Bir bunalımdır gidiyor
03 EKİM 2010
Hürriyet ve Sabah’ın magazin ilaveleri Günaydın ve Kelebek’te aynı gün (1 Ekim Cuma) aynı kişiyle yapılmış bir röportaj yayınlandı.
Adana 17. Altın Koza Film Festivali’nde dört dalda birden ödüle layık görülen Kavşak adlı filmin başrol oyuncusu Güven Kıraç’ın röportajı son derece ilginç… Filmin ödül aldığı dallar şunlar: En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Müzik, Umut Veren Erkek Oyuncu…
Güven Kıraç ödül almamış yani. O nedenle olaya iş ve iletişim yönetimi boyutuyla bakıldığında, söylediklerinin etki oranı çok daha yüksek. Çarpan etkisi yapar bu gibi konumlar…
Onun ödül almamış olması belki talihsizlik (Oktay Kaynarca geceyi sunarken bu konuda Güven Bey’e birkaç kere takılmıştı) olabilir; ancak tecrübeli oyuncu profesyonel ve sevecen tavrıyla olayı kendi lehine çevirmeyi her aşamada başarmayı bilen bir usta…
***
Şimdi gelelim söylediklerine…
Günaydın Gazetesi’nin başlığı şöyle: “Filmdeki Güven’i izlerken kalbim sıkıştı” Oyuncunun resminin altındaki ara başlık: “Sevişme sahnesinden korktum”…
Kelebek gazetesinin başlığı: “Filmde kendimi izlerken yoruldum” Sayfanın altındaki ara başlık: “Köşe dönmek için sinema yapılmaz”
Türkiye’de zaten ağır entelektüel(!) arkadaşların yer aldığı festival jürilerinin verdiği ödülleri almış filmlere karşı bir ön yargı vardır. Sanat filmleri festivali anlayışıyla ticari sinema festivali anlayışı arasına sıkışmış yarışmalarda bir film ödül aldı mı buna kimse gitmez, türünden algılamalar diz boyudur. Gerçekten de pek çok ödüllü film piyasada ticari açıdan çakılınca (Daha önce pek çok ödül almış olan ve Adana’da halk jürisinin oylarıyla birinci seçilen Nefes’i hariç tutmak gerekir), ortada garip izlenim oluşmaya başlamıştır: İyi iş yapan film kötüdür; iyi film iş yapmaz…
Bir başka önyargı da ‘para kazanılan’ sinema meselesinde orta çıkmaktadır… Örneğin Güven Bey’in “Köşe dönmek için sinema yapılmaz” sözü sanki tüm Amerikan sinemasını reddetmekte, kimsenin seyretmediği ödüllü filmlerin dışında kalan sinemayı neredeyse yok saymaktadır… Oysa hem çok iyi iş yapmış, yapımcılarına aslanlar gibi köşe döndürmüş yüzlerce (binlerce demeye korktuğum için böyle dedim) film vardır…
***
Güven Kıraç Bey’in sözleri büyük bir olasılıkla entelektüel kaygılar taşıyarak yapılan Türk filmlerine karşı halk nezdinde oluşmuş ön yargıları destekleyecektir… Yukarıda adı geçen mecralar entelektüel sanat yayınları değildir.
Halk arasında dolaşmakta olan “Şu filmi videoda 8x hızında izledim 25 dakikada bitti. Bir şey de değişmedi”… “Sen çok yavaş izlemişsin. Ben 16x hızında izledim, hem ritim çok iyi oldu hem de 12 dakikada bitti” türünde alaycı yaklaşımlara çanak tutmak ne kadar doğrudur bilemem…
“Bunalım sineması”, “Önce kendi kendine bunalan; sonra sevgilisi ve arkadaşıyla birlikte bunalan ve nihayet toplu halde bunalan ve bu arada sürekli birbirlerine ve çevrelerine ‘bakan’ insanların sineması” şeklindeki müstehzi ifadelere maruz bırakılması Türk sinemasının bir bölümü için bile olsa ne gam…
Playboy’un uluslar arası baskılarının başındaki yetkili direktör olarak görev yapan dostum Haresh Shah, Türkiye’deki durumu inceledikten sonra demişti ki: “Sizde pornografi yok. Porno yayınlar olsa, o zaman Playboy’un ne kadar gelişmiş, entelektüel bir dergi olduğu da anlaşılır”…
Buradaki durum da biraz öyle değil mi? Sanat filmleri ile ticari sinema aynı kulvarda yarıştırılmasa, sanat filmlerini 8-9 kişilik entelektüel jüriler tarafından değerlendirilebilir belki ancak popüler (ticari) bölümün jürisi sektörel kaygı taşınarak hayli geniş kadrolardan oluşturulsa bütün tartışmalar biter sanki. Kimse, onu bunu kayırdılar, bana haksızlık ettiler, diye caz yapamaz; ‘bunalım sineması’ diye dalga geçmek de kimsenin aklına gelmez…
Oysa mevcut durumda filmin başrol oyuncusu, “Filmdeki Güven’i izlerken kalbim sıkıştı”, “Filmde kendimi izlerken yoruldum” derse, izleyici hepten ‘dağılabilir’…
