Bir fotoğraf bir fotoğraf bir fotoğraftır…
30 TEMMUZ 2010
Doğu Hint felsefesiyle tanışan ve meditasyona merak saran dostlarımızdan birine verilmiş olan bir mantıra şöyleydi: Bir gül bir gül bir güldür!...
Ben bu işlerde pek derinlik kazanamadım. Ancak o sözün üzerine düşünüp durduğumu itiraf etmeliyim… Peygamber efendimizin sıkça kullandığının anlatıldığı “Allah’ım, bana eşyayı (şeyleri) olduğu gibi göster!” şeklindeki yakarışıyla o mantıra arasında kurmaya çalıştığım, belki anlam değil ama duygu bütünlüğü, bana hayli zenginlik kazandırmıştı…
‘Okumayı’ öğrenmeye çalışırken o zenginlikten çok yararlandım…
Sevgili Şükran Koçak Teyzemi defnettik… Onunla ilgili yazdığım veda yazısını okuyan pek çok eş dost beni aradı (Akşam, 25 Temmuz Pazar)… Hepimizin ailesinde ne kadar çok Şükran Teyze varmış… Ortak kültür ve değerlere sahip olmak demek ortak dostlara, ortak karakter özelliklerindeki yakınlara, ortak geçmişe ve tabii ki ortak geleceğe sahip olmak demektir… Aldığım telefonlar bu tespitin en güzel kanıtıydı.
Şükran teyzenin oğlu kadim dostum Y. Mim. Mehmet Koçak, Şükran ve Leman Hanımlar’ın aynı çerçevede yer aldıkları eski bir fotoğrafı bulup göndermiş… Sinemayı, resmi, baleyi, dansı, şiiri, mimariyi, müziği ve tabii ki fotoğrafı, seyredip dinlemek yerine ‘okumayı öğrenmeyi sevmiş’ dostlara bir küçük armağan olarak bu kareyi bizim sütunlarda yayınlamalarını, bizim yazı işleri yöneticilerinden rica ettim…
Kırmadılar…
Önce bir fotoğrafa bakın sonra da isterseniz bizim yazıya bir göz atın… Bakın bakalım, doğru okuyabilmiş miyiz?… Siz ve ben yani…
Ben bu işlerde pek derinlik kazanamadım. Ancak o sözün üzerine düşünüp durduğumu itiraf etmeliyim… Peygamber efendimizin sıkça kullandığının anlatıldığı “Allah’ım, bana eşyayı (şeyleri) olduğu gibi göster!” şeklindeki yakarışıyla o mantıra arasında kurmaya çalıştığım, belki anlam değil ama duygu bütünlüğü, bana hayli zenginlik kazandırmıştı…
‘Okumayı’ öğrenmeye çalışırken o zenginlikten çok yararlandım…
Sevgili Şükran Koçak Teyzemi defnettik… Onunla ilgili yazdığım veda yazısını okuyan pek çok eş dost beni aradı (Akşam, 25 Temmuz Pazar)… Hepimizin ailesinde ne kadar çok Şükran Teyze varmış… Ortak kültür ve değerlere sahip olmak demek ortak dostlara, ortak karakter özelliklerindeki yakınlara, ortak geçmişe ve tabii ki ortak geleceğe sahip olmak demektir… Aldığım telefonlar bu tespitin en güzel kanıtıydı.
Şükran teyzenin oğlu kadim dostum Y. Mim. Mehmet Koçak, Şükran ve Leman Hanımlar’ın aynı çerçevede yer aldıkları eski bir fotoğrafı bulup göndermiş… Sinemayı, resmi, baleyi, dansı, şiiri, mimariyi, müziği ve tabii ki fotoğrafı, seyredip dinlemek yerine ‘okumayı öğrenmeyi sevmiş’ dostlara bir küçük armağan olarak bu kareyi bizim sütunlarda yayınlamalarını, bizim yazı işleri yöneticilerinden rica ettim…
Kırmadılar…
Önce bir fotoğrafa bakın sonra da isterseniz bizim yazıya bir göz atın… Bakın bakalım, doğru okuyabilmiş miyiz?… Siz ve ben yani…
Çuvaldızı kime batıralım?
Orhan Ayhan üstat bizim Alice in Chains adlı topluluğun yaptığı ukalalık üzerine yazdığımız yazıya ilişkin yolladığı mektubun keşke tamamını yayınlayabilseydim. Hani bu Metal topluluğu elemanları asansöre binmişler, ter kokusundan rahatsız olmuşlar, mideleri kalkmış ve tüm Türkler hakkında nefret kusmuşlardı ya… Orhan Ağabey de çuvaldızı kendimize batırmış:
“Sevgili Saydam, Pazar günkü yazını hamamdan öte bir sıcakta ayakta tıkış tıkış bir kalabalık arasında okudum. Kabataş Deniz Otobüsü salonunda Kınalıada’ya ayrılan bir bölümde yüzlerce insan ızdırap çekiyor, oturmak için insanlara ayrılan sadece 35 veya 40 koltuk ihtiyacı karşılamıyordu.
