‘Biz bize benzeriz’…
17 Kasım 2016 - Yeni Şafak
Dün sabah, hasbelkader Kurucu Yönetim Kurulu Üyesi olduğum Türkiye Yatırımcı İlişkileri Derneği TÜYİD’in YK toplantısındaydım. 24 Kasım günü sabahtan akşama kadar sürecek (Sabancı Center’de) Yatırımcı İlişkileri Zirvesi’nin çalışmalarına son bir kez baktık…
Girişin ilgilenen herkese serbest olduğu panellerden sonra akşamüstü kokteylle birlikte yılın ödülleri verilecek. Törende bir konuşma yapacak olan dernek başkanı Özge Bulut Maraşlı hanım yapılan özel araştırmanın sonuçlarını da açıklayacak…
Genel Sekreter Betül Kençebay hanımın özetlediği sonuçların üzerinden şöyle bir geçtik… Durum hiç de iç açıcı değildi. Bir iki örnek verelim:
Kapitalizmin en sofistike (karmaşık) çıktılarından biri olan finans kapital alanında Yatırımcı İlişkileri Yöneticisi olarak çalışanların %70’i 10 yıl ve üstü tecrübeli; kadın erkek oranı yarı yarıya; %62’si 2 kişi ve altı ekiplerle çalışıyor; %46’sının bütçesi 50.000TL ve altı (20-30 şirketin adam gibi bütçesi var gerisini ‘dostlar alışverişte görsün’…); %50’si roadshow ve toplantılara katılmıyor (ne yurtiçi ne yurtdışı); %70’inin ‘Debt IR’ (borçlanma araçlarına yönelik yatırımcı ilişkileri) faaliyeti yok; %53’ünün IR dışı sorumluluğu var; %64’ü danışmanlık almıyor…
Herkesin morali biraz bozuldu… Her konuda gelişmiş ülkelerle aşık atmaya hazır olduğumuzu iddia ettiğimiz bir dönemde bu tabloyu sindirmek kolay değildi.
YK’daki arkadaşlara üzülmemelerini söylemeye çalıştım. Öyle ya, Alvin ve Heidi Toffler çiftinin 3 Dalga teorisi Batı dünyası için gayet uygun ve geçerliyken bizde bu kuramın sonuçlarına bakıldığında ortaya tuhaf bir durum çıkıyordu. Batı bütün kültürü, değerleri ve süreçleriyle tarım toplumunu yaşamış; onu tamamladıktan sonra sanayi toplumuna geçmiş ve nihayet bilgi toplumunu tüm öğeleriyle yaşamaya başlamıştı. Bizde ise 3 Dalga birden aynı anda yaşanıyordu.
Tarım toplumundan gelme bir patron üretimini sanayi toplumu gerekleriyle yürütürken, yönetimde görev verdiği gençler bilgi toplumunu yaşayabiliyorlardı.
“Bilişim hiçbir zaman insanların inisiyatifini elinden alamaz ve yaratıcı düşüncenin yerine geçemez. İnsanı sürekli tekrarlanan, ilkel düzeydeki düşünce yapısı gerektiren işlerden kurtaran bilgisayarlar, aslında insan aklının tamamının kullanılma fırsatlarını artırır.”
Bu sözler, IBM’in ikinci başkanı Thomas J. Watson Jr.’a ait. Bu tespiti ve ABD’de Jeopardy (Riziko) şampiyonlarını yenen (daha önce de Deep Blue halindeyken de Kasparov’u yenmişti) Watson adı verilmiş o ünlü sistemi kavrayanlar da bizim ülkemizde yaşamaktadırlar; iki kelimeyi bir araya getiremeyen, ‘dediğim dedik, çaldığım düdük’ diyen, bilmediğini bilmediği gibi kabullenmeyen, dünyayı da takip etme ihtiyacı duymayan iş adamlarımız da… Bu nedenle, düşünme ihtiyacı duymadan bünyesi refleks olarak reddettiği için “Bizim bize benzediğimiz” çıtasından ‘bizi’ değerlendirmeye mesafeli duran arkadaşlarımızın tersine, güzelim ülkemizi bütünselliği ve özgünlüğü içinde kavramak, sevmek, kabullenmek ve kuyruğu dik tutmak gerekir…
Yeni Anayasa ve Başkanlık meselesini de örneğin İskandinav ülkelerini değil, kendi gerçekliğimizi anlamaya çalışarak değerlendirmemiz yerinde olur. Yoksa biz TV’lerde uzun ve anlamsız tartışmalar arasında kaybolup giderken, millet kayıtsız şartsız hakimiyetini bir kez daha ele alacak ve geleceği belirleyecektir…
Kimsenin şüphesi olmasın…
Onur duyulacak bir kanal
Türkiye kamu yayıncılığı (devlet TV’si) tarihinde önemli bir sıçrama noktası olan ve bir süredir deneme yayın hayatını sürdüren TRT World, Salı akşamı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen büyük bir resmî lansman toplantısı ile tanıtıldı.