Adana 17. Altın Koza Film Festivali’nde dört dalda birden ödüle layık görülen Kavşak adlı filmin başrol oyuncusu Güven Kıraç’ın röportajı son derece ilginç… Filmin ödül aldığı dallar şunlar: En İyi Yönetmen, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Müzik, Umut Veren Erkek Oyuncu…
Güven Kıraç ödül almamış yani. O nedenle olaya iş ve iletişim yönetimi boyutuyla bakıldığında, söylediklerinin etki oranı çok daha yüksek. Çarpan etkisi yapar bu gibi konumlar…
Onun ödül almamış olması belki talihsizlik (Oktay Kaynarca geceyi sunarken bu konuda Güven Bey’e birkaç kere takılmıştı) olabilir; ancak tecrübeli oyuncu profesyonel ve sevecen tavrıyla olayı kendi lehine çevirmeyi her aşamada başarmayı bilen bir usta…
***
Şimdi gelelim söylediklerine…
Günaydın Gazetesi’nin başlığı şöyle: “Filmdeki Güven’i izlerken kalbim sıkıştı” Oyuncunun resminin altındaki ara başlık: “Sevişme sahnesinden korktum”…
Kelebek gazetesinin başlığı: “Filmde kendimi izlerken yoruldum” Sayfanın altındaki ara başlık: “Köşe dönmek için sinema yapılmaz”
Türkiye’de zaten ağır entelektüel(!) arkadaşların yer aldığı festival jürilerinin verdiği ödülleri almış filmlere karşı bir ön yargı vardır. Sanat filmleri festivali anlayışıyla ticari sinema festivali anlayışı arasına sıkışmış yarışmalarda bir film ödül aldı mı buna kimse gitmez, türünden algılamalar diz boyudur. Gerçekten de pek çok ödüllü film piyasada ticari açıdan çakılınca (Daha önce pek çok ödül almış olan ve Adana’da halk jürisinin oylarıyla birinci seçilen Nefes’i hariç tutmak gerekir), ortada garip izlenim oluşmaya başlamıştır: İyi iş yapan film kötüdür; iyi film iş yapmaz…
Bir başka önyargı da ‘para kazanılan’ sinema meselesinde orta çıkmaktadır… Örneğin Güven Bey’in “Köşe dönmek için sinema yapılmaz” sözü sanki tüm Amerikan sinemasını reddetmekte, kimsenin seyretmediği ödüllü filmlerin dışında kalan sinemayı neredeyse yok saymaktadır… Oysa hem çok iyi iş yapmış, yapımcılarına aslanlar gibi köşe döndürmüş yüzlerce (binlerce demeye korktuğum için böyle dedim) film vardır…
***
Güven Kıraç Bey’in sözleri büyük bir olasılıkla entelektüel kaygılar taşıyarak yapılan Türk filmlerine karşı halk nezdinde oluşmuş ön yargıları destekleyecektir… Yukarıda adı geçen mecralar entelektüel sanat yayınları değildir.
Halk arasında dolaşmakta olan “Şu filmi videoda 8x hızında izledim 25 dakikada bitti. Bir şey de değişmedi”… “Sen çok yavaş izlemişsin. Ben 16x hızında izledim, hem ritim çok iyi oldu hem de 12 dakikada bitti” türünde alaycı yaklaşımlara çanak tutmak ne kadar doğrudur bilemem…
“Bunalım sineması”, “Önce kendi kendine bunalan; sonra sevgilisi ve arkadaşıyla birlikte bunalan ve nihayet toplu halde bunalan ve bu arada sürekli birbirlerine ve çevrelerine ‘bakan’ insanların sineması” şeklindeki müstehzi ifadelere maruz bırakılması Türk sinemasının bir bölümü için bile olsa ne gam…
Playboy’un uluslar arası baskılarının başındaki yetkili direktör olarak görev yapan dostum Haresh Shah, Türkiye’deki durumu inceledikten sonra demişti ki: “Sizde pornografi yok. Porno yayınlar olsa, o zaman Playboy’un ne kadar gelişmiş, entelektüel bir dergi olduğu da anlaşılır”…
Buradaki durum da biraz öyle değil mi? Sanat filmleri ile ticari sinema aynı kulvarda yarıştırılmasa, sanat filmlerini 8-9 kişilik entelektüel jüriler tarafından değerlendirilebilir belki ancak popüler (ticari) bölümün jürisi sektörel kaygı taşınarak hayli geniş kadrolardan oluşturulsa bütün tartışmalar biter sanki. Kimse, onu bunu kayırdılar, bana haksızlık ettiler, diye caz yapamaz; ‘bunalım sineması’ diye dalga geçmek de kimsenin aklına gelmez…
Oysa mevcut durumda filmin başrol oyuncusu, “Filmdeki Güven’i izlerken kalbim sıkıştı”, “Filmde kendimi izlerken yoruldum” derse, izleyici hepten ‘dağılabilir’…