Bitti mi? Bitmedi…
29 haziran 2021 - Yeni Şafak
Hiç unutmam. Rahmetli babamla sohbet ediyorduk… Kendisi 1907 doğumluydu. İki dünya savaşı, üç padişah, İmparatorluğun yıkılışı, Cumhuriyet’in kuruluşu, 1950’deki ‘büyük değişim’, 1960 ve 1980 başta olmak üzere çok sayıda askeri darbe, ülkenin çeşitli şehirlerindeki depremler… Onun kuşağının yaşamadığı toplumsal olay, büyük felâket kalmamıştı sanki…
“Bizimkisi (baby-boomer kuşağı) ne kadar şanslıymış” demiştim; “Büyük felâketlere tanıklık etmedik”…
Sen misin bunu diyen?!
15 Temmuz mu desem; 1999 depremi mi?..
Pandemi mi desem; e-muhtıra mı; yoksa her türden darbe mi?
İstanbul’da her an beklenen büyük depremin stresi mi?
Canların yitirildiği, Türkiye’nin büyük bedeller ödediği terör belası mı desem?
Ve nihayet, pandemiden bunalmış vaziyette nefes alacağımız anı kollarken başımıza gelen müsilaj mı?..
Bitti mi? Hayır!
Agence France-Presse (AFP), BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanan, İklim Değişikliği Raporu’nun taslağını sızdırmış.
Raporun, Şubat 2022’de yayınlanması bekleniyormuş. Ancak AFP, bu tarihin yakın zamanda düzenlenecek iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik ve gıda güvencesi başlıklı Birleşmiş Milletler zirvelerini etkilemek için çok geç olduğu düşünmüş ve harekete geçmiş…
“En kötüsü henüz gelmedi. Çocuklarımızın ve torunlarımızın hayatı, bizimkisinden çok daha kötü etkilenecek” denilen taslak raporda, önümüzdeki 10-20 yıl içerisinde beklenen felâketler şöyle sıralanmış:
“Canlı türlerinin büyük çaplı kitlesel yok oluşu,
Tehlikeli derecede yüksek sıcaklıklar,
Artan salgın hastalıklar,
Deniz seviyesinin yükselmesi,
Tüm ekosistemin çökmesi.”
Haberi AFP’den aktaran kaynaklar durumu şöyle yorumlamışlar: “4.000 sayfalık raporun ana mesajı oldukça net; insanlar gezegeni mahvetti. Çok kısa bir süre sonra da ektiklerimizi biçeceğiz.”
Rapordaki can alıcı ifadelerden biri de şuymuş: “Dünyadaki yaşam, yeni türler geliştirerek ve yeni ekosistemler oluşturarak bu dramatik iklim değişikliğinden kurtulabilir. Ancak insanların kaçışı yok.”
İnsan türünün ‘hayatta kalma’ veya ‘yok olma’ tercihinin belirleneceği 21. Yüzyılda, iklim değişikliği kaynaklı yıkımı yavaşlatmak, insanlara bir şans tanıyabilmek için; tüm cephelerde agresif ve hızlı hareket edilmezse, geri dönülemez eşiğin aşılabileceği belirtiliyor. Yaşam ve tüketim biçimlerimizin, bireyler, toplumlar, endüstriler, kurumlar ve hükûmetler nezdindeki, yani tüm seviyelerdeki davranışlarımızın ve çalışma şekillerimizin değişmesi, baştan tanımlaması gerekliliğinin altı çiziliyor…
İçimiz karardı, değil mi? Hiç kararmasın. Bilim insanları bir eşikte olduğumuzu, geri dönüşü olmayan noktaya çok yakın olsak da henüz orada olmadığımızı söylüyorlar. Peki ne yapmalı?
Bundan 30-40 yıl önce bugünleri görüp bizleri uyaran çevre ve doğa bilimcilerini dinlememiş olmamızdan ders çıkartıp, atılması gereken adımlara dikkat çeken bilgeleri ciddiye almakla işe başlayabiliriz. Bir de olayı sahiplenecek siyasi partilere destek vermekle…
“Bizimkisi (baby-boomer kuşağı) ne kadar şanslıymış” demiştim; “Büyük felâketlere tanıklık etmedik”…
Sen misin bunu diyen?!
15 Temmuz mu desem; 1999 depremi mi?..
Pandemi mi desem; e-muhtıra mı; yoksa her türden darbe mi?
İstanbul’da her an beklenen büyük depremin stresi mi?
Canların yitirildiği, Türkiye’nin büyük bedeller ödediği terör belası mı desem?
Ve nihayet, pandemiden bunalmış vaziyette nefes alacağımız anı kollarken başımıza gelen müsilaj mı?..
Bitti mi? Hayır!
Agence France-Presse (AFP), BM Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından hazırlanan, İklim Değişikliği Raporu’nun taslağını sızdırmış.
Raporun, Şubat 2022’de yayınlanması bekleniyormuş. Ancak AFP, bu tarihin yakın zamanda düzenlenecek iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik ve gıda güvencesi başlıklı Birleşmiş Milletler zirvelerini etkilemek için çok geç olduğu düşünmüş ve harekete geçmiş…
“En kötüsü henüz gelmedi. Çocuklarımızın ve torunlarımızın hayatı, bizimkisinden çok daha kötü etkilenecek” denilen taslak raporda, önümüzdeki 10-20 yıl içerisinde beklenen felâketler şöyle sıralanmış:
“Canlı türlerinin büyük çaplı kitlesel yok oluşu,
Tehlikeli derecede yüksek sıcaklıklar,
Artan salgın hastalıklar,
Deniz seviyesinin yükselmesi,
Tüm ekosistemin çökmesi.”
Haberi AFP’den aktaran kaynaklar durumu şöyle yorumlamışlar: “4.000 sayfalık raporun ana mesajı oldukça net; insanlar gezegeni mahvetti. Çok kısa bir süre sonra da ektiklerimizi biçeceğiz.”
Rapordaki can alıcı ifadelerden biri de şuymuş: “Dünyadaki yaşam, yeni türler geliştirerek ve yeni ekosistemler oluşturarak bu dramatik iklim değişikliğinden kurtulabilir. Ancak insanların kaçışı yok.”
İnsan türünün ‘hayatta kalma’ veya ‘yok olma’ tercihinin belirleneceği 21. Yüzyılda, iklim değişikliği kaynaklı yıkımı yavaşlatmak, insanlara bir şans tanıyabilmek için; tüm cephelerde agresif ve hızlı hareket edilmezse, geri dönülemez eşiğin aşılabileceği belirtiliyor. Yaşam ve tüketim biçimlerimizin, bireyler, toplumlar, endüstriler, kurumlar ve hükûmetler nezdindeki, yani tüm seviyelerdeki davranışlarımızın ve çalışma şekillerimizin değişmesi, baştan tanımlaması gerekliliğinin altı çiziliyor…
İçimiz karardı, değil mi? Hiç kararmasın. Bilim insanları bir eşikte olduğumuzu, geri dönüşü olmayan noktaya çok yakın olsak da henüz orada olmadığımızı söylüyorlar. Peki ne yapmalı?
Bundan 30-40 yıl önce bugünleri görüp bizleri uyaran çevre ve doğa bilimcilerini dinlememiş olmamızdan ders çıkartıp, atılması gereken adımlara dikkat çeken bilgeleri ciddiye almakla işe başlayabiliriz. Bir de olayı sahiplenecek siyasi partilere destek vermekle…