Bir PTT macerası, bir fıkra…
11 OCAK 2012
Ayrıntı gibi görünen, sıradan, ‘hayatımıza dair’ bazı olaylarda müthiş derslerin saklı olduğunu biliriz de, keşfetmenin tadı ayrı. İsviçre menşeli Ricola marka ‘şekerler’ çok işime yarar. Şeker içermeyen, bu kadar çok lezzet çeşidi bulunan ve Alp Dağlarının en şifalı bitkilerini özünde sakladığı iddia edilen başka bir şeker bulamazsınız. Ne yazık ki Türkiye’de yok. Bir tek Otacı’nın pastilleri var. Ancak onlar ilaç niyetine satılıyor. Günde kullanabileceğiniz adet belli. Eğlencelik değil yani…
İsviçre’de bulunan bir akrabamdan rica ettim. Birkaç çeşit Ricola’yı postayla gönderdi. Tam bir buçuk ay hiçbir yanıt alamadık. Paket bizim PTT’ye gelmiş; dinlenme halindeymiş. PTT Kargo’nun Merter’deki merkezinde bekletilen paketimize tam 1,5 ay sonra, neredeyse şekerlerin fiyatına yakın, 90 TL’lik bir gümrük bedeli ödeyerek sahip olabildik…
Bu kez Almanya’daki bir dostumuzdan rica ettim. 13 Aralık’ta DHL’e vermiş… Şeker paketi 17 Aralık’ta Almanya’yı terk etmiş. Buradaki DHL’den konşimento numarasıyla sorduk. Dediler ki, “Paket PTT Kargo’ya gitti. Size PTT’nin konşimento numarasını verelim.” Verdiler. İki hafta bekledim. Ses yok. Üçüncü hafta geçince PTT’yi aradık. Cevap:“İnceliyoruz. Süreç tamamlanınca size yollarız. Ya da gelip alırsınız…”
Dördüncü haftaya girince bu kez bizzat ben aradım. Telefon olağanüstü başarılı anonslarla açıldı, ancak ne yaptıysam son aşamada bana “Sizi müşteri temsilcisine bağlıyoruz, lütfen hattan ayrılmayın” dediler; sonra da telefon kapandı…
Beş on kere bu tecrübeyi yaşadım. Ancak 11. kez denediğimde karşıma adının Canan olduğunu ifade eden kibar bir hanım kızımız çıktı. O da bana çok sıcak bir şekilde dedi ki: “Sizin paket 13 Aralık’ta verilmiş efendim, ama 30 Aralık’ta Türkiye’ye giriş yapmış. 9 Ocakta da PTT kargoya giriş yapmış. Bundan sonrası ile ilgili bilgi almak istiyorsanız 774 2289’u arayın.”
Aradım. Şöyle bir anons: “Lütfen sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakın. Mesajınız, kendi ücret tarifenize göre ücretlendirilecektir…”
Bir işe yaramayacağını bilsem de mesajımı bıraktım…
Sonra web sitesine yöneldim… Mükemmel tasarlanmış. PTT’nin verdiği ikinci barkot numarasını girdim. Canan Hanım’ın söylediklerini doğrular bir tablo vardı orada. Yaklaşık bir ay önce yola çıkan paketin nerede olduğunu adım adım görmek mümkündü. En son satırda da “Türkiye!” diyordu… “Yaşasın”, dedim “Paketim emin ellerde” Bir adım sonrasına geçemesem de, bilgi doğrulanmıştı… Paket orada ben burada bekleşiyoruz hâlâ… Ancak sunum ve sürecin mükemmel olduğu besbelli değil mi? Gel de yine, o çok sevdiğim, sık sık da anlattığım fıkrayı hatırlama:
Adam ayakkabı sektöründe yatırım yapacak. Endüstri mühendisliğinin bu konuda zirve yaptığı yer olarak kendisine önerilen Japonya’yı ve oradaki devasa şirketi ziyaret edecek. Randevular alınıyor ve bizimki Tokyo’da, firma kapısında buluyor kendini…Çok katlı, binlerce metrekareye yayılmış dev bir ayakkabı şirketi…
Ana kapıdan içeri girince bir bakıyor karşısında iki kapı: Kadın, Erkek… Sağdaki kapıdan içeriye dalıyor hızla. Karşısına dört kapı çıkıyor: Abiye, günlük iş, şık-spor, spor… Soldan ikinci kapıyı seçiyor ve bir bakıyor ki karşısında dört kapı daha: Siyah, kahverengi, bordo, diğer… En soldakini tercih ediyor. Karşısında iki kapı: Bağcıklı, makosen… Bağcıklıyı girince bu kez seçenek olarak 7 kapı var.. Hepsinde ikişer numara var. 42+ kapısını tercih ediyor. İçeri giriyor. Muazzam bir salon… Binlerce raf… Ama o ne?.. Bomboş.. Bir çift ayakkabı bile yok içeride…
Adam bir hışımla geri dönüyor. Kapılardan geçerek ana girişe geliyor. Bir bakıyor ki, her tarafa hakim cam bir bölmede kocaman harflerle “Menager” yazıyor. Başına gelenleri tek tek anlatınca müdür bizim arkadaşı sabırla dinliyor. Sonra yüzünde hafif bir gülümseme ile diyor ki: “Nasıl bir süreç ama?!!..”
