; kendi filmini baltalıyorlar?...
Beren Saat, starlarının tamamını yitirmiş Türk sinemasında -2000’lerden bu yana ortaya çıkmış bir tek yeni star yoktur- parlamaya hazır ender yıldızlardan biriydi oysa... Marka olma şansı da en yüksek olanı... Ancak bu ‘çifte standart’ onu yok eder... Sıradanlaştırır...
İstemezse soyunmaz... Onun bileceği iş... Kathy Bates de hiç soyunmuyor (!)... Rahmetli Grace Kelly de hiç soyunup sevişmemişti...
Meselenin marka boyutu, soyunma noktasına kilitlenmiş değildir... Tutarlılığa kilitlenmiştir... Yanardöner olmaya tahammülü yoktur marka vaadinin... Özünle sözün bir olması gerekir. Marka vaadine ihanet etmemek şarttır... Mış gibi yapmayı, önce soyunup sonra pişmanları oynamayı hiç kaldırmaz... Bir anda ‘ucuzlayıverir’ her şey...
Beren Saat iki kez daha bu numarayı yapsın, bakın ne oluyor?...
Philip Glass’ın kanatlarında...
Evde yayılmışım... Yapacak bir ton işim var... Hava da tam istediğim gibi. Fırtına yağmur... Zaten dağ başında oturuyoruz... Şömineyi de yaktık. Keyfine bakıyoruz... Konser 20.00’de... Gitsek mi, gitmesek mi tartışmasını aşmışız çoktan. Gitmesek galip gelmiş... O yağmurda onca yol... Değmez... Alır CD’sini dinlersin...
Saat 18.30 gibi zırrr telefon: “Selam abi, ben Rıza...” Tanıdığım en yetenekli menajer, yapımcı, organizatörlerden Rıza Okçu... İncesaz vasıtasıyla tanışmıştık...
Konseri hatırlatıyor... Olacak iş değil... O davet etmişti... Gel de gitme... Ayırdığı yeri biliyordur. Kontrol eder. Rezil oluruz...
Kalktık gittik tabii... İyi ki de gitmişiz... Amma büyük bir fırsatı kaçırıyormuşuz... Philip Glass... Bana göre, Eleni Karaindrou ile birlikte dünyanın en büyük ‘klasik müzik’ (Dilerseniz Neoklasik de diyebilirsiniz) ustası... 10 CD’lik Glass Box koleksiyonunu hemen ısmarladık... Tıklım tıklım dolu salonda koltuğuma gömülüp “Mad Rush”ı (Deli Telaş) ne büyük keyifle dinlediğimi tarif edemem... Bunlar fenafillâh mertebesine erişmiş ruhlar. Kanatlarına binin gidin... Bu lütfu bize bahşeden Cemal Reşit Rey Konser Salonu yetkililerine binlerce şükran (15’inde Yansımalar varmış... Bilginize...)
Uzun süredir tartışılır. Şöhret ve Marka... Aradaki ‘farkı fark edenlerin’ sayısı ne kadar da azdır... Bazılarının “Ne kurcalıyorsun kardeşim! Burada tartışılacak bir konu olsa Batılı gurular ortaya atardı, sana mı kalmış bunları tartışmak” diye zaman zaman eleştirdikleri ve biraz da ‘sinir’ oldukları diğer konular gibi...
“İlişki ile iletişim”, “Customer ile Client”, “Araştırma, İnceleme, Ölçümleme, Soruşturma, Sorgulama, Test, Anket Çalışması, Odak Grup”, “İnsan Kaynağı - İnsan Kıymeti”...
Aradaki farkları bilmek (tasvir) de yetmez. O, Ahmet Davutoğlu’na göre birinci aşama zaten... İşin en ilkel (!) düzeyi yani... Daha ‘açıklayacağız’... ‘Anlayacağız’... ‘Anlamlandıracağız’ ve nihayet ‘yönlendireceğiz’...
