Bir İstanbul Şehrengizi
05 MART 2012
Kitabı gazeteden yolladılar. Bomba gibi bir cilt… Üzerinde bir şömiz… “Benim Adım İstanbul”. Kız Kulesi’nin resmi. Altında yazarının adı: Buket Uzuner… Şömizin içe kıvrılmış yüzünde Buket’in fotoğrafı var. Hiç değişmemiş. 1980’lerin sonunda Enis Batur’la Gergedan’ı yayınladığımız yıllardaki Buket Uzuner ne idiyse o fotoğraftaki de o.
Değişmeyen sadece fiziki özellikleri değil. Zekâsı, duyarlılığı ve Türk dilini kullandığı kıvraklığı da aynı... En fazla yalınlığının arttığı söylenebilir. Kendine karşı özgüveninden mi? Benim Adım İstanbul, Buket Uzuner’in İstanbullular romanından kendisi tarafından uyarlanmış incecik bir kitapçık. Fakat o kadar özenli bir tasarımı var ki. İnsana niteliğin nicelikten çok daha önemli olduğunu hatırlatıyor. Şöyle bir karıştırıyorum bakmaya doyamıyorum. Hemen illüstrasyon ve sayfa düzenlemesinin kime ait olduğunu merak ediyorum. Künyeye bakıyorum. Şöyle yazıyor. Tasarım: Sadık Karamustafa, Ayşe Karamustafa; Karamustafa Tasarım.
İşin sırrı anlaşılmıştı. Bir de fotoğraflarla ilgili imza gözüme ilişti: M. Gürkan Küçükler. Everest Yayınları’na kocaman bir tebrik… İnsan haysiyetine, onuruna, ruhuna yakışır bir kitap hazırlamışlar.
***
Buket Uzuner’in İstanbullular kitabı daha önce de dünya çapında bir projeye ilham kaynağı olmuştu. Geçen yıl müthiş bir faaliyet raporu hazırlamıştı TAV... Buket Uzuner'in İstanbullular adlı kitabından yola çıkmışlardı. İstanbul'un simgelerinden biri de havaalanıydı çünkü... Buket Uzuner de katılmıştı yaratıcı çalışmaya. Romandaki tiplemeler çizgi çalışmalarla canlandırılmıştı. Alıntıdan öteye geçilmiş, ortaya çok şirin bir fotoroman çıkmıştı... Sonra romanın da kapağına, faaliyet raporundaki kapağı uygulamışlardı... Faaliyet raporunu gönderirken yanına bir tane de İstanbullular kitabı koymuşlardı... TAV sonradan bu faaliyet raporuyla çok sayıda ödül kazandı.
Buket Uzuner bu kez aynı romandan olağanüstü bir beste yapmış. Klasik müzikten biraz anlasam tam karşılığını söylerdim. Prelüt mü, sonat mı, uvertür mü, konçerto mu, senfonik şiir mi… Öyle bir ad bulurdum. En iyi temek tarifi, nasıl insanın o yemeği yediği zaman alacağı tadın yanına bile yaklaşamazsa Buket’in bu kitabını da anlatarak verdiği duyguyu ifade etmek mümkün değil. İçinden bir iki tadımlık cümleyi size takdim edeyim:
***
“Denizim az tuzlu, lodosum sert, balığım emsalsizdir.”
“Balığın en güzeli, midyenin en lezzetlisi bende yaşar.”
“Kolyoz’un, Palamut’un, Uskumru’nun, Levrek’in, Barbunya ve Tekir’in en mükemmeli beni yurt tutar. Ama lüfer! Ah o lüfer! Lüferdir balıkların şahı, en kabadayısı, başımın binlerce yıllık tacı ve belası! O Lüfer ki; okyanusta Blue Fish lakabıyla anılan mavi kuzenimin yanından bile geçemediği o müthiş bir lezzet, ağızda eriyen bir ‘Türk Lokumu’dur. O ki İstanbullu Lüfer’dir, bir kere tadanları başka hiçbir balığın kesmediği o muhteşem tad, o damak şöleni, asla unutulmaz bir tecrübedir! Benim Lüfer’imi bir kerre yiyen yabancılar bir dahaki İstanbul yolculuklarını onun mevsimini hesaplayarak yaparlar.”
