Bir kültür çorbası…
26 Aralık 2019 - Yeni Şafak
Beş gün sonra yılbaşı…
Kültür ve değerler konusunda, ülkemizde millî mutabakatın tam anlamıyla sağlandığını iddia edemeyeceğimiz günlerden biri…
İşin derin anlamını ele almadan fenomenine bakarsak eğer, üç tür yaklaşım biçimini gözlememiz mümkün…
Bir: O gece geç saatlere, hatta bazen gün ışıyana kadar yiyip içip, kendinden geçip çılgınlar gibi eğlenmeyi programlayanlar ve buna kendilerini biraz da mecbur hissedenler…
Bunların büyük bir kısmı gece kulüplerinde, ünlü-ünsüz şarkıcıların eşliğinde kafalarında rengârenk karton kukuletalar, ağızlarında üfledikleri zaman uzayan ve korkunç papağan sesleri çıkaran düdükler, ellerinde konfetiler, gecenin bir saatinden sonra “Erik Dalı” ve 9/8’lik ritimlerle zıp zıp zıplayarak eğlendiklerini zannederler…
Bunların diğer kısmı ise, ille de eş, dost, ahbabı bir araya toplayıp kestaneli hindi yemek zorunda hissederler kendilerini… Her iki gruba da o gece, Noel Baba kılığında birileri gelir… Gelmese de mutlaka kulakları çınlatılır…
İki: Yalnız başına veya dar bir çevrede, evinde mütevazı bir yemekle yılbaşını kutlar ama en azından içki içerek, tombala oynayarak eğlenmek zorunda hisseder kendini…
Bu ikinci grup geceyi, televizyondaki programları seyrederek geçirir.
Üç: Bunlar için yılbaşının Allah’ın herhangi bir gününden farkı yoktur. Eşin, dostun yılbaşını refleksle kutlarlar… Kendilerinin yeni yılının kutlanmasından da rahatsız olmazlar. Bunlar, yeni yıl için önemli kararlar almanın başlangıç noktası olarak yılbaşı gecesini seçmezler…
Birinci grup, eğer ‘köprü izni’ falan yapılıp yılbaşı tatili hafta sonuyla birleşmişse, yılbaşını İstanbul dışında, hatta yurt dışında geçirmeyi tercih edebilir. Bunlar kültürel olarak da pek çok şeyi birbirine karıştırırlar…
Yılbaşı gecesi geldiğini düşündükleri Noel Baba, aslında bilindiği gibi ait olduğu Hristiyan kültüründe, 24 Aralık gecesi teşrif eder… Hatta bacadan girer…
Hindiye gelince… Hele onun 31 Aralık’la ilgili hiçbir ilgisi yoktur… Ülkeden ülkeye değişebilse de ABD’de olduğu gibi kasım ayının son perşembesi kutlanan Şükran Günü’ne ait bir adettir… Hindi kurban ederler…
Bizim Batı tarafından vaftiz edilmiş zihinlerimiz, işte böyle bir karmaşa içinde yuvarlanıp dururken, yılbaşı tebrikleri bu çerçevede çok komik ve üzerinde düşünülmesi gereken bir hâl almayı sürdürüyor…
Bayramlarda olduğu gibi kopyala yapıştır sözlerle, standart hareketler çekenler; içinde içki, çikolata, kuruyemiş, cips bulunan sepetleri karşındakinin kültür ve değerlerinden bihaber olarak içine şirket yöneticilerinin dört beş kartvizitini koyup gönderenler; yaratıcı çalışma yapmak adına abuk sabuk, “kitsch” sayılabilecek resim ve heykelcikleri gönderenler; vicdanı sızladığı için değerlerinden kopmamak adına yılbaşını kutlarken araya İslami temenniler sıralayanlar…
Bir kültür çorbası ve karmaşasıdır gidiyor…
Öte yandan bunu ülkemizdeki çok renkliliğin bir tezahürü ve kıymeti gibi görenler yok değil… “Ne güzel; o da var, bu da” diyenler…
Peki, ben nasıl hissediyorum?
