Bir tuhaf durum…
14 Şubat 2023 - Yeni Şafak
Yukarı tükürseniz bıyık, aşağı tükürseniz sakal durumu…
Bugünkü köşemizin ciddi bir kısmını kıymetli düşünce insanı Bülent Korman’ın yolladığı mesaja ayırmak istedik…
Nedeni şu: Aksiyon aldığın, konuştuğun, hareket ettiğin anda ya bir taraftan ya da öteki taraftan linç yeme ihtimali ‘Demokles’in kılıcı’ gibi tepende sallanıyor.
Sahadakiler değil, ancak oturdukları yerden ahkâm kesen klavye delikanlıları, hareket edeni vurmak üzere sütre gerisine konuşlanmış keskin nişancılar gibiler…
Sahadakiler değil, ancak sıcak odalarındakiler “En çok ben acı çekiyorum” yarışı içindeler…
Bağışçı firmaları “Az bu” diyerek eleştiriyorlar. Bağış yapmayan ya da yaptığını açıklamayanları ise “Neredesiniz?!” diye topa tutuyorlar…
Konuşursan, “Konuşma!” diye, konuşmazsan da “Neden susuyorsun?!” diye azarı yiyorsun…
Özellikle büyük firmalar ve sanatçılar vizörde… Burada da psikolojik üstünlük hâlâ klavye delikanlılarında…
İşte bu nedenle sözü Korman’a bırakıyoruz:
“Oğuz Atay’ın bizi çocuk değil, çocuksu bir millet olarak tanımladığı bilinir. Ona göre, geri kalmış da değiliz. Batı’ya yenik düşmüş bir imparatorluğun fakir düşmüş halklarıyız. (Orhan Pamuk bu sezgiye hayrandı bir dönemde, sonra unutur gibi yapması icabetti.)
Atay’a göre, biz ‘oyun oynamayı’ severiz. ‘Mış gibi’ yaparız, kolayca her şeyi müsamereye çeviririz, gerçekliği görmekten hazzetmeyiz, iç hesaplaşmalardan kaçarız.
Romanlarındaki üslubunun ‘mizah’, ‘alay etmek’ filan olduğu düşünüldü bir vakitler. Sonradan Nurdan Gürbilek gibi sahih eleştirmenler onun aslında ‘ironi’ yaptığını gördüler. Onu üzen şeyleri gülünçleştiyordu o. İçinde acı ve hüzünle.
Oyun oynamıyor, acı çekiyordu.
‘Günlük’te yazdığı gibi, ‘Batı değerlendirir, biz severiz.’ Galiba bir kez daha haklı çıkıyor.
Facia, sosyal medya kahramanlarına, kadrolu televizyon tartışma allamelerine iyi geldi gibi.
Mevzu çıktı.
Değerlendirme bitti, oyun başladı başlayacak.
Ya önümüzde zor bir oyun varsa?
Sözüm kadrolu etki ajanlarından dışarı tabii. Korkarım toz duman biraz kalkınca bir ihtimal orada durumun baya ciddi olduğu görülebilir.”
Bizce sözün bittiği yerde vicdan devreye girmeli. Çünkü onun pusulası bizi hiçbir zaman yanıltmaz ve yalnız bırakmaz.
Günün sözü
“Bazen ne yaparsan yap yaranamıyorsun. Ve yaranamadıkça yaralanıyorsun.” Oğuz Atay
Gözümüze takılanlar…
Bugünkü köşemizin ciddi bir kısmını kıymetli düşünce insanı Bülent Korman’ın yolladığı mesaja ayırmak istedik…
Nedeni şu: Aksiyon aldığın, konuştuğun, hareket ettiğin anda ya bir taraftan ya da öteki taraftan linç yeme ihtimali ‘Demokles’in kılıcı’ gibi tepende sallanıyor.
