Boşuna hüzün tünellerinde hislenmeyin
25 HAZİRAN 2007
ÖSS hikayeleri çerçevesinde Aslı Tolon adından bir genç hanımın hikayesini anlatmıştım. Hani, Üsküdar Amerikan, üstüne ABD’de Duke Üniversitesi, ‘double major’ – hem elektronikte hem biomedikalde çift lisans, 4 yıl Motorola, IBM ve Intel’de proje bazlı iş tecrübesi... Sonra, macera(!) seni çeksin, gel Türkiye’de TV muhabirliği yapmaya kalk... Oradan oraya savrul. Mecidiyeköy’de minicik bir yere tıkıl. İş bulama. Ne TV’lerde ne de sektörde... Habertürk’den Özlem Gürses sahip çıksın.
Aslında tam ‘ters göç’ fırsatı... Yani ABD’ye değil, ABD’den buraya...
Sedat Örsel dayanamamış
Bu hazin hikaye, pek çok kişinin dikkatini çekmiş. Aslı’ya bir iki teklif gelivermiş. Gelen e-postalar içinde en derinliklilerinden biri Sedat Örsel imzasını taşıyor. TRT’nin TRT olduğu yıllarda prodüksiyondan başlayıp kariyer yaptıktan ve TV Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı gibi tepe görevlerde bulunduktan sonra emekli olan; olunca da entelektüel üretimini daha da artırarak sürdüren, benim sevgili dostum Sedat Örsel demiş ki:
"Aslı ile ilgili yazını içim burkularak okudum. Ders verdiğim üç üniversiteden her yıl ortalama 150 civarında sözümona iletişimci mezun oluyor. 30'a yakın İletişim Fakültesi var. Mezunları sen hesapla. Bunlardan ancak %10-15'i medyada iş bulabiliyor. Daha doğrusu işe yarıyor; iş yapabiliyor. 78'den beri ders veriyorum, gittikçe aşağıya düşüyor bu sayı. Diğer üniversiteler de farklı değil. Öğrencilerin çoğunda geleceğe ilişkin müthiş bir bilgisizlik, ilgisizlik ve karamsarlık var...
Çocuklara yol-yordam gösteren yok gibi. Son sınıfın son dersinde bile ‘ne yapacağını, ne olacağını’ bilen öğrenci sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Günü yaşayanların yanında ne yaptığını bilen, çevrede olup biteni doğru algılayan; hırslı, azimli gençleri görünce coşuyorum, umutlanıyorum.
Sen de ders veriyorsun, pekala farkındasındır bu kötü gidişin. Beni bilirsin işimi çok ciddiye alırım; severek yaparım. Bu ‘inanılmaz’ gidiş beni çok üzüyor.
Konu üzerinde yazılıp çizilenleri, yerli yabancı araştırmaları elden geldiğince takip ediyorum.
Aileleri suçlayan var; orta eğitimin iflas ettiğini söyleyen var; bu durumun kasıtlı olarak yaratıldığını söyleyen komplo teorileri var; Amerika'ya, Avrupa'ya söven var, bütün dünya böyle diyen var, kolaları, cep telefonlarını, hatta interneti bile suçlayanlar var!
Ne olacak bu memleketin hali demeyi sevmediğim için kendimce pratik çareler arıyorum. Biraz ‘algılayabileceğim’ akıllardan ver de Saydam'laşalım Azizim!
Gözlerinden öperim. Sedat Örsel”
Aslında çözüm var...
Akıl vermek haddimize değil... En fazlası ‘ahkâm keseriz’. Bu işin çözümü yine liberal ekonominin içindedir, sevgili Örsel. Üniversite - Sektör işbirliğinde ve uygulamada. Çünkü iletişim uygulamalı bir bilim dalıdır. Uygulama yoksa, iletişim de yoktur. Tıp, inşaat, mimarlık, hukuk gibi... Bir gün bir iletişim fakültesinin ciddi iletişim projeleri yönettiğini, piyasadaki PR ve reklam ajanslarıyla rekabet ettiğini duyarsan, bil ki mesele hallolmak üzere...
