Bir yılbaşı gecesi 'dalması'...
03 Ocak 2010 Akşam Gazetesi
Erol Evgin Plaza Oteli'nin minicik sahnesinde devleşmiş, dolu dizgin 2010'a doğru koşuyoruz. Tam o sırada herkes, daha önce dağıtılmış poşetlerden kukuletaları, maskeleri, boyuna sarılan şıkırtılı süsleri çıkarmış; kuşanmaya başlamış. Bir ara Erol'la göz göze geldik. 'Ne bunlar böyle?' diye takıldım... O da önce 'Sorgulamanın zamanı mı şimdi, sen de tak gitsin!' gibilerden şakayla karışık bir yüz jesti yaptı, ardından da gülerek, 'Bunlarla daha çok eğleniliyor herhalde!' dedi. Ya da buna benzer bir şey. Dudaklarını öyle okudum...
Sonra dalıp gitmişim...
***
'Niye acaba bizde şu maskeli balo işi pek çalışmaz', diye düşünürken yakaladım kendimi. 'Az gelişmiş jet-set' ve iflah olmaz 'ecnebi Türkler' dışında kimse pek itibar etmez o tür 'hokkabazlıklara'. Aklı başında adam, medyada garip kılıklarda fotoğraflarının çıkmasını da istemez ayrıca.
Her ne kadar içinde 'Bayram' geçen filmlerden çok Hıristiyan hikayeleri izlemiş olsak da, bizim değerler sisteminde 'cadılar bayramı' (Halloween) yoktur mesela. Onun için çocukluğumuzdan 'korkunç' kılıklara girip kapı kapı dolaştığımız anılar bizi izlemez.
Batı, 'Venedik maskeleri' ve o maskelerin takıldığı çılgın partilerle, 'Feledermaus' (Yarasa) operetinin tınılarıyla inler, eski Yunan'dan bu yana Mask'lar (Persona) Batı kültürünün önemli bir parçasını oluştururken, olayın bizde bıraktığı tortu, Kubrick'in son filmi 'Eyes Wide Shut'taki (Gözü Tamamen Kapalı) 'dekadans'tır... Hani, kimin elinin kimin cebinde olduğunun anlaşılmaması için özel davetlilerin maskeli olarak katıldıkları seks partilerinin düzenlendiği o şatomsu evde olup bitenler...
Ne hikmetse bizdeki Kağıthane sefalarını bile çok bulanlar, Batı'nın bu vur patlasın çal oynasın durumuna, ses çıkarmak bir yana, iç çekerek özenle bakarlar...
Özetle şu 'maske' vaziyeti bizde iletişim ve ilişki yönetiminde kullanılacak bir 'metafor' değildir... Tabii hedef kitle de 'ecnebi Türkler'den oluşmuyorsa...
***
Hedef kitle ecnebi Türklerden oluşmuyorsa, 'Bizim millet adam olmaz!', 'Onlarda düello var bizde pusu; onlar mert biz namerdiz!' muhabbeti de çalışmaz...
Bu konuda pek çok kez örnek vermiştik. Sadece 'Kraliçe Margot' filminde Batı'nın kendine anlattığı kendisi yeterliydi zaten. Tatmin olmayanlara VIII. Henry üzerine yapılmış filmleri (tabii The Tudors dizisini, Boleyn ve Elizabeth'leri de) izlemelerini tavsiye etmiştik. II. Ludwig, Büyük Friedrich falan da fena değildirler hani... Hile, desise, entrika ve pusunun Allah'ı neredeymiş, arkadaşlarımız görsün diye, filmlerin adları sıraladık. Batı'nın kaleminden Batı üzerine verilmiş eserlerdi bunlar...
Yılbaşından bir gün önce Digitürk kanallarından birinde gecenin geç bir saatinde izlediğim 'Kontes' (The Countess) adlı film ise hepsine tüy dikti. İçiniz kaldırmayabilir; ancak sadece Macar Kralı Matthias'ın ve Kont Gyorgy Thurzo'nun (William Hurt) replikleri için bile izlenmeye değer...
Batı, kendi tarihine bizim onun tarihine bakışımızdan daha insafsız ve objektif yaklaşıyor... Bizde ise Batı'ya onlardan bile daha iyi niyetlerle (!) 'bağlıyız'... İzleyin filmi, sonra konuşalım, kim daha mert, kim daha namertmiş...
Osmanlı'da entrika yoktu, diyen yok tabii ki. Ancak her feodal iktidarda olduğu kadar vardı. Hatta halk boyutundan bakılırsa, mezalim konusunda Batı'dan hayli geri kaldığımız hemen görülür. Geçenlerde bir TV programında ciddi ciddi şu yorum getirildi: 'Osmanlı'nın geri kalmasının nedeni köle, müstemleke, sömürge sisteminin olmayışıydı! Bak küçücük Belçika'ya, Hollanda'ya nasıl da kalkınmış!'
Bunu koca koca gazeteciler, bilim (!) adamları söylüyorlardı... 'Yuh!' diye geçirdim içimden; bir millet bu kadar mı kimliğinden çözük olur...
***
Tam o sırada Erol bizim masanın yanından geçiyormuş... Amma dalmışım... Nerden nereye... Hafif silkinip kendime geldim. Nefis bir nihavent söylüyordu Erol. Keyifle eşlik ettim...
