Bir münevver ne yapardı?
19 ARALIK 2007
Fazıl Say’ın ülkeyi terk etmeyi düşündüğüne dair yaptığı açıklama konusunda bazı eş dost da dahil olmak üzere farklı düşünüyoruz.
Ben 17 yaşına basmış olan oğlumun ‘Baba, Fazıl Say ülkeyi niye terk edecekmiş? Ayrıca nereye gidecekmiş?’ sorusuna verecek yanıt bulamıyorum… Birkaç nedenden…
Bir: Bu düşüncelerini ifade etmek için, onca Türk basını emrine amadeyken Alman medyasını neden tercih ettiğini bilmiyorum. Açıklayamıyorum.
İki: Hangi ülkeye gitmeyi tercih edebileceğini de yanıtlamak zor. Öyle ya milli eğitimdeki uygulamalardan ruhu muzdarip olan biri, her ülkeye gidemez. Örneğin ABD’ye… Önce Kızılderilileri kıtır kıtır doğrayıp, sonra Afrika’dan maymun avlar gibi yakalayıp getirdikleri zencileri köle olarak çalıştıran ve ‘ırkçı’ politikalarıyla zencilere hâlâ hayat hakkı tanımayan, Vietnam, Afganistan ve Irak’da milyonlarca çoluk çocuğu, sivil halkı katleden bir ülkede ne işi olabilir?
Ya da Sarkozy’nin Fransa’sında…
Altı milyon Yahudi’yi şunun şurasında 60-70 yıl önce cayır cayır yakmış olan ve Türklere 21’inci yüzyılın Yahudileri gibi davranan, Türkiye’nin pek çok iç meselesine Alman Vakıfları vasıtasıyla burnunu sokan Almanya’da da ruhunun huzur bulması kolay değildir herhalde…
Karbondioksit emisyonlarını dizginleyemeyen, bu yüzden de sera etkisine ve küresel ısınmaya ve nihayet dünyadaki canlılığın yok olmasına neden olan ve seyirci kalan ülkelere de gitmez benim bildiğim Fazıl Bey…
Üç: Hadi geçmiş günahları bir kenara bırakalım. Bugün, intihar olaylarının çılgın rakamlara ulaştığı kuzey ülkeleri, insanların birbirini yediği Afrika ülkeleri, faşizmin azdığı İsviçre bile Say’a uzaktır…
İslamı en büyük düşmanı olarak gören Hıristiyan Batı, tabii ki meseleyi anti-islam noktasında ele alacak ve üstadı bağrına basacaktır…
Ama üstat eğer üstat ise, kendi ülkelerinin münevverlerinin şiddetle eleştirdiği ülkelere sığınmaz…
Fazıl Say’ın bu açıklamalarını eleştiriyorum demek, Ak Parti’nin tüm siyasi, ekonomik ve sosyal strateji ve uygulamalarını onaylıyorum demek değildir. Bunun için 5 yıldır yazdığım yazılara bir göz atmak yeterlidir. Bir tek şey yapıyorum diğerlerinden farklı olarak, Ak Parti’yi eleştiriyor diye, her sakallıya ‘dedem’ diye sarılmıyor, vicdansızca davranış ve eleştirilerin yanında yer almıyorum. Hepsi bu. Bu bile bizim fanatiklere fazla geliyor. Tahammülleri yok…
Şu görüşümü halen değiştirmiş değilim. Ak Parti, seçimleri kendi parti programı daha doğru olduğu için kazanmadı, CHP’nin liderliğindeki, yönetimindeki ve politikalarındaki zaaflar yüzünden kazandı…
Türkiye’deki sosyal demokrat muhalefet, ne zaman başkalarının üzerinden (Silahlı Kuvvetler dahil) -bu durumda da Fazıl Say- hamaset içerikli politika yapmayı bırakır; ev ödevini doğru yapar, kitlelere gelecek tasarımı konusunda doğru marka vaatleri sunar, o zaman siyaseten bir ağırlık kazanma şansını elde eder.