Bunun ilk örneklerini Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde görmüştük. Şu sıralar Bahçeşehir Üniversitesi’nde de uygulama başlamış.
Gençlere kısa vadeli çözüm
Bir başka gösterge daha var: Akademisyenler paralı sektör zenginlerinden(!) ‘kıl kapmayacaklar’, onların uygulama başarılarını ve tecrübelerini fakültelerine aktaracaklar. Başarılı sektör zenginleri de uygulama dersleri vermeyi angarya değil, müstakbel kadroları için yatırım olarak görecekler...
Buna bir de ödül sistemi getir: Akademisyenlere, tıp fakültelerinde döner sermayeden alınan pay gibi, piyasadaki başarılı işlere göre prim ver... Bak o zaman ne oluyor!..
Peki o zamana kadar gençler ne yapacaklar? 30 yıllık iletişim sektörü tecrübesi sonunda gençlere bir tek tavsiyem var. “Üniversiteyi bitirdim, bakalım bana nerede bir genel müdürlük takdim edecekler” diye beklemeyin. Herhangi bir genel müdürlük pozisyonu bulamayınca, hüzün tünellerine dalıp hislenmek yerine, kapıdan bacadan, torpille tanıdıkla, ilk 6 ay - bir yıl ücret dahi almadan çalışmayı da kabullenerek, kapağı istenilen sektör ve şirkete atmak en doğrusu herhalde...
Nasıl ‘ahkâm’ ama?...
Efes 30. yılı dopdolu yaşıyor
Başarılı PR Ajansı On İletişim’in Başkanı İpek Özgüden Özen kardeşimden rica etmiştim. O da güzel bir dosya göndermiş. Efes Pilsen’in Potada 30 yıl kampanyasının detaylarını bilmiyordum. Uzun uzun anlatmış... Mithat Bereket imzasını taşıyan, CNN Türk’de yayınlanan ve DVD’si çıkacak olan belgesel, işin küçük bir parçası adeta...Türkiye Basketbol Tarihi Kitabı (Eylül), All Star Show (Eylül), NBA maçları (ABD – Ekim), Mangal Partisi (Sezon açılışı), Efes Akademi (Temmuz), Efes ile İlk Adım Yaz Kampı, Basketbol TUR...
Efes’in başarılarına o kadar alıştık ki, birkaç yıldır şampiyon olamamasını yadırgıyoruz... Oysa Birinci Basketbol Ligi’nin en fazla şampiyonluk kazanan takımı, yıllarca pek çok ilk’e imzasını attı ve gençlerin, abuk subuk alanlara yöneleceklerine basketbolla yetişmelerine katma değer getirdi... 30. yıl bunu bilmeyenlere bildirmek için büyük fırsat...
Aslında tam ‘ters göç’ fırsatı... Yani ABD’ye değil, ABD’den buraya...
Sedat Örsel dayanamamış
Bu hazin hikaye, pek çok kişinin dikkatini çekmiş. Aslı’ya bir iki teklif gelivermiş. Gelen e-postalar içinde en derinliklilerinden biri Sedat Örsel imzasını taşıyor. TRT’nin TRT olduğu yıllarda prodüksiyondan başlayıp kariyer yaptıktan ve TV Daire Başkanlığı, Genel Müdür Yardımcılığı gibi tepe görevlerde bulunduktan sonra emekli olan; olunca da entelektüel üretimini daha da artırarak sürdüren, benim sevgili dostum Sedat Örsel demiş ki:
"Aslı ile ilgili yazını içim burkularak okudum. Ders verdiğim üç üniversiteden her yıl ortalama 150 civarında sözümona iletişimci mezun oluyor. 30'a yakın İletişim Fakültesi var. Mezunları sen hesapla. Bunlardan ancak %10-15'i medyada iş bulabiliyor. Daha doğrusu işe yarıyor; iş yapabiliyor. 78'den beri ders veriyorum, gittikçe aşağıya düşüyor bu sayı. Diğer üniversiteler de farklı değil. Öğrencilerin çoğunda geleceğe ilişkin müthiş bir bilgisizlik, ilgisizlik ve karamsarlık var...
