Bizim TV çok iyi…
01 Şubat 2011 - Marketing Türkiye
Bizim dergi bazılarını sinir ediyor, biliyorum… Onun için iyi… İyi olduğu için bazıları sinir oluyor. Özellikle dergicilik hayatında “herkesin ayağına basan adam” olmakla eleştirilen rahmetli Attilâ İlhan “İnsanın ayağına basmak lazım arada sırada” derdi…
Marketing Türkiye TV de bazılarını sinir edecek… “İnternet TV işi size mi kaldı?” diyenler, kategorik olarak cesur bir şeyler yapamadıkları için ‘çemkirme’ yolunun kendilerini kurtaracağını zannedenler, “sinir olanlar”ın içindeki çoğunluktur...
Onlara inat Marketing Türkiye TV içinde heyecan verici bir tura çıkmanızı salık veririm. Ben attım o turu. Önemli şeyler öğrendim… Heyecan verici sohbetler, röportajlar, konferans kayıtları, ufuk açtı…
Benim favorimden söz edeyim:
Interaktif Pazarlama Zirvesinde (İPZ) sevgili Hakan Senbir’in konuşması müthiş… Konuşmanın başlığı şu: “Ajans ajanstır”… Devamı da şu: “Reklamcı da reklamcıdır…”
Project House İcra kurulu Üyesi ve Marka Danışmanı Senbir, konuşmasının başında piyasada kendisine “ajans” diyen kuruluş türlerini sıralıyor:
Reklam Ajansı, İnteraktif Ajans, İletişim Ajansı, Doğrudan Pazarlama Ajansı, Etkinlik Ajansı, Gerilla Ajansı, Casting Ajansı, İçerik Ajansı, Below The Line Ajansı, Above The Line Ajansı, Ana Ajans, Medya ajansı, Açık Hava Ajansı, Web Ajansı, Marka Ajansı, Geleneksel Ajans ve Kreatif Ajans…
Hakan Senbir’e göre ortamda bir kavram kaosu var. Bu kaosun başlıca nedeni de “Bir sürü kavram üreterek kendi mil puanlarını artırmaya çalışan (metofora bayıldım) ‘kavram guruları’…”
“Araştırma ajansları, danışmanlık ajansları, avukatlık ajansları yoktur” diyor Senbir, “Bunların hepsi birer şirkettir çünkü…”
Konuşmasından müşterinin geri zekâlı yerine konulmaması gerektiğini öğütlediği anlaşılıyor. Aynı anlam dairesi içinde bi sürü kavram yaratıp, her biriyle ayrı ayrı cebelleşmenin anlamsızlığına işaret ediyor. “Aslolan ‘Büyük Fikir’dir” diyor ve ekliyor: “Tek amaç, hizmet verilen markanın beğenisi ve satışlarını artıracak büyük fikri bulacak ajansı ve ortamı bulmaktır…”
Hakan Senbir’in konuşmasını Marketing Türkiye TV’den mutlaka izleyin. Benim kafamda birkaç ampul yaktı… Sizin kafanızda çok daha fazlasını yakacaktır…
Türkiye’ye 2109’dan bakmışlar…
2009 yılında yayınlanmış bir kitap bu… "The Next 100 Years” (Gelecek 100 yıl)…
Hani Türkiye’ye dair bilgi ve algımız genellikle kendi kaynaklarımızdan oluşur ve de Çetin Altan üstadın dediği gibi “Türk’ün Türk’e propagandası” ile beynimiz yıkanır, sonra da diğer ülkelerden gelen olumsuz reaksiyonları bir türlü anlayamaz; neye yoracağımızı şaşırır dururuz ya…
Bir de Batı’nın Türkiye’nin geleceği için ne dediğine bakmakta yarar var.
Kitabın yazarı siyaset bilimcisi George Friedman, aynı zamanda stratejik araştırma kuruluşu Stratfor’un kurucusudur… Friedman’ın kitabını anlattığı bir videoyu Amazon’a koymuşlar. Bir bakın:
www.amazon.com/gp/mpd/permalink/m9DPXYM7WT3HC/ref=ent_fb_link1. Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayıp bugüne, oradan da geleceğe kurduğu köprüde Türkiye’ye dünyanın geleceğinde nasıl önemli bir rol düştüğünü anlatıyor… “Bizden bir cacık olmaz” diyen pesimistlere inat…
Farklılık yaratacak iletişim eğitimi…
Türkiye’deki iletişim eğitimini zaman zaman burada tartışırız. Daha önce yazdıklarımız üzerine bize bir mektup yollamış olan Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yrd. Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. İzzet Bozkurt’un görüşlerini özetle aşağıya almak istiyorum.