Sahadakiler değil, ancak oturdukları yerden ahkâm kesen klavye delikanlıları, hareket edeni vurmak üzere sütre gerisine konuşlanmış keskin nişancılar gibiler…
Sahadakiler değil, ancak sıcak odalarındakiler “En çok ben acı çekiyorum” yarışı içindeler…
Bağışçı firmaları “Az bu” diyerek eleştiriyorlar. Bağış yapmayan ya da yaptığını açıklamayanları ise “Neredesiniz?!” diye topa tutuyorlar…
Konuşursan, “Konuşma!” diye, konuşmazsan da “Neden susuyorsun?!” diye azarı yiyorsun…
Özellikle büyük firmalar ve sanatçılar vizörde… Burada da psikolojik üstünlük hâlâ klavye delikanlılarında…
İşte bu nedenle sözü Korman’a bırakıyoruz:
“Oğuz Atay’ın bizi çocuk değil, çocuksu bir millet olarak tanımladığı bilinir. Ona göre, geri kalmış da değiliz. Batı’ya yenik düşmüş bir imparatorluğun fakir düşmüş halklarıyız. (Orhan Pamuk bu sezgiye hayrandı bir dönemde, sonra unutur gibi yapması icabetti.)
Atay’a göre, biz ‘oyun oynamayı’ severiz. ‘Mış gibi’ yaparız, kolayca her şeyi müsamereye çeviririz, gerçekliği görmekten hazzetmeyiz, iç hesaplaşmalardan kaçarız.
Romanlarındaki üslubunun ‘mizah’, ‘alay etmek’ filan olduğu düşünüldü bir vakitler. Sonradan Nurdan Gürbilek gibi sahih eleştirmenler onun aslında ‘ironi’ yaptığını gördüler. Onu üzen şeyleri gülünçleştiyordu o. İçinde acı ve hüzünle.
Oyun oynamıyor, acı çekiyordu.
‘Günlük’te yazdığı gibi, ‘Batı değerlendirir, biz severiz.’ Galiba bir kez daha haklı çıkıyor.
Facia, sosyal medya kahramanlarına, kadrolu televizyon tartışma allamelerine iyi geldi gibi.
Mevzu çıktı.
Değerlendirme bitti, oyun başladı başlayacak.
Ya önümüzde zor bir oyun varsa?
Sözüm kadrolu etki ajanlarından dışarı tabii. Korkarım toz duman biraz kalkınca bir ihtimal orada durumun baya ciddi olduğu görülebilir.”
Bizce sözün bittiği yerde vicdan devreye girmeli. Çünkü onun pusulası bizi hiçbir zaman yanıltmaz ve yalnız bırakmaz.
Günün sözü
“Bazen ne yaparsan yap yaranamıyorsun. Ve yaranamadıkça yaralanıyorsun.” Oğuz Atay
Gözümüze takılanlar…
- “Türkiye Tek Yürek" ortak TV yayını yarın saat 20.00’de yapılacak. Toplanan bağışlar, deprem bölgesi için AFAD ve Türk Kızılay’a aktarılacakmış. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun düzenlediği etkinliğe, ulusal televizyonların yanı sıra uydu üzerinden ve karasal olarak yayın yapan 40 yerel medya kuruluşu da katılacakmış. Programı ATV, FOX, Kanal D, Kanal 7, Show, Star, TRT1, TV8 kanallarından takip etmek mümkün.
- Merkezi Gaziantep’te bulunan Türk Arkeoloji ve Kültürel Miras Enstitüsü depremin ilk gününden itibaren kapılarını afetzedelere açmış. Vatandaşların yeme içme ile giyim ve diğer temel ihtiyaçları için Merkez’in ArkeoLab bölümü tahsis edilmiş. Ayrıca sağlık hizmetleri de verilmeye başlanmış.
- Karadeniz Holding 3 bin depremzedeye kucak açacak iki “Lifeship-Yüzer Yaşam Kenti”ni bölgeye sevk edilmek üzere hazırlıyormuş. Tam donanımlı (buzdolabı, televizyon, klima vb.) yaşam alanlarının yanı sıra, eğitim, sağlık, aş evi ve sosyal alanları ile modern bir kentin tüm imkânlarına sahip devasa geminin güvertesinde büyük bir futbol sahası da bulunuyormuş…
- Çırağan Palace Kempinski, uzun vadeli bir yardım başlatıyormuş. Bir yıl boyunca devam edecek kampanya ile konaklama yapılacak tüm odalardan her gece için 200 TL bağış toplayacak ve her ayın sonunda biriken miktarın iki katını da kendileri ekleyerek depremden etkilenen vatandaşlar için bağışlayacaklarmış. Çırağan Palace Kempinski ayrıca, çalışanlarının topladıkları kışlık giysi tırlarını da AFAD koordinasyonunda bölgeye ulaştırmak için hazırlamış.