“ Ne zaman Bebek’e çevirsem bakışlarımı mutlaka göz atarım o mübarek tatlıya. Derler ki, Bebek badem ezmesi, bademin muhteşem soylu kokusuyla hafif acımtırak tadına değen az şekerin içine bolca Bebek manzarası katılmış halidir ve formülü ancak İstanbullular bilir! Anlayanlar Acıbadem likörüne, Bebek rayihası ekleyerek hayal edilebilir derler ama Bence mutlaka Bebek manzarasında yenmelidir, yanında acı Türk kahvesiyle, İstanbul keyfiyle. Bebek’te, mutlaka Bebek’te…”
“Ayasofya’m Bizans’tır, Sultanahmet Osmanlı ve ikisi bir arada şimdiki zamandır, İstanbul’dur, Türkiye’dir, ikisi bir arada şöhretli geçmişimin en haşmetli mührü, en itibarlı ispatıdır. Bu iki mabet dünya kültürünün de ikiz şaheseridir.”
***
Bana İstanbul’un yedi tepesini say deselerdi sayardım: Çamlıca, Gültepe, Kuştepe, Ulus, Göztepe, vb. Şunları saymak hiç aklıma gelmezdi: Topkapı Sarayı, Çemberlitaş, Beyazıt, Fatih, Edirnekapı, Fener, Cerrahpaşa…
Bir de yedi göbekten İstanbulluyum diye kasım kasım kasılırım. Cahillik diz boyu.
Bu kitabı kimlere hediye edemem diye düşündüm. Mesela kayıp X Kuşağına… Evinde hiçbir zaman bir kütüphanesi olmamış, edebiyat dersinde zorla okutulan kitaplar dışında tek kitap okumamış, hayatında hiçbir zaman operaya baleye gitmemiş, müze görmemiş, televizyon kültürü dışında başka bir kültürle tanışmamış, interneti slm, mrb dışında kullanmayan, sinemada ya vurdu kırdı ya da salya sümük komedi dışında film izlemeyen ‘insansılar’a…
Bunun dışında herkesin evinde bulunmalı. İstanbul’dan ve kendinden ümidini kesti mi insanın müsekkin olarak başvuracağı kitaplardan.
Bu beste için Buket Uzuner’e, tasarımcılara ve Everest Yayınları’na şükranlarımı sunuyorum.
Değişmeyen sadece fiziki özellikleri değil. Zekâsı, duyarlılığı ve Türk dilini kullandığı kıvraklığı da aynı... En fazla yalınlığının arttığı söylenebilir. Kendine karşı özgüveninden mi? Benim Adım İstanbul, Buket Uzuner’in İstanbullular romanından kendisi tarafından uyarlanmış incecik bir kitapçık. Fakat o kadar özenli bir tasarımı var ki. İnsana niteliğin nicelikten çok daha önemli olduğunu hatırlatıyor. Şöyle bir karıştırıyorum bakmaya doyamıyorum. Hemen illüstrasyon ve sayfa düzenlemesinin kime ait olduğunu merak ediyorum. Künyeye bakıyorum. Şöyle yazıyor. Tasarım: Sadık Karamustafa, Ayşe Karamustafa; Karamustafa Tasarım.
İşin sırrı anlaşılmıştı. Bir de fotoğraflarla ilgili imza gözüme ilişti: M. Gürkan Küçükler. Everest Yayınları’na kocaman bir tebrik… İnsan haysiyetine, onuruna, ruhuna yakışır bir kitap hazırlamışlar.
***
Buket Uzuner’in İstanbullular kitabı daha önce de dünya çapında bir projeye ilham kaynağı olmuştu. Geçen yıl müthiş bir faaliyet raporu hazırlamıştı TAV... Buket Uzuner'in İstanbullular adlı kitabından yola çıkmışlardı. İstanbul'un simgelerinden biri de havaalanıydı çünkü... Buket Uzuner de katılmıştı yaratıcı çalışmaya. Romandaki tiplemeler çizgi çalışmalarla canlandırılmıştı. Alıntıdan öteye geçilmiş, ortaya çok şirin bir fotoroman çıkmıştı... Sonra romanın da kapağına, faaliyet raporundaki kapağı uygulamışlardı... Faaliyet raporunu gönderirken yanına bir tane de İstanbullular kitabı koymuşlardı... TAV sonradan bu faaliyet raporuyla çok sayıda ödül kazandı.