“Marketing Türkiye Dergisi’nde yayınlanan, Türkiye’deki İletişim Fakülteleri ile ilgili yazınızı okudum. Sayın Necla Zarakol’un mektubuna da yer verdiğiniz yazınız ile ilgili düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Bilindiği üzere iletişim fakülteleri, Basın Yayın Yüksek Okulları olarak açılmıştı. Yapısı gereği bu okullar ya ilgili rektörlüğe ya da bir fakülteye bağlı olarak kurulmuştu. Dolayısı ile bağlı bulundukları fakültenin ders programları ve akademik kadrolarının etkisi altında kaldılar. Örneğin ben Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum; bizim fakülte uzun yıllar Hukuk Fakültesi’ne bağlı bir yüksek okul olduğu için, ben iletişim derslerinden çok, hukuk dersleri alarak mezun oldum. Bu durum diğer iletişim fakülteleri için de benzer sonuçlar doğurmuştur.
Vakıf üniversitelerinin açılması ile birlikte, iletişim ve ilgili sektörlerin ihtiyaç duyacağı bilgi ve kültürel birikimi sunacak iletişim fakültelerinin kurulacağı temel beklentimdi. Ancak bu beklentilerimiz karşılanmadığı gibi çok farklı alanlardan (veterinerlik, mühendislik) gelen dekanlardan dolayı iletişim fakültelerinin yetiştirdiği insan kaynağı sorgulanmaya, fakültelerin sayıları da niceliksel olarak tartışılmaya başlandı. Oysa tartışmaların daha niteliksel boyutta olması gerekmektedir.
…Bugün ülkemizde bir yandan iletişim fakülteleri sayısal olarak artarken diğer yandan da iletişim sektörünün ve diğer bütün sektörlerin nitelikli iletişimci eleman ihtiyacı da artmaktadır. Bu açıdan yaklaşıldığında, iletişim fakültelerinin müfredatları açısından birbirlerinden farklılaşması gerektiğine inanıyorum. Hedef yalnızca medya, reklam ve halkla ilişkiler ajansları olmamalıdır. Türk silahlı kuvvetlerinden, polise, belediyelerden siyasi partilere, sivil toplum örgütlerinden kar amacı güden bütün kurum ve kuruluşların iletişim alanında eğitim almış uzmanlara ihtiyacı bulunmaktadır. Bu ihtiyaç yalnızca hedef kitleleri ile iletişim için değil kendi kurumsal iç iletişimleri içinde gerekmektedir.
…Ben iletişim fakültelerinin sayısal olarak eleştirilmesini bu anlamda yanlış buluyorum. Tartışmanın; bu fakültelerin içeriği boyutunda yani yetiştirmeyi hedefledikleri mezun profilleri açısından yapılmasını daha doğru bir yaklaşım olarak görüyorum.
…Türkiye’deki ve dünyadaki gelişmeleri algılayabilen, entelektüel düzeye sahip elemanlar olarak yetişmesini, diğer taraftan da iletişim sektöründe ve iletişimi araç olarak kullanan bütün sektörlerde çalışabilecek bilgi ve kültürel birikime sahip, üst düzey karar mekanizmalarında yer alabilecek ve gerekli olan iletişim stratejilerini oluşturabilecek vasıflarda yetişmelerini sağlayacak programlar, iletişim fakülteleri için hedeflenmelidir...
Öte yandan, bizlerin çeşitli mecralarda tartıştığımız bu konuları daha geniş bir platformda tartışma olanağı sağladığınız için yazınızı tüm iletişim dünyasının dikkatle okuması gerektiğini düşünüyorum. Yazınızın ve dolayısıyla iletişim fakültelerinin misyonuna dönük duyarlılığınızın iletişim fakültelerinin kendilerini yenilemeleri için bir yeni bir fırsat yaratmasını umuyorum.
Bu noktada şahsımın ve fakültemin her türlü katkıyı yapmaya hazır olduğunu belirtir, saygılar sunarım.”
