Bir devir kapandı…
18 EKİM 2010
Bir zamanlar Türkiye’nin kaderini belirleyen kadrolar ve onların efsanevi liderleri, kendi kendilerinin son kez iplerini çektiler. Artık onlar ülkemizin siyasî tarih sahnesinde bir geçiş döneminin kahramanları olarak yerlerini alacaklar…
Saadet Partisi, Olağanüstü Büyük Kongresi'nde, ülkeden çok şahsa sadakatten Necmettin Erbakan'ı partinin Genel Başkanlığı’na getirmekle kalmadı; Çin’in bütün çayını verseler, demokratik bir liderin kabul etmeyeceği bir olayı daha gerçekleştirdi.
Kongre, Erbakan’ın Genel Başkanlık için tek aday olmasının ardından eski Genel Başkan Numan Kurtulmuş tarafından bir önceki kongrede liste dışı bırakılan Erbakan'ın çocukları Fatih Erbakan ile Elif Erbakan Altınöz’ü GİK’e, Başkan’ın damadı Mehmet Altınöz’ü ise YDK’ye seçti.
Necmettin Erbakan Hoca bende müthiş bir empati ve şefkat duygusu uyandırıyor. Alabildiğine de saygı. İçinde bulunduğu sağlık durumunun gizlenecek bir yanı yok. Ancak o nasıl bir istemdir (irade), nasıl bir inançtır ki, hiçbir koşulu kabullenmeyeceği duygusunu karşısındakine geçirmektedir… O nasıl bir akıl ve duygu gücüdür ki, Numan Kurtulmuş gibi her yönüyle zinde bir lideri alt etmeyi başarmıştır. İnanılır gibi değil…
Aynı şeyleri, yaşlılıktan ve/veya hastalıktan pek çok melekesini yitirmiş, ancak akıl ve zekâsı yerinde insanlara karşı hep duymuşumdur. Ancak bu durum, o kişilerin ülkelerinin kaderini belirleyecek görevlere gelmelerini sağlamaz. Merhamet duygusu, bir siyasî liderin en son başvuracağı bir ‘algılama aracı’ olmalıdır…
İşte bu nedenle benim kuşağımın en güçlü siyasî liderlerinden birini, tarih sayfalarına doğru uğurluyorum. Çünkü bir daha ne Erbakan’ı siyasî iktidar sıralarında göreceğiz ne de onun başkanlığındaki bir Saadet Partisi’ni… Onu artık kendi partisi içindeki bazı yol arkadaşlarının bile, önemli bir siyasî rakip, ciddi bir iktidar alternatifi olarak görmemeleri, diğer partilerin ve medyanın çok da fazla önem vermemesi ne dramatik bir olaydır…
Belki biraz içim acıyarak, ancak bol miktarda saygıyla onu izlemeye devam edeceğim. Erbakan Hoca, dünya görüşüne katılırsınız katılmazsınız, yürekli bir savaşçı (mücahit) ve Türkiye’nin yıllardır içinden geçtiği transformasyon (dönüşüm) macerasının önemli kahramanlarından biri olduğu gerçeğini inkâr edemeyeceğiniz bir liderdi. Allah ona uzun ömürler versin.
İçim cız etti
Her Antalya Film Festivali’nin ardından benzer şeyleri konuşup duruyoruz. Ben bu kez herhangi bir yorumda bulunmak istemiyordum. Ancak gazetelerde gördüğüm bir fotoğraf kendime verdiğim sözü bozmama neden oldu.
Antalya’nın bu yılki birincisi “Çoğunluk”un Beyoğlu’nda galası yapılmış. Fotoğraf oradan. Yan yana dizilmişler. Kılık kıyafet ‘pejmürde’ ötesi... Hepsinin yüzünden düşen bin parça… Sanki biraz önce tutuklanmışlar… Hatta birkaç gün önce… İşkence falan görmüş de olabilirler. Saç sakal birbirine karmış. Bakımsızlık diz boyu… Öyle olmasa bile fotoğrafın bıraktığı izlenim bu… Medyanın karşısına getirilmişler. Öyle bakıyorlar… Ama hiçbirinin de kabahati yok… İçim cız etti…
Digiturk’de ‘Channel E’ diye bir kanal olmasa millet belki yemeğe devam edecek… Orada neredeyse her gece galalardan, festivallerden görüntüler var… Sinema demek, güzellik demek, eğlence demek, şöhret demek, adı üstünde ‘festival’ demek, kırmızı halı demek, birbirinde şık kıyafetler, moda demek…
Bir de sanat filmleri etkinlikleri var tabii ki… Onları meraklısı duyar. Popüler kültürün içine onları hem sokmazlar, hem de onlar popüler kültür içinde dolanmazlar… Jürileri farklıdır… Seyircileri değişiktir… O elit sinema aslında popüler sinemanın da motoru, dinamosudur… O olmadan ticarî sinema da olmaz. Ancak hiçbir akıllı sektör ikisini birbirine karıştırmaz… Hepsinin festivali ayrıdır. Ya da aynı festival içinde kategorileri farklıdır…
Bir de bize bakın… Pejmürde kılıkla kameraların karşısına geçenlerin hiçbir kabahati yoktur. Onlarla “bunalım sineması” diye dalga geçilmesine de, onları kırmızı halılar üzerinde, şık elbiseli smokinli davetliler arasında ‘tiğ teber şah merdan’ bırakan zihniyet utanmalıdır. Aynı zihniyet, Türkiye’deki film festivallerinin organizasyonu, ödül alan kişiler ve filmlerle benzerlerinin gelişmiş pazarlardaki örnekleri ile karşılaştırdıklarında insanların ne düşünmesini istiyor acaba?
