Betoncular, beton gibi
22 MAYIS 2010
Dün yolda işe gelirken her zamanki gibi Açık Radyo’yu dinliyoruz… Çok ilginç bir reklam çalınıyor kulağımıza… Türkiye Hazır Beton Birliği vermiş reklamı… Diyor ki: “Yapılarınızda kullanılan betonun üreticisi Türkiye Hazır Beton Birliği üyesi ise içiniz rahat olsun. Çünkü Türkiye Hazır Beton Birliği üyeleri KGS kriterlerine göre üretim yapıyor. Türkiye Hazır Beton Birliği; kaliteli betonun simgesi.”
Bugüne kadar gördüğüm en etkili sektörel kampanya… Gönülden kutlamak için Türkiye Hazır Beton Birliği’ni aradım. Karşıma İstanbul Üniversitesi İletişim’den eski bir öğrencim çıkmaz mı? Hakan Zengin… Sonradan Avrupa’ya ‘açılmış’; master falan yapmış… Bir onurlandım ki, sormayın… O beni Genel Sekreter Ferruh Karakule’ye yönlendirdi…
Beton, sözcüğün çağrıştırdıklarının tersine nazik bir konu… Depremi var, türlü çeşit felaketleri var… Merak ettim Kalite Güvence Sistemi Belgesi nasıl veriliyor diye…
Birlik 1988 yılında kurulmuş… Avrupa Hazır Beton Birliği’ne üye ve Yönetim Kurulu’nda da temsil ediliyorlar.
Şu sıra Türkiye’de beton standartları konusunda doğru bir yaklaşım oluşması için büyük çaba harcadıkları anlaşılıyor. Bağımsız bir kurul tarafından idare edilen, Birliğe bağlı Kalite Güvence Sistemi (KGS) adında bir iktisadi işletmesi de var. Bu kuruluş, örneğin bir beton kamyonunu habersiz takip edip numune almak gibi yöntemlerle sıkı denetimler yapıyor.… KGS Belgesini alamayan ise zaten üye olamıyor.
CE belgesi de veren KGS, bakanlıklardan ve sektörün önde gelen sivil toplum kuruluşlarından oluşan bir kurul tarafından yönetiliyor. Betoncuları da Avrupa’nın beton standardı TSEN206-1’e göre denetliyor… KGS’nin de vereceği, betonun CE’si anlamına gelen G Belgesi de 1 Temmuz itibariyle tüm üreticilere mecburi hale gelecekmiş.
Bu notları alırken, iki şey geçirdim aklımdan:
Bir: Sektörel itibar ancak böyle sağlanabilir, dedim… Pek çok sektörel STK’nın kulağına küpe ola…
İki: Kömür madenlerindeki kazalar... Son 2,5 yılda 180’den fazla maden işçisi ölmüş. Acaba kim hangi standartlara göre denetliyor bunları?.. Metan gazı seviyesi ölçen, Grizu tehlikesini tespit eden aletler var mı, varsa bunlar düzgün çalışıyor mu falan diye bakan var mı? Çok ağır bir suçlama var çünkü: Diyorlar ki, bu tür standartları yerleştirmek yerine vefat eden işçilerin ailelerine emekli aylığı bağlamak ve tazminat ödemek, daha ekonomik geliyormuş bazı vicdanı kıt vatandaşlara… Siz merak etmiyor musunuz, işin ne kadarı kader, ne kadarı pahalı diye dünya standartlarına uygun üretim yapmamaktan kaynaklanıyor?... Ben ediyorum…
Her doğru her yerde her zaman söylenmez…
“Bunlara (doktorlara) iğne yaptırırsanız felç falan olursunuz... Hemşirelere yaptırın iğnelerinizi... Onlar daha tecrübeliler...”
“Askerlik yan gelip yatma yeri değil”
“'Eşini aldatan adamın arkasında olmayız”
“Bu mesleğin kaderinde bu var!..” (Madencilerin vefatının ardından)
Bu sözlerin hepsi doğrudur… Yerinde ve zamanında edildiğinde bunların altına imza atmayacak yoktur… Fakat menşei bana ait olduğu iddia edilen şu söz de siyasi iletişimin bir başka vazgeçilmezidir: “Her söylediğin doğru olsun, ama her doğruyu söyleme!”…
Kim sorumlu? Anlamayan mı, anlatamayan mı?..
Bizim kayınvalide birden Almanya’yı tutmaya başladı… Yeni evine geçmeye hazırlanırken televizyonunu yeniledik. Televizyonuyla birlikte bir de sertifika vermişler. Sertifikada diyor ki, “Eğer Almanya şampiyon olursa bu TV’nin fiyatı kadar hediye çekine hak kazanacaksın. Bununla gel istediğin Vestel marka ürünü al, o miktarı borcundan düşelim…”
Refahat Hanım bayıldı bu işe…
Ben ise meseleyi kampanyadan değil, zaten LED TV nedeniyle teknolojisini yakından izlediğim Vestel TV’yi satın aldıktan sonra öğrendim; hem de satan kişi iyice anlattığı için ‘jeton düşebildi’… Ya kampanya çok karışık, ya da bende had safhada bir ‘idrak problemi’ var…
Reklamları gördüğümde ben şöyle sanmıştım: Vestel TV alan aynı zamanda bir şans numarası kazanıyor. Onunla şampiyon olacak takımı tahmin ediyor. O takım şampiyon olursa, bilenler arasına giriyor; kurada kazanırsa da bir ürün armağan ediliyor kendisine…
Yuh olsun, bana değil mi?