Bilgi notu: Bugün 17.30’da Kadir Has Üniveristesi’nde Marmara bölgesindeki Rotary mensuplarının izleyeceği bir ‘medya paneli’ni yöneteceğim. Konuşmacılar süper: Ahmet Hakan, Cengiz Semercioğlu, Elif Dağdeviren, Bekir Ağırdır… Konu: Medya’nın sosyal medya bağlamında geleceği…
İsviçre’de bulunan bir akrabamdan rica ettim. Birkaç çeşit Ricola’yı postayla gönderdi. Tam bir buçuk ay hiçbir yanıt alamadık. Paket bizim PTT’ye gelmiş; dinlenme halindeymiş. PTT Kargo’nun Merter’deki merkezinde bekletilen paketimize tam 1,5 ay sonra, neredeyse şekerlerin fiyatına yakın, 90 TL’lik bir gümrük bedeli ödeyerek sahip olabildik…
Bu kez Almanya’daki bir dostumuzdan rica ettim. 13 Aralık’ta DHL’e vermiş… Şeker paketi 17 Aralık’ta Almanya’yı terk etmiş. Buradaki DHL’den konşimento numarasıyla sorduk. Dediler ki, “Paket PTT Kargo’ya gitti. Size PTT’nin konşimento numarasını verelim.” Verdiler. İki hafta bekledim. Ses yok. Üçüncü hafta geçince PTT’yi aradık. Cevap:“İnceliyoruz. Süreç tamamlanınca size yollarız. Ya da gelip alırsınız…”
Dördüncü haftaya girince bu kez bizzat ben aradım. Telefon olağanüstü başarılı anonslarla açıldı, ancak ne yaptıysam son aşamada bana “Sizi müşteri temsilcisine bağlıyoruz, lütfen hattan ayrılmayın” dediler; sonra da telefon kapandı…
Beş on kere bu tecrübeyi yaşadım. Ancak 11. kez denediğimde karşıma adının Canan olduğunu ifade eden kibar bir hanım kızımız çıktı. O da bana çok sıcak bir şekilde dedi ki: “Sizin paket 13 Aralık’ta verilmiş efendim, ama 30 Aralık’ta Türkiye’ye giriş yapmış. 9 Ocakta da PTT kargoya giriş yapmış. Bundan sonrası ile ilgili bilgi almak istiyorsanız 774 2289’u arayın.”
Aradım. Şöyle bir anons: “Lütfen sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakın. Mesajınız, kendi ücret tarifenize göre ücretlendirilecektir…”
Bir işe yaramayacağını bilsem de mesajımı bıraktım…
Sonra web sitesine yöneldim… Mükemmel tasarlanmış. PTT’nin verdiği ikinci barkot numarasını girdim. Canan Hanım’ın söylediklerini doğrular bir tablo vardı orada. Yaklaşık bir ay önce yola çıkan paketin nerede olduğunu adım adım görmek mümkündü. En son satırda da “Türkiye!” diyordu… “Yaşasın”, dedim “Paketim emin ellerde” Bir adım sonrasına geçemesem de, bilgi doğrulanmıştı… Paket orada ben burada bekleşiyoruz hâlâ… Ancak sunum ve sürecin mükemmel olduğu besbelli değil mi? Gel de yine, o çok sevdiğim, sık sık da anlattığım fıkrayı hatırlama:
Adam ayakkabı sektöründe yatırım yapacak. Endüstri mühendisliğinin bu konuda zirve yaptığı yer olarak kendisine önerilen Japonya’yı ve oradaki devasa şirketi ziyaret edecek. Randevular alınıyor ve bizimki Tokyo’da, firma kapısında buluyor kendini…Çok katlı, binlerce metrekareye yayılmış dev bir ayakkabı şirketi…
Ana kapıdan içeri girince bir bakıyor karşısında iki kapı: Kadın, Erkek… Sağdaki kapıdan içeriye dalıyor hızla. Karşısına dört kapı çıkıyor: Abiye, günlük iş, şık-spor, spor… Soldan ikinci kapıyı seçiyor ve bir bakıyor ki karşısında dört kapı daha: Siyah, kahverengi, bordo, diğer… En soldakini tercih ediyor. Karşısında iki kapı: Bağcıklı, makosen… Bağcıklıyı girince bu kez seçenek olarak 7 kapı var.. Hepsinde ikişer numara var. 42+ kapısını tercih ediyor. İçeri giriyor. Muazzam bir salon… Binlerce raf… Ama o ne?.. Bomboş.. Bir çift ayakkabı bile yok içeride…
Adam bir hışımla geri dönüyor. Kapılardan geçerek ana girişe geliyor. Bir bakıyor ki, her tarafa hakim cam bir bölmede kocaman harflerle “Menager” yazıyor. Başına gelenleri tek tek anlatınca müdür bizim arkadaşı sabırla dinliyor. Sonra yüzünde hafif bir gülümseme ile diyor ki: “Nasıl bir süreç ama?!!..”
Bilgi notu: Bugün 17.30’da Kadir Has Üniveristesi’nde Marmara bölgesindeki Rotary mensuplarının izleyeceği bir ‘medya paneli’ni yöneteceğim. Konuşmacılar süper: Ahmet Hakan, Cengiz Semercioğlu, Elif Dağdeviren, Bekir Ağırdır… Konu: Medya’nın sosyal medya bağlamında geleceği…