...Son bir ay içinde Antalya’da ve Ankara’da 5 yıldızlı 3 otelde kaldım. İnanır mısın; geceleri klima devamlı olarak gürültü ile nemli bir hava basıyor, elektrik masrafından tasarruf için soğutucu bölümü devreye sokulmuyordu. Antalya’da büyük masraflarla yeniden yapılandırılan eski ve ünlü Çırağan Sarayı kopyası bir otelde diğer 5 yıldızlılarda olduğu gibi asansörlerde soğutucu yoktu. Dünyanın en az diş macunu ve deodorant’ı kullanılan bir ülkesinde bu sıcak mekânlarda ter kokusunun olması doğaldır.
Turizmde ‘her şey dahil’ satışları kontrol altında tutamaz, masrafı azaltıp kâr için ufak hesaplara girip otellerin yıldızından çalarsanız olacağı budur. Hepimiz biliriz ki ilk intiba önemlidir. Ve yine biliriz ki başarı detaylarda gizlidir. Bu durumda kimseye kızmaya hakkımız olamaz. Önce biz ne veriyoruz, onu düşünmeliyiz… Sonsuz sevgilerimle…”
Tarkan’da buluşma zamanı
Popüler kültür alanında faaliyet gösteren tüm sanatçı dostlara, herhangi bir kriz ile karşılaştıklarında olayın iletişim boyutunu çözmek için önerdiğim davranış biçimini Tarkan’a da tavsiyeyi etmiştim: “Tek yapacağınız şey işinize odaklanmaktır. Adam gibi üretici olmak… Bir tane hit yakaladınız mı, bakın neler oluyor…”
Tarkan’ın yeni CD’si çıktı… Birden fazla hit adayı var… İçinde “Sindire sindire ye beni!” diyen şarkılar da var… İlk dinlediğimde bazılarını rahatsız edebilecek, tutucu Tarkancılara kendilerini ihanete uğramış gibi hissettirecek bazı parçalar bana Jacques Brel’i hatırlattı… Onu yücelten, pop klasiği haline getiren ve hiç eskimeyen parçalarını... Tarkan’ın bu ağır emek ürünü çalışmasında, insanı bir anda yakalayacak şarkılar da var, Brel tarzı ‘Baladlar’ da… Sindirimi biraz zaman alacak olan bu Tarkan CD’sini uzun süre unutmayacağız herhalde…
Orhan Ayhan üstat bizim Alice in Chains adlı topluluğun yaptığı ukalalık üzerine yazdığımız yazıya ilişkin yolladığı mektubun keşke tamamını yayınlayabilseydim. Hani bu Metal topluluğu elemanları asansöre binmişler, ter kokusundan rahatsız olmuşlar, mideleri kalkmış ve tüm Türkler hakkında nefret kusmuşlardı ya… Orhan Ağabey de çuvaldızı kendimize batırmış:
“Sevgili Saydam, Pazar günkü yazını hamamdan öte bir sıcakta ayakta tıkış tıkış bir kalabalık arasında okudum. Kabataş Deniz Otobüsü salonunda Kınalıada’ya ayrılan bir bölümde yüzlerce insan ızdırap çekiyor, oturmak için insanlara ayrılan sadece 35 veya 40 koltuk ihtiyacı karşılamıyordu.
...Son bir ay içinde Antalya’da ve Ankara’da 5 yıldızlı 3 otelde kaldım. İnanır mısın; geceleri klima devamlı olarak gürültü ile nemli bir hava basıyor, elektrik masrafından tasarruf için soğutucu bölümü devreye sokulmuyordu. Antalya’da büyük masraflarla yeniden yapılandırılan eski ve ünlü Çırağan Sarayı kopyası bir otelde diğer 5 yıldızlılarda olduğu gibi asansörlerde soğutucu yoktu. Dünyanın en az diş macunu ve deodorant’ı kullanılan bir ülkesinde bu sıcak mekânlarda ter kokusunun olması doğaldır.
Turizmde ‘her şey dahil’ satışları kontrol altında tutamaz, masrafı azaltıp kâr için ufak hesaplara girip otellerin yıldızından çalarsanız olacağı budur. Hepimiz biliriz ki ilk intiba önemlidir. Ve yine biliriz ki başarı detaylarda gizlidir. Bu durumda kimseye kızmaya hakkımız olamaz. Önce biz ne veriyoruz, onu düşünmeliyiz… Sonsuz sevgilerimle…”
Tarkan’da buluşma zamanı
Popüler kültür alanında faaliyet gösteren tüm sanatçı dostlara, herhangi bir kriz ile karşılaştıklarında olayın iletişim boyutunu çözmek için önerdiğim davranış biçimini Tarkan’a da tavsiyeyi etmiştim: “Tek yapacağınız şey işinize odaklanmaktır. Adam gibi üretici olmak… Bir tane hit yakaladınız mı, bakın neler oluyor…”
Tarkan’ın yeni CD’si çıktı… Birden fazla hit adayı var… İçinde “Sindire sindire ye beni!” diyen şarkılar da var… İlk dinlediğimde bazılarını rahatsız edebilecek, tutucu Tarkancılara kendilerini ihanete uğramış gibi hissettirecek bazı parçalar bana Jacques Brel’i hatırlattı… Onu yücelten, pop klasiği haline getiren ve hiç eskimeyen parçalarını... Tarkan’ın bu ağır emek ürünü çalışmasında, insanı bir anda yakalayacak şarkılar da var, Brel tarzı ‘Baladlar’ da… Sindirimi biraz zaman alacak olan bu Tarkan CD’sini uzun süre unutmayacağız herhalde…