Hocamıza teşekkür ediyoruz. Marketing Türkiye’nin yıllardır bu alanda ortaya koyduğu tartışma ortamı ve duyarlılığı da burada takdirle anmadan geçmiyoruz…
Bilgi Üniversitesi’nin her şeyi var…
Terzinin kendi söküğünü dikememesine bundan iyi örnek nasıl bulunur, bilemem. Bilgi Üniversitesi ülkenin ilk ve en saygın özel üniversitelerinden biridir. Bünyesindeki iletişim fakültesinde son derece başarılı iletişimciler, öğretim üyesi ve görevlisi olarak entelektüel yapısı hayli gelişmiş bireyler yetiştirmeye devam ediyorlar. Evet, sadece iletişimcileri değil, ‘bireyler’i de…
Üniversitenin ayrıca üst düzeyde becerikli arkadaşlardan oluşmuş bir ‘kurumsal iletişim’ ekibi var. Mütevellisi, üst yönetimi içinde meseleyi ortaya koyduğunuzda bir iki saat içinde mükemmel bir çözümleme ve yol haritasıyla karşınıza gelecek, geçmişte bu türden bir dizi ‘aslan vurmuş’ başka üniversitelerin kıskançlıkla izledikleri kadrolar var. Yani yok yok… Her türden kriz iletişimini anında halletmek için her şey var. İrmik, şeker, yağ, süt, çam fıstığı… Sadece helva yapacaklar. O kadar…
Gelin görün ki, son bir ay Türkiye, Bilgi Üniversitesi’nin krizini nasıl yönetemediğini konuşuyor…
Reaksiyon vermekte geç kaldıklarını… Hasarı doğru olarak tespit edemediklerini… İletişimi liderlik boyutunda yönetmesi gereken rektörün adını bile kimsenin bilmediğini… Hasar tespiti yapılmadığı için verilen reaksiyonun da ‘orantısız güç kullanımını’ çağrıştıracak boyutta olduğunu… Öncesi, sırası ve sonrasının bir bütün olarak ele alınıp projelendirilmediğini; bu yapılmışsa bile etkili olarak hayata geçirilmediğini vb… Bunları konuştu Türkiye’de pek çok fikir önderi…
Bu türden krizler, güçlü itibara sahip kurumları hiçbir zaman anında sarsıp yerle bir edemezler. Ancak öyle bir tortu bırakırlar ki, o tortunun üzerine kolay kolay yeni itibar kuleleri dikmenizi engeller... Zemin kaldırmaz...
Yazık…
Marketing Türkiye TV de bazılarını sinir edecek… “İnternet TV işi size mi kaldı?” diyenler, kategorik olarak cesur bir şeyler yapamadıkları için ‘çemkirme’ yolunun kendilerini kurtaracağını zannedenler, “sinir olanlar”ın içindeki çoğunluktur...
Onlara inat Marketing Türkiye TV içinde heyecan verici bir tura çıkmanızı salık veririm. Ben attım o turu. Önemli şeyler öğrendim… Heyecan verici sohbetler, röportajlar, konferans kayıtları, ufuk açtı…
Benim favorimden söz edeyim:
Interaktif Pazarlama Zirvesinde (İPZ) sevgili Hakan Senbir’in konuşması müthiş… Konuşmanın başlığı şu: “Ajans ajanstır”… Devamı da şu: “Reklamcı da reklamcıdır…”
Project House İcra kurulu Üyesi ve Marka Danışmanı Senbir, konuşmasının başında piyasada kendisine “ajans” diyen kuruluş türlerini sıralıyor:
Reklam Ajansı, İnteraktif Ajans, İletişim Ajansı, Doğrudan Pazarlama Ajansı, Etkinlik Ajansı, Gerilla Ajansı, Casting Ajansı, İçerik Ajansı, Below The Line Ajansı, Above The Line Ajansı, Ana Ajans, Medya ajansı, Açık Hava Ajansı, Web Ajansı, Marka Ajansı, Geleneksel Ajans ve Kreatif Ajans…
Hakan Senbir’e göre ortamda bir kavram kaosu var. Bu kaosun başlıca nedeni de “Bir sürü kavram üreterek kendi mil puanlarını artırmaya çalışan (metofora bayıldım) ‘kavram guruları’…”
“Araştırma ajansları, danışmanlık ajansları, avukatlık ajansları yoktur” diyor Senbir, “Bunların hepsi birer şirkettir çünkü…”
Konuşmasından müşterinin geri zekâlı yerine konulmaması gerektiğini öğütlediği anlaşılıyor. Aynı anlam dairesi içinde bi sürü kavram yaratıp, her biriyle ayrı ayrı cebelleşmenin anlamsızlığına işaret ediyor. “Aslolan ‘Büyük Fikir’dir” diyor ve ekliyor: “Tek amaç, hizmet verilen markanın beğenisi ve satışlarını artıracak büyük fikri bulacak ajansı ve ortamı bulmaktır…”
Hakan Senbir’in konuşmasını Marketing Türkiye TV’den mutlaka izleyin. Benim kafamda birkaç ampul yaktı… Sizin kafanızda çok daha fazlasını yakacaktır…
Türkiye’ye 2109’dan bakmışlar…
2009 yılında yayınlanmış bir kitap bu… "The Next 100 Years” (Gelecek 100 yıl)…
Hani Türkiye’ye dair bilgi ve algımız genellikle kendi kaynaklarımızdan oluşur ve de Çetin Altan üstadın dediği gibi “Türk’ün Türk’e propagandası” ile beynimiz yıkanır, sonra da diğer ülkelerden gelen olumsuz reaksiyonları bir türlü anlayamaz; neye yoracağımızı şaşırır dururuz ya…
Bir de Batı’nın Türkiye’nin geleceği için ne dediğine bakmakta yarar var.