Erol Evgin Plaza Oteli'nin minicik sahnesinde devleşmiş, dolu dizgin 2010'a doğru koşuyoruz. Tam o sırada herkes, daha önce dağıtılmış poşetlerden kukuletaları, maskeleri, boyuna sarılan şıkırtılı süsleri çıkarmış; kuşanmaya başlamış. Bir ara Erol'la göz göze geldik. 'Ne bunlar böyle?' diye takıldım... O da önce 'Sorgulamanın zamanı mı şimdi, sen de tak gitsin!' gibilerden şakayla karışık bir yüz jesti yaptı, ardından da gülerek, 'Bunlarla daha çok eğleniliyor herhalde!' dedi. Ya da buna benzer bir şey. Dudaklarını öyle okudum...
Sonra dalıp gitmişim...
***
'Niye acaba bizde şu maskeli balo işi pek çalışmaz', diye düşünürken yakaladım kendimi. 'Az gelişmiş jet-set' ve iflah olmaz 'ecnebi Türkler' dışında kimse pek itibar etmez o tür 'hokkabazlıklara'. Aklı başında adam, medyada garip kılıklarda fotoğraflarının çıkmasını da istemez ayrıca.
Her ne kadar içinde 'Bayram' geçen filmlerden çok Hıristiyan hikayeleri izlemiş olsak da, bizim değerler sisteminde 'cadılar bayramı' (Halloween) yoktur mesela. Onun için çocukluğumuzdan 'korkunç' kılıklara girip kapı kapı dolaştığımız anılar bizi izlemez.
Batı, 'Venedik maskeleri' ve o maskelerin takıldığı çılgın partilerle, 'Feledermaus' (Yarasa) operetinin tınılarıyla inler, eski Yunan'dan bu yana Mask'lar (Persona) Batı kültürünün önemli bir parçasını oluştururken, olayın bizde bıraktığı tortu, Kubrick'in son filmi 'Eyes Wide Shut'taki (Gözü Tamamen Kapalı) 'dekadans'tır... Hani, kimin elinin kimin cebinde olduğunun anlaşılmaması için özel davetlilerin maskeli olarak katıldıkları seks partilerinin düzenlendiği o şatomsu evde olup bitenler...
Ne hikmetse bizdeki Kağıthane sefalarını bile çok bulanlar, Batı'nın bu vur patlasın çal oynasın durumuna, ses çıkarmak bir yana, iç çekerek özenle bakarlar...
Özetle şu 'maske' vaziyeti bizde iletişim ve ilişki yönetiminde kullanılacak bir 'metafor' değildir... Tabii hedef kitle de 'ecnebi Türkler'den oluşmuyorsa...
***
Hedef kitle ecnebi Türklerden oluşmuyorsa, 'Bizim millet adam olmaz!', 'Onlarda düello var bizde pusu; onlar mert biz namerdiz!' muhabbeti de çalışmaz...
Bu konuda pek çok kez örnek vermiştik. Sadece 'Kraliçe Margot' filminde Batı'nın kendine anlattığı kendisi yeterliydi zaten. Tatmin olmayanlara VIII. Henry üzerine yapılmış filmleri (tabii The Tudors dizisini, Boleyn ve Elizabeth'leri de) izlemelerini tavsiye etmiştik. II. Ludwig, Büyük Friedrich falan da fena değildirler hani... Hile, desise, entrika ve pusunun Allah'ı neredeymiş, arkadaşlarımız görsün diye, filmlerin adları sıraladık. Batı'nın kaleminden Batı üzerine verilmiş eserlerdi bunlar...
Yılbaşından bir gün önce Digitürk kanallarından birinde gecenin geç bir saatinde izlediğim 'Kontes' (The Countess) adlı film ise hepsine tüy dikti. İçiniz kaldırmayabilir; ancak sadece Macar Kralı Matthias'ın ve Kont Gyorgy Thurzo'nun (William Hurt) replikleri için bile izlenmeye değer...
Batı, kendi tarihine bizim onun tarihine bakışımızdan daha insafsız ve objektif yaklaşıyor... Bizde ise Batı'ya onlardan bile daha iyi niyetlerle (!) 'bağlıyız'... İzleyin filmi, sonra konuşalım, kim daha mert, kim daha namertmiş...
Osmanlı'da entrika yoktu, diyen yok tabii ki. Ancak her feodal iktidarda olduğu kadar vardı. Hatta halk boyutundan bakılırsa, mezalim konusunda Batı'dan hayli geri kaldığımız hemen görülür. Geçenlerde bir TV programında ciddi ciddi şu yorum getirildi: 'Osmanlı'nın geri kalmasının nedeni köle, müstemleke, sömürge sisteminin olmayışıydı! Bak küçücük Belçika'ya, Hollanda'ya nasıl da kalkınmış!'
Bunu koca koca gazeteciler, bilim (!) adamları söylüyorlardı... 'Yuh!' diye geçirdim içimden; bir millet bu kadar mı kimliğinden çözük olur...
***
Tam o sırada Erol bizim masanın yanından geçiyormuş... Amma dalmışım... Nerden nereye... Hafif silkinip kendime geldim. Nefis bir nihavent söylüyordu Erol. Keyifle eşlik ettim...