Biz ille birine mi benzemeliyiz?
26 TEMMUZ 2010
Silahlı Kuvvetler hiç bu kadar ‘ateş altında’ olmamıştı… Tranformasyon sürecine tabii ki ‘evet’… Ancak omurgayı incitmeden... Türk ve Osmanlı’nın geleneğinden gelen ‘ortak ruhi şekillenmeyi’ yok saymadan… Geçmişten ve halktan kopmadan… Bu kadar ‘brutal’ (hoyratça), ‘züccaciyeci dükkânına girmiş fil’ gibi hareket etmeden…
Dayanılması en zor durumlardan biri, köksüzlüktür… Nereye ait olduğunu bilmemek… ‘Zihnen vaftizlenmiş’ olmak (Ö. Lütfü Mete’nin sözüdür), ya da referanslarını Anadolu – Selçuklu - Osmanlı geleneğini hiçe sayarak sadece ‘resmi inanç sistemlerinden’ almak, ülkeye, kültür ve değerlerimize oralardan bakmak…
Bu bakışın dramı özetle şudur: Dibine kadar Batı’nın gözlüğünü takmayı benimsemiş olmalarına rağmen, kültür ve değerler düzeyinde ‘kulluk etmekte’ hiçbir sakınca görmedikleri o Hıristiyan Batı bunları bir türlü bağırlarına basmaz… Bireysel yalnızlıkları, toplumsal yalnızlıkla da perçinlenir durur… Neticede ne İsa’ya yaranabilirler ne de Musa’ya… Aynı şey ‘sadece İslam âlemine’ yaranmayı hedefleyenler için de geçerlidir…
***
Batı’nın değerlerinin özünde mertlik, bizimkinde ise namertlik olduğunu savunanları bile vardır… “Onlarda düello var, bizde ise pusu” meselesi gibi…
Batı poposunu temizlemeyi bilmez, bir rivayete göre etraftaki dışkı kokusu rahatsızlık vermesin diye parfümü keşfederken, üstünde yaşadığımız toprakların kültürü ‘temizlik ve erdem’ meselesini dünyaya yayıyormuş; ne gam!.. Bizim ‘vaftizli aydınlarımız’ ne hikmetse, herhalde biraz da yaranmak için Batı’nın yaydığı ‘Müslümanlar pistir, pis kokar’ iddiasına sonuna kadar sarılırlar. İstanbul’dan sadece havaalanı, İnönü Stadı ve iki gün kaldığı otel görüntüsü ile ayrılan bir Metal topluluğunun asansörde ter kokusuna rastladığı için Türklerin deodorantı bilmediği ve pis koktukları çıkarsaması yapmasından ‘hislenip’ kendimizi yine Batı’ya beğendiremediğimiz için ‘hayıflanırlar’…
İslam âleminin son birkaç yüz yıl içinde her alanda gerilemesinin arkasındaki hikmeti çözemeden Batı’ya tu kaka diye bakan görüşle bu vaftizlilerin özünde birbirlerinden pek farkları yoktur; nitekim TV programlarında bir güzel buluşup sohbet koyulturlar…
***
Bu vaftizli ‘dünya vatandaşları’ genelde bizim yurttaşlardan “Türkler” diye söz ederler, biraz da ‘utanarak’ sanki… Berikilerde ise din kardeşliği ‘yurttaşlık’ bilincinin önüne geçer…
Oysa şu yalın tespiti bir anlasak, işimiz hayli kolaylaşacaktır: “Efendiler, biz bize benzeriz!..” İlle ruhumuzu birilerine satmamız, referanslarımızı ‘dışarıda’ aramamız gerekmiyor.
Mesela ‘Türklerin’ arşivlerinin, kayıtlarının da olmadığını sanırlar… Hani ‘geri’ göçebeleriz ya… Arşivimizin de olmaması lazım… Oysa -Allah onlardan razı olsun- uzman olmadığım için ne kadar derin olduklarını ölçemem, ülkemizde tarih bilgi ve bilincinin geniş halk kitlelerine yayılmasına büyük katkı sağlamış olan Murat Bardakçı ve Soner Yalçın sayesinde biliyoruz ki, Osmanlı en iyi kayıt tutan, en mükemmel arşiv oluşturan bir devlet geleneğine sahipti…
***
İki haftadır bazı toplantılar için şehre inmenin dışında evden çalışıyorum. Bozcaada günleri Ağustos ortasına ertelendi. Fırsat bu fırsat film arşivimizde bol bol geziniyoruz... İngiltere Sarayı ve diğer Avrupa asilleri yine gelip oturdular gündemimize… Çoğunu ikinci kez izliyoruz… VIII. Henry’ler, Anne Boleyn, Mary Stuart, Elizabeth’in her üç filmi, Tudor’lar, bu arada Kraliçe Margot, Duc D’Anjou, II. Ludwig, Habsburg Hanedanı ve diğerleri…
Hollywood’un ‘günah çıkartırcasına’ gösterdiği, bizimkilerin ağzının suyunu akıtan sözüm ona ‘mert’ Batı’nın hile, desise, entrika ve her türlü alçaklık hikâyelerini filmlerde izlerken, birden gazetelerdeki o vahim haber gözüme ilişti…
“Almanya'nın Duisburg kentinde 1.4 milyon insan aşk için toplandı. Ancak tekno müzik festivali ‘Love Parade’ (Aşk Resmi Geçidi) sırasında bir tünelde çıkan izdihamda 19 kişi öldü, 340 kişi de yaralandı. Alman yetkililer ölü sayısının artmasından endişeleniyor.”