Kitabın yazarı siyaset bilimcisi George Friedman, aynı zamanda stratejik araştırma kuruluşu Stratfor’un kurucusudur… Friedman’ın kitabını anlattığı bir videoyu Amazon’a koymuşlar. Bir bakın:
www.amazon.com/gp/mpd/permalink/m9DPXYM7WT3HC/ref=ent_fb_link1. Osmanlı İmparatorluğu’ndan başlayıp bugüne, oradan da geleceğe kurduğu köprüde Türkiye’ye dünyanın geleceğinde nasıl önemli bir rol düştüğünü anlatıyor… “Bizden bir cacık olmaz” diyen pesimistlere inat…
Farklılık yaratacak iletişim eğitimi…
Türkiye’deki iletişim eğitimini zaman zaman burada tartışırız. Daha önce yazdıklarımız üzerine bize bir mektup yollamış olan Yeditepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekan Yrd. Gazetecilik Bölüm Başkanı Prof. Dr. İzzet Bozkurt’un görüşlerini özetle aşağıya almak istiyorum.
“Marketing Türkiye Dergisi’nde yayınlanan, Türkiye’deki İletişim Fakülteleri ile ilgili yazınızı okudum. Sayın Necla Zarakol’un mektubuna da yer verdiğiniz yazınız ile ilgili düşüncelerimi sizinle paylaşmak istiyorum.
Bilindiği üzere iletişim fakülteleri, Basın Yayın Yüksek Okulları olarak açılmıştı. Yapısı gereği bu okullar ya ilgili rektörlüğe ya da bir fakülteye bağlı olarak kurulmuştu. Dolayısı ile bağlı bulundukları fakültenin ders programları ve akademik kadrolarının etkisi altında kaldılar. Örneğin ben Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum; bizim fakülte uzun yıllar Hukuk Fakültesi’ne bağlı bir yüksek okul olduğu için, ben iletişim derslerinden çok, hukuk dersleri alarak mezun oldum. Bu durum diğer iletişim fakülteleri için de benzer sonuçlar doğurmuştur.
Vakıf üniversitelerinin açılması ile birlikte, iletişim ve ilgili sektörlerin ihtiyaç duyacağı bilgi ve kültürel birikimi sunacak iletişim fakültelerinin kurulacağı temel beklentimdi. Ancak bu beklentilerimiz karşılanmadığı gibi çok farklı alanlardan (veterinerlik, mühendislik) gelen dekanlardan dolayı iletişim fakültelerinin yetiştirdiği insan kaynağı sorgulanmaya, fakültelerin sayıları da niceliksel olarak tartışılmaya başlandı. Oysa tartışmaların daha niteliksel boyutta olması gerekmektedir.
…Bugün ülkemizde bir yandan iletişim fakülteleri sayısal olarak artarken diğer yandan da iletişim sektörünün ve diğer bütün sektörlerin nitelikli iletişimci eleman ihtiyacı da artmaktadır. Bu açıdan yaklaşıldığında, iletişim fakültelerinin müfredatları açısından birbirlerinden farklılaşması gerektiğine inanıyorum. Hedef yalnızca medya, reklam ve halkla ilişkiler ajansları olmamalıdır. Türk silahlı kuvvetlerinden, polise, belediyelerden siyasi partilere, sivil toplum örgütlerinden kar amacı güden bütün kurum ve kuruluşların iletişim alanında eğitim almış uzmanlara ihtiyacı bulunmaktadır. Bu ihtiyaç yalnızca hedef kitleleri ile iletişim için değil kendi kurumsal iç iletişimleri içinde gerekmektedir.