Bizde bazı kavramlar birbirine pek bir karışır… Aydın – Entelektüel – Münevver gibi… Aralarında hiçbir fark yoktur diyorsanız mesele yok… Bence var… Örneğin ‘münevver’i diğerlerinden ayıran temel fark, vicdan meselesidir… (Örneğin ‘münevver’i diğerlerinden ayıran iki temel farktan biri vicdan meselesi ve diğeri de azınlıkta olduğunun idrakidir. Siz hiç bugüne kadar gerçek bir münevverin “Cumhurbaşkanı beni davet etmedi’ diye hayıflandığına tanık oldunuz mu?) Diğerlerini de siz bulun lütfen…
Siz en iyisi yüz yüze görüşün ya da telefon edin!
Bayram ve yılbaşı yine üst üste geldi… Yine ciddi bir iletişim tuzağı var ortada. Toplu e-postalar yine kaş yapayım derken göz çıkaracaklar. En ufak bir emek ürünü olmayan, kopyala yapıştır e-postalarla karşı tarafta iyi duygular yaratmak yerine, itici algılanmalara neden olacaklar.
Hele o SMS’ler… Onların hiç şansı yok. Tavsiyem: Bu tür e-posta veya SMS yollayacaksanız, iki kez düşünün. Hiç olmazsa olumsuz duygu yaratmazsınız. Peki ne yapmak gerekir?
İnsanlara ismiyle hitap etmeyeceğiniz hiçbir mesajı yollamayın. Biraz kurtarırsınız hiç değilse. Öte yandan bütün araştırmalar, insanların birinci derecede yüz yüze görüşmeyi tercih ettiklerini gösteriyor. İkinci sırada telefon geliyor. Üçüncü sırada el yazısıyla yazılmış mektup ya da not bulunuyor. Dördüncü sırada ıslak imzayla imzalanmış şahsi mektup. Beşinci sırada bile faks var; e-posta altıncı, SMS ise yedinci sırada geliyor… Tercih sizin…
‘Yazılarını yazamamıştır, yıllık izninin bir bölümünü kullanmaktadır’ gibi notlara bu bayramda da düşmemeye çalışacağız. Ayrıca bu bayram ailece İstanbul’u bekliyoruz… Mübarek bayramınızı kutluyor, esenlikler diliyorum.
Ben 17 yaşına basmış olan oğlumun ‘Baba, Fazıl Say ülkeyi niye terk edecekmiş? Ayrıca nereye gidecekmiş?’ sorusuna verecek yanıt bulamıyorum… Birkaç nedenden…
Bir: Bu düşüncelerini ifade etmek için, onca Türk basını emrine amadeyken Alman medyasını neden tercih ettiğini bilmiyorum. Açıklayamıyorum.
İki: Hangi ülkeye gitmeyi tercih edebileceğini de yanıtlamak zor. Öyle ya milli eğitimdeki uygulamalardan ruhu muzdarip olan biri, her ülkeye gidemez. Örneğin ABD’ye… Önce Kızılderilileri kıtır kıtır doğrayıp, sonra Afrika’dan maymun avlar gibi yakalayıp getirdikleri zencileri köle olarak çalıştıran ve ‘ırkçı’ politikalarıyla zencilere hâlâ hayat hakkı tanımayan, Vietnam, Afganistan ve Irak’da milyonlarca çoluk çocuğu, sivil halkı katleden bir ülkede ne işi olabilir?
