'Bizimkilerin' kulakları çınlasın...
23 Eylül 2009 Akşam Gazetesi
Tatil konusunda inanılmaz tutucu olduğumuzu bilmeyen yoktur. Delinin değneğini bellemesi misali bir yere takılır kalırız. Yıllarca Adrasan'a takıldık. Sonra Sapanca'nın Mahmudiye köyüne ve nihayet Bozcaada'ya...
En uzun Bozcaada sürdü tabii. Hala da sürmekte... 80 metrekare küçüklüğünde bir evimiz var orada; ayrıca 26 metrekare de bahçemiz... Adanın merkezinde daha büyük ev bulmak neredeyse imkansız... Adanın dışına çıkınca izin verdikleri inşaat alanı da zaten 80 metrekare...
Bu yaz adam gibi tatil yapamamıştık. Bayram vesilesiyle sezona son noktayı yine 'memlekette' koyalım dedik... Fakat karar değiştirdik. Eşimin akrabaları bizi uzun zamandır ısrarla davet ediyorlardı...
İşin içine bir de 'bizimkilerin' 'Alaçatı Sevdası' eklenince düştük yollara. Bizimkiler kim? Oray Eğin, Soner Yalçın, Serdar Çaloğlu, Ahmet Hakan, Tuğçe Tatari ve tabii ki, Sakızlıhan Oteli ve Café de Paris'nin işletmesini eşi ile birlikte üstlenmiş, mekanı mükemmel bir şekilde yenilemiş olan, bizim dergi grubunun ve Türk Medya'nın Genel Müdürü, sevgili dostumuz, Ömer Erdem... Hepsi Alaçatı'nın elçileri sanki... Ben de şiddetle merak ediyorum; kent kültürü gelişmişleri Bodrum'dan Çeşme ve civarına kaydıran odağın sırrı ne?... Ufacık Alaçatı nasıl olup da cazibe merkezi haline gelebilmiş?..
Ve meseleyi çözdüm...
Bir: İnsan profili hala yüksek... Küçük burjuvanın üst kesimi duruma hakim. Maganda, Zonta, Kıro, Varoş tayfası çoğunluğu ele geçirememiş henüz. Çünkü her şey çok pahalı...
İki: İşin şeyini çıkaracak düzeyde gece kulübü ve bar yok. Çünkü bunların müdavimleri Bodrum varken buralara kolay kolay gelmezler. İleride ne olur bilemem... Bunu, 25 yıllık ahbabımız sevgili Ayhan Sicimoğlu ve arkadaşlarının (Latin All Stars) Tuval Beach'deki konserlerini 'izleyenleri izlerken' bir kez daha gördük. Çocukluğumda annem ve babam 'nezih bir seyirci kitlesi vardı' derlerdi bu durumlarda. Ortam aynen öyleydi o gece...
Üç: Eski evler, daracık sokaklar; Ilıca'daki iki yanı yüksek ağaçlarla bezenmiş bulvarlar, 'Bir'inci maddede anlatmaya çalıştığımız profilin hiç de kalemi değil... İyi kültür kötü kültürü her zaman kovar... İkincisi birinciden korkar çünkü...
Dört: Yemek çeşit ve kalitesi, Türkiye'nin her büyük kenti ile hatta pek çok Avrupa metropolü ile yarış edebilecek kapasitede... Café de Paris'de kendimize çektiğimiz ziyafet, Yaya'nın, Port Restoran'ın ve Tuval Beach'in mutfağı tartışmasız geçer notun üstünde bir puan aldılar... Türkbükü'nü çağrıştıran Aya Yorgi'de yediğimiz sardalya tava bile süperdi...
Beş: Bir bölgenin rezil rüsva olmamasını sağlayan temel faktörlerden biri hiç şüphesiz o bölgenin yerel yönetimidir. Bu bölgeye hakim olan sosyal demokrat zihniyet, ne hikmetse gayet iyi korumaya almış çevreyi. Bu da 'rantçı' makulenin buralarda cirit atmasını kısmen engellemiş. Genel anlamda sosyal demokratların eleştirildiği 'beceriksizlik', 'işbilmezlik' her türlü 'yenilik ve gelişmişliğe bir kulpunu bulup karşı çıkma' özelliği sanki bu bölgede işe yaramış...
Bazen yeşil kıvırcık salata isterken garsona, 'Arkadaşım, lütfen yaratıcı çalışma yapmayın, yeşil salatayı öyle getirin. Limon ve zeytinyağını ben koyarım!' diye 'yakarırım'... Başarılı olduğum çok nadirdir. Mutlaka üzerine bir şeyler koyarlar...
İşte burası da hiçbir 'yaratıcı çalışma'yı gereksinmiyor... Kimse gölge etmezse Alaçatı başka ihsan istemez... İyi ki gelmişiz buralara... 'Bizimkilerin' bol bol kulaklarını çınlattım.