…Ben iletişim fakültelerinin sayısal olarak eleştirilmesini bu anlamda yanlış buluyorum. Tartışmanın; bu fakültelerin içeriği boyutunda yani yetiştirmeyi hedefledikleri mezun profilleri açısından yapılmasını daha doğru bir yaklaşım olarak görüyorum.
…Türkiye’deki ve dünyadaki gelişmeleri algılayabilen, entelektüel düzeye sahip elemanlar olarak yetişmesini, diğer taraftan da iletişim sektöründe ve iletişimi araç olarak kullanan bütün sektörlerde çalışabilecek bilgi ve kültürel birikime sahip, üst düzey karar mekanizmalarında yer alabilecek ve gerekli olan iletişim stratejilerini oluşturabilecek vasıflarda yetişmelerini sağlayacak programlar, iletişim fakülteleri için hedeflenmelidir...
Öte yandan, bizlerin çeşitli mecralarda tartıştığımız bu konuları daha geniş bir platformda tartışma olanağı sağladığınız için yazınızı tüm iletişim dünyasının dikkatle okuması gerektiğini düşünüyorum. Yazınızın ve dolayısıyla iletişim fakültelerinin misyonuna dönük duyarlılığınızın iletişim fakültelerinin kendilerini yenilemeleri için bir yeni bir fırsat yaratmasını umuyorum.
Bu noktada şahsımın ve fakültemin her türlü katkıyı yapmaya hazır olduğunu belirtir, saygılar sunarım.”
Hocamıza teşekkür ediyoruz. Marketing Türkiye’nin yıllardır bu alanda ortaya koyduğu tartışma ortamı ve duyarlılığı da burada takdirle anmadan geçmiyoruz…
Bilgi Üniversitesi’nin her şeyi var…
Terzinin kendi söküğünü dikememesine bundan iyi örnek nasıl bulunur, bilemem. Bilgi Üniversitesi ülkenin ilk ve en saygın özel üniversitelerinden biridir. Bünyesindeki iletişim fakültesinde son derece başarılı iletişimciler, öğretim üyesi ve görevlisi olarak entelektüel yapısı hayli gelişmiş bireyler yetiştirmeye devam ediyorlar. Evet, sadece iletişimcileri değil, ‘bireyler’i de…
Üniversitenin ayrıca üst düzeyde becerikli arkadaşlardan oluşmuş bir ‘kurumsal iletişim’ ekibi var. Mütevellisi, üst yönetimi içinde meseleyi ortaya koyduğunuzda bir iki saat içinde mükemmel bir çözümleme ve yol haritasıyla karşınıza gelecek, geçmişte bu türden bir dizi ‘aslan vurmuş’ başka üniversitelerin kıskançlıkla izledikleri kadrolar var. Yani yok yok… Her türden kriz iletişimini anında halletmek için her şey var. İrmik, şeker, yağ, süt, çam fıstığı… Sadece helva yapacaklar. O kadar…
Gelin görün ki, son bir ay Türkiye, Bilgi Üniversitesi’nin krizini nasıl yönetemediğini konuşuyor…
Reaksiyon vermekte geç kaldıklarını… Hasarı doğru olarak tespit edemediklerini… İletişimi liderlik boyutunda yönetmesi gereken rektörün adını bile kimsenin bilmediğini… Hasar tespiti yapılmadığı için verilen reaksiyonun da ‘orantısız güç kullanımını’ çağrıştıracak boyutta olduğunu… Öncesi, sırası ve sonrasının bir bütün olarak ele alınıp projelendirilmediğini; bu yapılmışsa bile etkili olarak hayata geçirilmediğini vb… Bunları konuştu Türkiye’de pek çok fikir önderi…
Bu türden krizler, güçlü itibara sahip kurumları hiçbir zaman anında sarsıp yerle bir edemezler. Ancak öyle bir tortu bırakırlar ki, o tortunun üzerine kolay kolay yeni itibar kuleleri dikmenizi engeller... Zemin kaldırmaz...
Yazık…