Ya da Sarkozy’nin Fransa’sında…
Altı milyon Yahudi’yi şunun şurasında 60-70 yıl önce cayır cayır yakmış olan ve Türklere 21’inci yüzyılın Yahudileri gibi davranan, Türkiye’nin pek çok iç meselesine Alman Vakıfları vasıtasıyla burnunu sokan Almanya’da da ruhunun huzur bulması kolay değildir herhalde…
Karbondioksit emisyonlarını dizginleyemeyen, bu yüzden de sera etkisine ve küresel ısınmaya ve nihayet dünyadaki canlılığın yok olmasına neden olan ve seyirci kalan ülkelere de gitmez benim bildiğim Fazıl Bey…
Üç: Hadi geçmiş günahları bir kenara bırakalım. Bugün, intihar olaylarının çılgın rakamlara ulaştığı kuzey ülkeleri, insanların birbirini yediği Afrika ülkeleri, faşizmin azdığı İsviçre bile Say’a uzaktır…
İslamı en büyük düşmanı olarak gören Hıristiyan Batı, tabii ki meseleyi anti-islam noktasında ele alacak ve üstadı bağrına basacaktır…
Ama üstat eğer üstat ise, kendi ülkelerinin münevverlerinin şiddetle eleştirdiği ülkelere sığınmaz…
Fazıl Say’ın bu açıklamalarını eleştiriyorum demek, Ak Parti’nin tüm siyasi, ekonomik ve sosyal strateji ve uygulamalarını onaylıyorum demek değildir. Bunun için 5 yıldır yazdığım yazılara bir göz atmak yeterlidir. Bir tek şey yapıyorum diğerlerinden farklı olarak, Ak Parti’yi eleştiriyor diye, her sakallıya ‘dedem’ diye sarılmıyor, vicdansızca davranış ve eleştirilerin yanında yer almıyorum. Hepsi bu. Bu bile bizim fanatiklere fazla geliyor. Tahammülleri yok…
Şu görüşümü halen değiştirmiş değilim. Ak Parti, seçimleri kendi parti programı daha doğru olduğu için kazanmadı, CHP’nin liderliğindeki, yönetimindeki ve politikalarındaki zaaflar yüzünden kazandı…
Türkiye’deki sosyal demokrat muhalefet, ne zaman başkalarının üzerinden (Silahlı Kuvvetler dahil) -bu durumda da Fazıl Say- hamaset içerikli politika yapmayı bırakır; ev ödevini doğru yapar, kitlelere gelecek tasarımı konusunda doğru marka vaatleri sunar, o zaman siyaseten bir ağırlık kazanma şansını elde eder.
Bizde bazı kavramlar birbirine pek bir karışır… Aydın – Entelektüel – Münevver gibi… Aralarında hiçbir fark yoktur diyorsanız mesele yok… Bence var… Örneğin ‘münevver’i diğerlerinden ayıran temel fark, vicdan meselesidir… (Örneğin ‘münevver’i diğerlerinden ayıran iki temel farktan biri vicdan meselesi ve diğeri de azınlıkta olduğunun idrakidir. Siz hiç bugüne kadar gerçek bir münevverin “Cumhurbaşkanı beni davet etmedi’ diye hayıflandığına tanık oldunuz mu?) Diğerlerini de siz bulun lütfen…
Siz en iyisi yüz yüze görüşün ya da telefon edin!
Bayram ve yılbaşı yine üst üste geldi… Yine ciddi bir iletişim tuzağı var ortada. Toplu e-postalar yine kaş yapayım derken göz çıkaracaklar. En ufak bir emek ürünü olmayan, kopyala yapıştır e-postalarla karşı tarafta iyi duygular yaratmak yerine, itici algılanmalara neden olacaklar.
Hele o SMS’ler… Onların hiç şansı yok. Tavsiyem: Bu tür e-posta veya SMS yollayacaksanız, iki kez düşünün. Hiç olmazsa olumsuz duygu yaratmazsınız. Peki ne yapmak gerekir?
İnsanlara ismiyle hitap etmeyeceğiniz hiçbir mesajı yollamayın. Biraz kurtarırsınız hiç değilse. Öte yandan bütün araştırmalar, insanların birinci derecede yüz yüze görüşmeyi tercih ettiklerini gösteriyor. İkinci sırada telefon geliyor. Üçüncü sırada el yazısıyla yazılmış mektup ya da not bulunuyor. Dördüncü sırada ıslak imzayla imzalanmış şahsi mektup. Beşinci sırada bile faks var; e-posta altıncı, SMS ise yedinci sırada geliyor… Tercih sizin…
‘Yazılarını yazamamıştır, yıllık izninin bir bölümünü kullanmaktadır’ gibi notlara bu bayramda da düşmemeye çalışacağız. Ayrıca bu bayram ailece İstanbul’u bekliyoruz… Mübarek bayramınızı kutluyor, esenlikler diliyorum.