Hemen ardından, Hac görevini yerine getirirken Müslümanların benzer bir tünelde başına gelen felaketi düşündüm. O zaman yapılmış, ima ve yorumlar geldi gözümün önüne…
Ardından referandumu düşündüm… Sonra sordum kendime: Hem hakikatten hem de gerçeklikten bu kadar kopuk hareket eden bir siyasi söylem bu ülkenin yarasına nasıl merhem olacak?…
Dayanılması en zor durumlardan biri, köksüzlüktür… Nereye ait olduğunu bilmemek… ‘Zihnen vaftizlenmiş’ olmak (Ö. Lütfü Mete’nin sözüdür), ya da referanslarını Anadolu – Selçuklu - Osmanlı geleneğini hiçe sayarak sadece ‘resmi inanç sistemlerinden’ almak, ülkeye, kültür ve değerlerimize oralardan bakmak…
Bu bakışın dramı özetle şudur: Dibine kadar Batı’nın gözlüğünü takmayı benimsemiş olmalarına rağmen, kültür ve değerler düzeyinde ‘kulluk etmekte’ hiçbir sakınca görmedikleri o Hıristiyan Batı bunları bir türlü bağırlarına basmaz… Bireysel yalnızlıkları, toplumsal yalnızlıkla da perçinlenir durur… Neticede ne İsa’ya yaranabilirler ne de Musa’ya… Aynı şey ‘sadece İslam âlemine’ yaranmayı hedefleyenler için de geçerlidir…
***
Batı’nın değerlerinin özünde mertlik, bizimkinde ise namertlik olduğunu savunanları bile vardır… “Onlarda düello var, bizde ise pusu” meselesi gibi…
Batı poposunu temizlemeyi bilmez, bir rivayete göre etraftaki dışkı kokusu rahatsızlık vermesin diye parfümü keşfederken, üstünde yaşadığımız toprakların kültürü ‘temizlik ve erdem’ meselesini dünyaya yayıyormuş; ne gam!.. Bizim ‘vaftizli aydınlarımız’ ne hikmetse, herhalde biraz da yaranmak için Batı’nın yaydığı ‘Müslümanlar pistir, pis kokar’ iddiasına sonuna kadar sarılırlar. İstanbul’dan sadece havaalanı, İnönü Stadı ve iki gün kaldığı otel görüntüsü ile ayrılan bir Metal topluluğunun asansörde ter kokusuna rastladığı için Türklerin deodorantı bilmediği ve pis koktukları çıkarsaması yapmasından ‘hislenip’ kendimizi yine Batı’ya beğendiremediğimiz için ‘hayıflanırlar’…
İslam âleminin son birkaç yüz yıl içinde her alanda gerilemesinin arkasındaki hikmeti çözemeden Batı’ya tu kaka diye bakan görüşle bu vaftizlilerin özünde birbirlerinden pek farkları yoktur; nitekim TV programlarında bir güzel buluşup sohbet koyulturlar…
***
Bu vaftizli ‘dünya vatandaşları’ genelde bizim yurttaşlardan “Türkler” diye söz ederler, biraz da ‘utanarak’ sanki… Berikilerde ise din kardeşliği ‘yurttaşlık’ bilincinin önüne geçer…
Oysa şu yalın tespiti bir anlasak, işimiz hayli kolaylaşacaktır: “Efendiler, biz bize benzeriz!..” İlle ruhumuzu birilerine satmamız, referanslarımızı ‘dışarıda’ aramamız gerekmiyor.
Mesela ‘Türklerin’ arşivlerinin, kayıtlarının da olmadığını sanırlar… Hani ‘geri’ göçebeleriz ya… Arşivimizin de olmaması lazım… Oysa -Allah onlardan razı olsun- uzman olmadığım için ne kadar derin olduklarını ölçemem, ülkemizde tarih bilgi ve bilincinin geniş halk kitlelerine yayılmasına büyük katkı sağlamış olan Murat Bardakçı ve Soner Yalçın sayesinde biliyoruz ki, Osmanlı en iyi kayıt tutan, en mükemmel arşiv oluşturan bir devlet geleneğine sahipti…
***
İki haftadır bazı toplantılar için şehre inmenin dışında evden çalışıyorum. Bozcaada günleri Ağustos ortasına ertelendi. Fırsat bu fırsat film arşivimizde bol bol geziniyoruz... İngiltere Sarayı ve diğer Avrupa asilleri yine gelip oturdular gündemimize… Çoğunu ikinci kez izliyoruz… VIII. Henry’ler, Anne Boleyn, Mary Stuart, Elizabeth’in her üç filmi, Tudor’lar, bu arada Kraliçe Margot, Duc D’Anjou, II. Ludwig, Habsburg Hanedanı ve diğerleri…
Hollywood’un ‘günah çıkartırcasına’ gösterdiği, bizimkilerin ağzının suyunu akıtan sözüm ona ‘mert’ Batı’nın hile, desise, entrika ve her türlü alçaklık hikâyelerini filmlerde izlerken, birden gazetelerdeki o vahim haber gözüme ilişti…
“Almanya'nın Duisburg kentinde 1.4 milyon insan aşk için toplandı. Ancak tekno müzik festivali ‘Love Parade’ (Aşk Resmi Geçidi) sırasında bir tünelde çıkan izdihamda 19 kişi öldü, 340 kişi de yaralandı. Alman yetkililer ölü sayısının artmasından endişeleniyor.”
Hemen ardından, Hac görevini yerine getirirken Müslümanların benzer bir tünelde başına gelen felaketi düşündüm. O zaman yapılmış, ima ve yorumlar geldi gözümün önüne…
Ardından referandumu düşündüm… Sonra sordum kendime: Hem hakikatten hem de gerçeklikten bu kadar kopuk hareket eden bir siyasi söylem bu ülkenin yarasına nasıl merhem olacak?…