Öyle de, iletişim kuramı öyle demiyor işte. Mesajı anlamayan değil anlatamayan suçludur, diye buyuruyor… Kampanyanın aslında ne kadar iyi tasarlanmış bir pazarlama işi olduğunu şıpın işi kavratmak varken, bu kadar zaman ve zahmet gerektirmesi tuhaf değil mi?..
Bugüne kadar gördüğüm en etkili sektörel kampanya… Gönülden kutlamak için Türkiye Hazır Beton Birliği’ni aradım. Karşıma İstanbul Üniversitesi İletişim’den eski bir öğrencim çıkmaz mı? Hakan Zengin… Sonradan Avrupa’ya ‘açılmış’; master falan yapmış… Bir onurlandım ki, sormayın… O beni Genel Sekreter Ferruh Karakule’ye yönlendirdi…
Beton, sözcüğün çağrıştırdıklarının tersine nazik bir konu… Depremi var, türlü çeşit felaketleri var… Merak ettim Kalite Güvence Sistemi Belgesi nasıl veriliyor diye…
Birlik 1988 yılında kurulmuş… Avrupa Hazır Beton Birliği’ne üye ve Yönetim Kurulu’nda da temsil ediliyorlar.
Şu sıra Türkiye’de beton standartları konusunda doğru bir yaklaşım oluşması için büyük çaba harcadıkları anlaşılıyor. Bağımsız bir kurul tarafından idare edilen, Birliğe bağlı Kalite Güvence Sistemi (KGS) adında bir iktisadi işletmesi de var. Bu kuruluş, örneğin bir beton kamyonunu habersiz takip edip numune almak gibi yöntemlerle sıkı denetimler yapıyor.… KGS Belgesini alamayan ise zaten üye olamıyor.
CE belgesi de veren KGS, bakanlıklardan ve sektörün önde gelen sivil toplum kuruluşlarından oluşan bir kurul tarafından yönetiliyor. Betoncuları da Avrupa’nın beton standardı TSEN206-1’e göre denetliyor… KGS’nin de vereceği, betonun CE’si anlamına gelen G Belgesi de 1 Temmuz itibariyle tüm üreticilere mecburi hale gelecekmiş.
Bu notları alırken, iki şey geçirdim aklımdan:
Bir: Sektörel itibar ancak böyle sağlanabilir, dedim… Pek çok sektörel STK’nın kulağına küpe ola…
İki: Kömür madenlerindeki kazalar... Son 2,5 yılda 180’den fazla maden işçisi ölmüş. Acaba kim hangi standartlara göre denetliyor bunları?.. Metan gazı seviyesi ölçen, Grizu tehlikesini tespit eden aletler var mı, varsa bunlar düzgün çalışıyor mu falan diye bakan var mı? Çok ağır bir suçlama var çünkü: Diyorlar ki, bu tür standartları yerleştirmek yerine vefat eden işçilerin ailelerine emekli aylığı bağlamak ve tazminat ödemek, daha ekonomik geliyormuş bazı vicdanı kıt vatandaşlara… Siz merak etmiyor musunuz, işin ne kadarı kader, ne kadarı pahalı diye dünya standartlarına uygun üretim yapmamaktan kaynaklanıyor?... Ben ediyorum…
Her doğru her yerde her zaman söylenmez…
“Bunlara (doktorlara) iğne yaptırırsanız felç falan olursunuz... Hemşirelere yaptırın iğnelerinizi... Onlar daha tecrübeliler...”
“Askerlik yan gelip yatma yeri değil”
“'Eşini aldatan adamın arkasında olmayız”
“Bu mesleğin kaderinde bu var!..” (Madencilerin vefatının ardından)
Bu sözlerin hepsi doğrudur… Yerinde ve zamanında edildiğinde bunların altına imza atmayacak yoktur… Fakat menşei bana ait olduğu iddia edilen şu söz de siyasi iletişimin bir başka vazgeçilmezidir: “Her söylediğin doğru olsun, ama her doğruyu söyleme!”…
Kim sorumlu? Anlamayan mı, anlatamayan mı?..
Bizim kayınvalide birden Almanya’yı tutmaya başladı… Yeni evine geçmeye hazırlanırken televizyonunu yeniledik. Televizyonuyla birlikte bir de sertifika vermişler. Sertifikada diyor ki, “Eğer Almanya şampiyon olursa bu TV’nin fiyatı kadar hediye çekine hak kazanacaksın. Bununla gel istediğin Vestel marka ürünü al, o miktarı borcundan düşelim…”
Refahat Hanım bayıldı bu işe…
Ben ise meseleyi kampanyadan değil, zaten LED TV nedeniyle teknolojisini yakından izlediğim Vestel TV’yi satın aldıktan sonra öğrendim; hem de satan kişi iyice anlattığı için ‘jeton düşebildi’… Ya kampanya çok karışık, ya da bende had safhada bir ‘idrak problemi’ var…
Reklamları gördüğümde ben şöyle sanmıştım: Vestel TV alan aynı zamanda bir şans numarası kazanıyor. Onunla şampiyon olacak takımı tahmin ediyor. O takım şampiyon olursa, bilenler arasına giriyor; kurada kazanırsa da bir ürün armağan ediliyor kendisine…
Yuh olsun, bana değil mi?
Öyle de, iletişim kuramı öyle demiyor işte. Mesajı anlamayan değil anlatamayan suçludur, diye buyuruyor… Kampanyanın aslında ne kadar iyi tasarlanmış bir pazarlama işi olduğunu şıpın işi kavratmak varken, bu kadar zaman ve zahmet gerektirmesi tuhaf değil mi?..