Türkiye’nin bütün medya kuruluşlarından, popüler sanat dünyasından yaklaşık 2.000 kişinin ve devlet protokolünün hazır bulunduğu toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan İngilizce yayın yapan kanalın temel politikasını bir cümlede özetledi:
“TRT World'den devletin resmi bülteni olmasını istemiyoruz. Milletimizin gerçeklerini, en iyi televizyonculuğu yaparak dünyaya anlatmasını bekliyoruz.”
Bu kanalın uluslararası alanda itibar ve inandırıcılık kazanması da ancak bu temel yayın ilkesine uymasıyla mümkündür. Yoksa hükümetlerin tabir-i amiyane ile ‘borazanı’ olarak konumlanmış (Sovyetler Birliği’nin Pravda’sı, Mısır’ın yarı resmi yayın organı El Ahram, Çin Halk Cumhuriyeti Komünist Partisi’nin propaganda aracı Renmin Ribao gibi) bir mecra olması ve hiçbir işe yaramaması işten bile değildir.
Dileyenler Digiturk 142’nci kanala bir göz atabilirler.
Karşılaşacakları ekran görüntüsü, yayının ritim hızı, haberlerin verilişindeki objektif tutum karşısında heyecan duymamak elde değildir.
Ülkemiz TV yayıncılığının medar-ı iftiharı olacak nitelikteki TRT World, Türkiye’nin yurt dışındaki algısının düzeltilmesine de ciddî katkı yapabilecek nitelikte tasarlanmış… Kamu diplomasisi alanında bulunmaz bir nimet olduğu da inşallah anlaşılacaktır…
Hayırlı olsun.
Girişin ilgilenen herkese serbest olduğu panellerden sonra akşamüstü kokteylle birlikte yılın ödülleri verilecek. Törende bir konuşma yapacak olan dernek başkanı Özge Bulut Maraşlı hanım yapılan özel araştırmanın sonuçlarını da açıklayacak…
Genel Sekreter Betül Kençebay hanımın özetlediği sonuçların üzerinden şöyle bir geçtik… Durum hiç de iç açıcı değildi. Bir iki örnek verelim:
Kapitalizmin en sofistike (karmaşık) çıktılarından biri olan finans kapital alanında Yatırımcı İlişkileri Yöneticisi olarak çalışanların %70’i 10 yıl ve üstü tecrübeli; kadın erkek oranı yarı yarıya; %62’si 2 kişi ve altı ekiplerle çalışıyor; %46’sının bütçesi 50.000TL ve altı (20-30 şirketin adam gibi bütçesi var gerisini ‘dostlar alışverişte görsün’…); %50’si roadshow ve toplantılara katılmıyor (ne yurtiçi ne yurtdışı); %70’inin ‘Debt IR’ (borçlanma araçlarına yönelik yatırımcı ilişkileri) faaliyeti yok; %53’ünün IR dışı sorumluluğu var; %64’ü danışmanlık almıyor…
Herkesin morali biraz bozuldu… Her konuda gelişmiş ülkelerle aşık atmaya hazır olduğumuzu iddia ettiğimiz bir dönemde bu tabloyu sindirmek kolay değildi.
YK’daki arkadaşlara üzülmemelerini söylemeye çalıştım. Öyle ya, Alvin ve Heidi Toffler çiftinin 3 Dalga teorisi Batı dünyası için gayet uygun ve geçerliyken bizde bu kuramın sonuçlarına bakıldığında ortaya tuhaf bir durum çıkıyordu. Batı bütün kültürü, değerleri ve süreçleriyle tarım toplumunu yaşamış; onu tamamladıktan sonra sanayi toplumuna geçmiş ve nihayet bilgi toplumunu tüm öğeleriyle yaşamaya başlamıştı. Bizde ise 3 Dalga birden aynı anda yaşanıyordu.