Tatil konusunda inanılmaz tutucu olduğumuzu bilmeyen yoktur. Delinin değneğini bellemesi misali bir yere takılır kalırız. Yıllarca Adrasan'a takıldık. Sonra Sapanca'nın Mahmudiye köyüne ve nihayet Bozcaada'ya...
En uzun Bozcaada sürdü tabii. Hala da sürmekte... 80 metrekare küçüklüğünde bir evimiz var orada; ayrıca 26 metrekare de bahçemiz... Adanın merkezinde daha büyük ev bulmak neredeyse imkansız... Adanın dışına çıkınca izin verdikleri inşaat alanı da zaten 80 metrekare...
Bu yaz adam gibi tatil yapamamıştık. Bayram vesilesiyle sezona son noktayı yine 'memlekette' koyalım dedik... Fakat karar değiştirdik. Eşimin akrabaları bizi uzun zamandır ısrarla davet ediyorlardı...
İşin içine bir de 'bizimkilerin' 'Alaçatı Sevdası' eklenince düştük yollara. Bizimkiler kim? Oray Eğin, Soner Yalçın, Serdar Çaloğlu, Ahmet Hakan, Tuğçe Tatari ve tabii ki, Sakızlıhan Oteli ve Café de Paris'nin işletmesini eşi ile birlikte üstlenmiş, mekanı mükemmel bir şekilde yenilemiş olan, bizim dergi grubunun ve Türk Medya'nın Genel Müdürü, sevgili dostumuz, Ömer Erdem... Hepsi Alaçatı'nın elçileri sanki... Ben de şiddetle merak ediyorum; kent kültürü gelişmişleri Bodrum'dan Çeşme ve civarına kaydıran odağın sırrı ne?... Ufacık Alaçatı nasıl olup da cazibe merkezi haline gelebilmiş?..
Ve meseleyi çözdüm...
Bir: İnsan profili hala yüksek... Küçük burjuvanın üst kesimi duruma hakim. Maganda, Zonta, Kıro, Varoş tayfası çoğunluğu ele geçirememiş henüz. Çünkü her şey çok pahalı...
İki: İşin şeyini çıkaracak düzeyde gece kulübü ve bar yok. Çünkü bunların müdavimleri Bodrum varken buralara kolay kolay gelmezler. İleride ne olur bilemem... Bunu, 25 yıllık ahbabımız sevgili Ayhan Sicimoğlu ve arkadaşlarının (Latin All Stars) Tuval Beach'deki konserlerini 'izleyenleri izlerken' bir kez daha gördük. Çocukluğumda annem ve babam 'nezih bir seyirci kitlesi vardı' derlerdi bu durumlarda. Ortam aynen öyleydi o gece...
Üç: Eski evler, daracık sokaklar; Ilıca'daki iki yanı yüksek ağaçlarla bezenmiş bulvarlar, 'Bir'inci maddede anlatmaya çalıştığımız profilin hiç de kalemi değil... İyi kültür kötü kültürü her zaman kovar... İkincisi birinciden korkar çünkü...
Dört: Yemek çeşit ve kalitesi, Türkiye'nin her büyük kenti ile hatta pek çok Avrupa metropolü ile yarış edebilecek kapasitede... Café de Paris'de kendimize çektiğimiz ziyafet, Yaya'nın, Port Restoran'ın ve Tuval Beach'in mutfağı tartışmasız geçer notun üstünde bir puan aldılar... Türkbükü'nü çağrıştıran Aya Yorgi'de yediğimiz sardalya tava bile süperdi...
Beş: Bir bölgenin rezil rüsva olmamasını sağlayan temel faktörlerden biri hiç şüphesiz o bölgenin yerel yönetimidir. Bu bölgeye hakim olan sosyal demokrat zihniyet, ne hikmetse gayet iyi korumaya almış çevreyi. Bu da 'rantçı' makulenin buralarda cirit atmasını kısmen engellemiş. Genel anlamda sosyal demokratların eleştirildiği 'beceriksizlik', 'işbilmezlik' her türlü 'yenilik ve gelişmişliğe bir kulpunu bulup karşı çıkma' özelliği sanki bu bölgede işe yaramış...
Bazen yeşil kıvırcık salata isterken garsona, 'Arkadaşım, lütfen yaratıcı çalışma yapmayın, yeşil salatayı öyle getirin. Limon ve zeytinyağını ben koyarım!' diye 'yakarırım'... Başarılı olduğum çok nadirdir. Mutlaka üzerine bir şeyler koyarlar...
İşte burası da hiçbir 'yaratıcı çalışma'yı gereksinmiyor... Kimse gölge etmezse Alaçatı başka ihsan istemez... İyi ki gelmişiz buralara... 'Bizimkilerin' bol bol kulaklarını çınlattım.