Bir kere, hediye almaya bayılıyorum. Ayrıca, vesile ne olursa olsun hatırlanmaya da… Bir tek koşulla… Standartlaşmayacaksa, böyle günlerin ezberi hâline gelmemişse, işin keyifli kısmını ortadan kaldırıp yalnızca yasak savmaya yaramayacaksa ve değerlerle göz göre göre çatışmayacaksa…
Yeni yılınızı şimdiden kutluyorum…
Kültür ve değerler konusunda, ülkemizde millî mutabakatın tam anlamıyla sağlandığını iddia edemeyeceğimiz günlerden biri…
İşin derin anlamını ele almadan fenomenine bakarsak eğer, üç tür yaklaşım biçimini gözlememiz mümkün…
Bir: O gece geç saatlere, hatta bazen gün ışıyana kadar yiyip içip, kendinden geçip çılgınlar gibi eğlenmeyi programlayanlar ve buna kendilerini biraz da mecbur hissedenler…
Bunların büyük bir kısmı gece kulüplerinde, ünlü-ünsüz şarkıcıların eşliğinde kafalarında rengârenk karton kukuletalar, ağızlarında üfledikleri zaman uzayan ve korkunç papağan sesleri çıkaran düdükler, ellerinde konfetiler, gecenin bir saatinden sonra “Erik Dalı” ve 9/8’lik ritimlerle zıp zıp zıplayarak eğlendiklerini zannederler…
Bunların diğer kısmı ise, ille de eş, dost, ahbabı bir araya toplayıp kestaneli hindi yemek zorunda hissederler kendilerini… Her iki gruba da o gece, Noel Baba kılığında birileri gelir… Gelmese de mutlaka kulakları çınlatılır…
İki: Yalnız başına veya dar bir çevrede, evinde mütevazı bir yemekle yılbaşını kutlar ama en azından içki içerek, tombala oynayarak eğlenmek zorunda hisseder kendini…
Bu ikinci grup geceyi, televizyondaki programları seyrederek geçirir.
Üç: Bunlar için yılbaşının Allah’ın herhangi bir gününden farkı yoktur. Eşin, dostun yılbaşını refleksle kutlarlar… Kendilerinin yeni yılının kutlanmasından da rahatsız olmazlar. Bunlar, yeni yıl için önemli kararlar almanın başlangıç noktası olarak yılbaşı gecesini seçmezler…
Birinci grup, eğer ‘köprü izni’ falan yapılıp yılbaşı tatili hafta sonuyla birleşmişse, yılbaşını İstanbul dışında, hatta yurt dışında geçirmeyi tercih edebilir. Bunlar kültürel olarak da pek çok şeyi birbirine karıştırırlar…
Yılbaşı gecesi geldiğini düşündükleri Noel Baba, aslında bilindiği gibi ait olduğu Hristiyan kültüründe, 24 Aralık gecesi teşrif eder… Hatta bacadan girer…
Hindiye gelince… Hele onun 31 Aralık’la ilgili hiçbir ilgisi yoktur… Ülkeden ülkeye değişebilse de ABD’de olduğu gibi kasım ayının son perşembesi kutlanan Şükran Günü’ne ait bir adettir… Hindi kurban ederler…
Bizim Batı tarafından vaftiz edilmiş zihinlerimiz, işte böyle bir karmaşa içinde yuvarlanıp dururken, yılbaşı tebrikleri bu çerçevede çok komik ve üzerinde düşünülmesi gereken bir hâl almayı sürdürüyor…
Bayramlarda olduğu gibi kopyala yapıştır sözlerle, standart hareketler çekenler; içinde içki, çikolata, kuruyemiş, cips bulunan sepetleri karşındakinin kültür ve değerlerinden bihaber olarak içine şirket yöneticilerinin dört beş kartvizitini koyup gönderenler; yaratıcı çalışma yapmak adına abuk sabuk, “kitsch” sayılabilecek resim ve heykelcikleri gönderenler; vicdanı sızladığı için değerlerinden kopmamak adına yılbaşını kutlarken araya İslami temenniler sıralayanlar…
Bir kültür çorbası ve karmaşasıdır gidiyor…
Öte yandan bunu ülkemizdeki çok renkliliğin bir tezahürü ve kıymeti gibi görenler yok değil… “Ne güzel; o da var, bu da” diyenler…
Peki, ben nasıl hissediyorum?
Bir kere, hediye almaya bayılıyorum. Ayrıca, vesile ne olursa olsun hatırlanmaya da… Bir tek koşulla… Standartlaşmayacaksa, böyle günlerin ezberi hâline gelmemişse, işin keyifli kısmını ortadan kaldırıp yalnızca yasak savmaya yaramayacaksa ve değerlerle göz göre göre çatışmayacaksa…
Yeni yılınızı şimdiden kutluyorum…