Saadet Partisi, Olağanüstü Büyük Kongresi'nde, ülkeden çok şahsa sadakatten Necmettin Erbakan'ı partinin Genel Başkanlığı’na getirmekle kalmadı; Çin’in bütün çayını verseler, demokratik bir liderin kabul etmeyeceği bir olayı daha gerçekleştirdi.
Kongre, Erbakan’ın Genel Başkanlık için tek aday olmasının ardından eski Genel Başkan Numan Kurtulmuş tarafından bir önceki kongrede liste dışı bırakılan Erbakan'ın çocukları Fatih Erbakan ile Elif Erbakan Altınöz’ü GİK’e, Başkan’ın damadı Mehmet Altınöz’ü ise YDK’ye seçti.
Necmettin Erbakan Hoca bende müthiş bir empati ve şefkat duygusu uyandırıyor. Alabildiğine de saygı. İçinde bulunduğu sağlık durumunun gizlenecek bir yanı yok. Ancak o nasıl bir istemdir (irade), nasıl bir inançtır ki, hiçbir koşulu kabullenmeyeceği duygusunu karşısındakine geçirmektedir… O nasıl bir akıl ve duygu gücüdür ki, Numan Kurtulmuş gibi her yönüyle zinde bir lideri alt etmeyi başarmıştır. İnanılır gibi değil…
Aynı şeyleri, yaşlılıktan ve/veya hastalıktan pek çok melekesini yitirmiş, ancak akıl ve zekâsı yerinde insanlara karşı hep duymuşumdur. Ancak bu durum, o kişilerin ülkelerinin kaderini belirleyecek görevlere gelmelerini sağlamaz. Merhamet duygusu, bir siyasî liderin en son başvuracağı bir ‘algılama aracı’ olmalıdır…
İşte bu nedenle benim kuşağımın en güçlü siyasî liderlerinden birini, tarih sayfalarına doğru uğurluyorum. Çünkü bir daha ne Erbakan’ı siyasî iktidar sıralarında göreceğiz ne de onun başkanlığındaki bir Saadet Partisi’ni… Onu artık kendi partisi içindeki bazı yol arkadaşlarının bile, önemli bir siyasî rakip, ciddi bir iktidar alternatifi olarak görmemeleri, diğer partilerin ve medyanın çok da fazla önem vermemesi ne dramatik bir olaydır…
Belki biraz içim acıyarak, ancak bol miktarda saygıyla onu izlemeye devam edeceğim. Erbakan Hoca, dünya görüşüne katılırsınız katılmazsınız, yürekli bir savaşçı (mücahit) ve Türkiye’nin yıllardır içinden geçtiği transformasyon (dönüşüm) macerasının önemli kahramanlarından biri olduğu gerçeğini inkâr edemeyeceğiniz bir liderdi. Allah ona uzun ömürler versin.
İçim cız etti
Her Antalya Film Festivali’nin ardından benzer şeyleri konuşup duruyoruz. Ben bu kez herhangi bir yorumda bulunmak istemiyordum. Ancak gazetelerde gördüğüm bir fotoğraf kendime verdiğim sözü bozmama neden oldu.
Antalya’nın bu yılki birincisi “Çoğunluk”un Beyoğlu’nda galası yapılmış. Fotoğraf oradan. Yan yana dizilmişler. Kılık kıyafet ‘pejmürde’ ötesi... Hepsinin yüzünden düşen bin parça… Sanki biraz önce tutuklanmışlar… Hatta birkaç gün önce… İşkence falan görmüş de olabilirler. Saç sakal birbirine karmış. Bakımsızlık diz boyu… Öyle olmasa bile fotoğrafın bıraktığı izlenim bu… Medyanın karşısına getirilmişler. Öyle bakıyorlar… Ama hiçbirinin de kabahati yok… İçim cız etti…
Digiturk’de ‘Channel E’ diye bir kanal olmasa millet belki yemeğe devam edecek… Orada neredeyse her gece galalardan, festivallerden görüntüler var… Sinema demek, güzellik demek, eğlence demek, şöhret demek, adı üstünde ‘festival’ demek, kırmızı halı demek, birbirinde şık kıyafetler, moda demek…
Bir de sanat filmleri etkinlikleri var tabii ki… Onları meraklısı duyar. Popüler kültürün içine onları hem sokmazlar, hem de onlar popüler kültür içinde dolanmazlar… Jürileri farklıdır… Seyircileri değişiktir… O elit sinema aslında popüler sinemanın da motoru, dinamosudur… O olmadan ticarî sinema da olmaz. Ancak hiçbir akıllı sektör ikisini birbirine karıştırmaz… Hepsinin festivali ayrıdır. Ya da aynı festival içinde kategorileri farklıdır…
Bir de bize bakın… Pejmürde kılıkla kameraların karşısına geçenlerin hiçbir kabahati yoktur. Onlarla “bunalım sineması” diye dalga geçilmesine de, onları kırmızı halılar üzerinde, şık elbiseli smokinli davetliler arasında ‘tiğ teber şah merdan’ bırakan zihniyet utanmalıdır. Aynı zihniyet, Türkiye’deki film festivallerinin organizasyonu, ödül alan kişiler ve filmlerle benzerlerinin gelişmiş pazarlardaki örnekleri ile karşılaştırdıklarında insanların ne düşünmesini istiyor acaba?