Tamam... Diğer kavramlardan vazgeçtim. Şöhret ve Marka konusunda beş aşamanın hangisindeyiz? Beren Saat Hanım mesela, hangisinde? Önce gelin habere bir göz atalım:
Beren Saat, başrolünde oynadığı “Gecenin Kanatları” filminin galasına katılmamış... Hiçbir marka böyle bir şey yapmaz... Sanatçı, bu davranışının nedenini bir TV programında -üstü kapalı bir şekilde- göğsünün göründüğü sahnelerden rahatsızlık duymasıyla açıklamış. İsim vermeden de yapımcısını eleştirmiş. Yapımcı Murat Tokat ise “O sahneleri basına biz servis etmedik, Beren’le mahkemede hesaplaşacağız” demiş.
Nicole Kidman, “Eyes Wide Shut”ta anadan üryan sevişmişti... Kate Winslet’ın kendisine Oscar kazandıran rolünde (The Reader) giyinik sahneleri çıplak olduğu sahnelere oranla daha azdı. Sanatçı yataktan çıkmıyordu adeta... Monica Bellucci, Catherine Zeta-Jones, Demi Moore, Madonna, Penelope Cruz, Paz Vega, Jennifer Lopez, Catherine Deneuve, Kathleen Turner, Romy Schneider... Bunlar benimkiler... Ya diğerleri?.. Hollywood’da (ilk dönemler hariç) rol gerektirdiği zaman soyunup sevişmeyen kadın sanatçı var mı? Bunların hepsi mi fotoğrafları medyaya yansıyınca bunalıma giriyor; kendi filmini baltalıyorlar?...
Beren Saat, starlarının tamamını yitirmiş Türk sinemasında -2000’lerden bu yana ortaya çıkmış bir tek yeni star yoktur- parlamaya hazır ender yıldızlardan biriydi oysa... Marka olma şansı da en yüksek olanı... Ancak bu ‘çifte standart’ onu yok eder... Sıradanlaştırır...
İstemezse soyunmaz... Onun bileceği iş... Kathy Bates de hiç soyunmuyor (!)... Rahmetli Grace Kelly de hiç soyunup sevişmemişti...
Meselenin marka boyutu, soyunma noktasına kilitlenmiş değildir... Tutarlılığa kilitlenmiştir... Yanardöner olmaya tahammülü yoktur marka vaadinin... Özünle sözün bir olması gerekir. Marka vaadine ihanet etmemek şarttır... Mış gibi yapmayı, önce soyunup sonra pişmanları oynamayı hiç kaldırmaz... Bir anda ‘ucuzlayıverir’ her şey...
Beren Saat iki kez daha bu numarayı yapsın, bakın ne oluyor?...
Philip Glass’ın kanatlarında...
Evde yayılmışım... Yapacak bir ton işim var... Hava da tam istediğim gibi. Fırtına yağmur... Zaten dağ başında oturuyoruz... Şömineyi de yaktık. Keyfine bakıyoruz... Konser 20.00’de... Gitsek mi, gitmesek mi tartışmasını aşmışız çoktan. Gitmesek galip gelmiş... O yağmurda onca yol... Değmez... Alır CD’sini dinlersin...
Saat 18.30 gibi zırrr telefon: “Selam abi, ben Rıza...” Tanıdığım en yetenekli menajer, yapımcı, organizatörlerden Rıza Okçu... İncesaz vasıtasıyla tanışmıştık...
Konseri hatırlatıyor... Olacak iş değil... O davet etmişti... Gel de gitme... Ayırdığı yeri biliyordur. Kontrol eder. Rezil oluruz...
Kalktık gittik tabii... İyi ki de gitmişiz... Amma büyük bir fırsatı kaçırıyormuşuz... Philip Glass... Bana göre, Eleni Karaindrou ile birlikte dünyanın en büyük ‘klasik müzik’ (Dilerseniz Neoklasik de diyebilirsiniz) ustası... 10 CD’lik Glass Box koleksiyonunu hemen ısmarladık... Tıklım tıklım dolu salonda koltuğuma gömülüp “Mad Rush”ı (Deli Telaş) ne büyük keyifle dinlediğimi tarif edemem... Bunlar fenafillâh mertebesine erişmiş ruhlar. Kanatlarına binin gidin... Bu lütfu bize bahşeden Cemal Reşit Rey Konser Salonu yetkililerine binlerce şükran (15’inde Yansımalar varmış... Bilginize...)