Tarım toplumundan gelme bir patron üretimini sanayi toplumu gerekleriyle yürütürken, yönetimde görev verdiği gençler bilgi toplumunu yaşayabiliyorlardı.
“Bilişim hiçbir zaman insanların inisiyatifini elinden alamaz ve yaratıcı düşüncenin yerine geçemez. İnsanı sürekli tekrarlanan, ilkel düzeydeki düşünce yapısı gerektiren işlerden kurtaran bilgisayarlar, aslında insan aklının tamamının kullanılma fırsatlarını artırır.”
Bu sözler, IBM’in ikinci başkanı Thomas J. Watson Jr.’a ait. Bu tespiti ve ABD’de Jeopardy (Riziko) şampiyonlarını yenen (daha önce de Deep Blue halindeyken de Kasparov’u yenmişti) Watson adı verilmiş o ünlü sistemi kavrayanlar da bizim ülkemizde yaşamaktadırlar; iki kelimeyi bir araya getiremeyen, ‘dediğim dedik, çaldığım düdük’ diyen, bilmediğini bilmediği gibi kabullenmeyen, dünyayı da takip etme ihtiyacı duymayan iş adamlarımız da… Bu nedenle, düşünme ihtiyacı duymadan bünyesi refleks olarak reddettiği için “Bizim bize benzediğimiz” çıtasından ‘bizi’ değerlendirmeye mesafeli duran arkadaşlarımızın tersine, güzelim ülkemizi bütünselliği ve özgünlüğü içinde kavramak, sevmek, kabullenmek ve kuyruğu dik tutmak gerekir…
Yeni Anayasa ve Başkanlık meselesini de örneğin İskandinav ülkelerini değil, kendi gerçekliğimizi anlamaya çalışarak değerlendirmemiz yerinde olur. Yoksa biz TV’lerde uzun ve anlamsız tartışmalar arasında kaybolup giderken, millet kayıtsız şartsız hakimiyetini bir kez daha ele alacak ve geleceği belirleyecektir…
Kimsenin şüphesi olmasın…
Onur duyulacak bir kanal
Türkiye kamu yayıncılığı (devlet TV’si) tarihinde önemli bir sıçrama noktası olan ve bir süredir deneme yayın hayatını sürdüren TRT World, Salı akşamı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen büyük bir resmî lansman toplantısı ile tanıtıldı.
Türkiye’nin bütün medya kuruluşlarından, popüler sanat dünyasından yaklaşık 2.000 kişinin ve devlet protokolünün hazır bulunduğu toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan İngilizce yayın yapan kanalın temel politikasını bir cümlede özetledi:
“TRT World'den devletin resmi bülteni olmasını istemiyoruz. Milletimizin gerçeklerini, en iyi televizyonculuğu yaparak dünyaya anlatmasını bekliyoruz.”
Bu kanalın uluslararası alanda itibar ve inandırıcılık kazanması da ancak bu temel yayın ilkesine uymasıyla mümkündür. Yoksa hükümetlerin tabir-i amiyane ile ‘borazanı’ olarak konumlanmış (Sovyetler Birliği’nin Pravda’sı, Mısır’ın yarı resmi yayın organı El Ahram, Çin Halk Cumhuriyeti Komünist Partisi’nin propaganda aracı Renmin Ribao gibi) bir mecra olması ve hiçbir işe yaramaması işten bile değildir.
Dileyenler Digiturk 142’nci kanala bir göz atabilirler.
Karşılaşacakları ekran görüntüsü, yayının ritim hızı, haberlerin verilişindeki objektif tutum karşısında heyecan duymamak elde değildir.
Ülkemiz TV yayıncılığının medar-ı iftiharı olacak nitelikteki TRT World, Türkiye’nin yurt dışındaki algısının düzeltilmesine de ciddî katkı yapabilecek nitelikte tasarlanmış… Kamu diplomasisi alanında bulunmaz bir nimet olduğu da inşallah anlaşılacaktır…
Hayırlı olsun.