Buket Uzuner bu kez aynı romandan olağanüstü bir beste yapmış. Klasik müzikten biraz anlasam tam karşılığını söylerdim. Prelüt mü, sonat mı, uvertür mü, konçerto mu, senfonik şiir mi… Öyle bir ad bulurdum. En iyi temek tarifi, nasıl insanın o yemeği yediği zaman alacağı tadın yanına bile yaklaşamazsa Buket’in bu kitabını da anlatarak verdiği duyguyu ifade etmek mümkün değil. İçinden bir iki tadımlık cümleyi size takdim edeyim:
***
“Denizim az tuzlu, lodosum sert, balığım emsalsizdir.”
“Balığın en güzeli, midyenin en lezzetlisi bende yaşar.”
“Kolyoz’un, Palamut’un, Uskumru’nun, Levrek’in, Barbunya ve Tekir’in en mükemmeli beni yurt tutar. Ama lüfer! Ah o lüfer! Lüferdir balıkların şahı, en kabadayısı, başımın binlerce yıllık tacı ve belası! O Lüfer ki; okyanusta Blue Fish lakabıyla anılan mavi kuzenimin yanından bile geçemediği o müthiş bir lezzet, ağızda eriyen bir ‘Türk Lokumu’dur. O ki İstanbullu Lüfer’dir, bir kere tadanları başka hiçbir balığın kesmediği o muhteşem tad, o damak şöleni, asla unutulmaz bir tecrübedir! Benim Lüfer’imi bir kerre yiyen yabancılar bir dahaki İstanbul yolculuklarını onun mevsimini hesaplayarak yaparlar.”
“ Ne zaman Bebek’e çevirsem bakışlarımı mutlaka göz atarım o mübarek tatlıya. Derler ki, Bebek badem ezmesi, bademin muhteşem soylu kokusuyla hafif acımtırak tadına değen az şekerin içine bolca Bebek manzarası katılmış halidir ve formülü ancak İstanbullular bilir! Anlayanlar Acıbadem likörüne, Bebek rayihası ekleyerek hayal edilebilir derler ama Bence mutlaka Bebek manzarasında yenmelidir, yanında acı Türk kahvesiyle, İstanbul keyfiyle. Bebek’te, mutlaka Bebek’te…”
“Ayasofya’m Bizans’tır, Sultanahmet Osmanlı ve ikisi bir arada şimdiki zamandır, İstanbul’dur, Türkiye’dir, ikisi bir arada şöhretli geçmişimin en haşmetli mührü, en itibarlı ispatıdır. Bu iki mabet dünya kültürünün de ikiz şaheseridir.”
***
Bana İstanbul’un yedi tepesini say deselerdi sayardım: Çamlıca, Gültepe, Kuştepe, Ulus, Göztepe, vb. Şunları saymak hiç aklıma gelmezdi: Topkapı Sarayı, Çemberlitaş, Beyazıt, Fatih, Edirnekapı, Fener, Cerrahpaşa…
Bir de yedi göbekten İstanbulluyum diye kasım kasım kasılırım. Cahillik diz boyu.
Bu kitabı kimlere hediye edemem diye düşündüm. Mesela kayıp X Kuşağına… Evinde hiçbir zaman bir kütüphanesi olmamış, edebiyat dersinde zorla okutulan kitaplar dışında tek kitap okumamış, hayatında hiçbir zaman operaya baleye gitmemiş, müze görmemiş, televizyon kültürü dışında başka bir kültürle tanışmamış, interneti slm, mrb dışında kullanmayan, sinemada ya vurdu kırdı ya da salya sümük komedi dışında film izlemeyen ‘insansılar’a…
Bunun dışında herkesin evinde bulunmalı. İstanbul’dan ve kendinden ümidini kesti mi insanın müsekkin olarak başvuracağı kitaplardan.
Bu beste için Buket Uzuner’e, tasarımcılara ve Everest Yayınları’na şükranlarımı sunuyorum.