Çocuklara yol-yordam gösteren yok gibi. Son sınıfın son dersinde bile ‘ne yapacağını, ne olacağını’ bilen öğrenci sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Günü yaşayanların yanında ne yaptığını bilen, çevrede olup biteni doğru algılayan; hırslı, azimli gençleri görünce coşuyorum, umutlanıyorum.
Sen de ders veriyorsun, pekala farkındasındır bu kötü gidişin. Beni bilirsin işimi çok ciddiye alırım; severek yaparım. Bu ‘inanılmaz’ gidiş beni çok üzüyor.
Konu üzerinde yazılıp çizilenleri, yerli yabancı araştırmaları elden geldiğince takip ediyorum.
Aileleri suçlayan var; orta eğitimin iflas ettiğini söyleyen var; bu durumun kasıtlı olarak yaratıldığını söyleyen komplo teorileri var; Amerika'ya, Avrupa'ya söven var, bütün dünya böyle diyen var, kolaları, cep telefonlarını, hatta interneti bile suçlayanlar var!
Ne olacak bu memleketin hali demeyi sevmediğim için kendimce pratik çareler arıyorum. Biraz ‘algılayabileceğim’ akıllardan ver de Saydam'laşalım Azizim!
Gözlerinden öperim. Sedat Örsel”
Aslında çözüm var...
Akıl vermek haddimize değil... En fazlası ‘ahkâm keseriz’. Bu işin çözümü yine liberal ekonominin içindedir, sevgili Örsel. Üniversite - Sektör işbirliğinde ve uygulamada. Çünkü iletişim uygulamalı bir bilim dalıdır. Uygulama yoksa, iletişim de yoktur. Tıp, inşaat, mimarlık, hukuk gibi... Bir gün bir iletişim fakültesinin ciddi iletişim projeleri yönettiğini, piyasadaki PR ve reklam ajanslarıyla rekabet ettiğini duyarsan, bil ki mesele hallolmak üzere...
Bunun ilk örneklerini Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde görmüştük. Şu sıralar Bahçeşehir Üniversitesi’nde de uygulama başlamış.
Gençlere kısa vadeli çözüm
Bir başka gösterge daha var: Akademisyenler paralı sektör zenginlerinden(!) ‘kıl kapmayacaklar’, onların uygulama başarılarını ve tecrübelerini fakültelerine aktaracaklar. Başarılı sektör zenginleri de uygulama dersleri vermeyi angarya değil, müstakbel kadroları için yatırım olarak görecekler...
Buna bir de ödül sistemi getir: Akademisyenlere, tıp fakültelerinde döner sermayeden alınan pay gibi, piyasadaki başarılı işlere göre prim ver... Bak o zaman ne oluyor!..
Peki o zamana kadar gençler ne yapacaklar? 30 yıllık iletişim sektörü tecrübesi sonunda gençlere bir tek tavsiyem var. “Üniversiteyi bitirdim, bakalım bana nerede bir genel müdürlük takdim edecekler” diye beklemeyin. Herhangi bir genel müdürlük pozisyonu bulamayınca, hüzün tünellerine dalıp hislenmek yerine, kapıdan bacadan, torpille tanıdıkla, ilk 6 ay - bir yıl ücret dahi almadan çalışmayı da kabullenerek, kapağı istenilen sektör ve şirkete atmak en doğrusu herhalde...
Nasıl ‘ahkâm’ ama?...
Efes 30. yılı dopdolu yaşıyor
Başarılı PR Ajansı On İletişim’in Başkanı İpek Özgüden Özen kardeşimden rica etmiştim. O da güzel bir dosya göndermiş. Efes Pilsen’in Potada 30 yıl kampanyasının detaylarını bilmiyordum. Uzun uzun anlatmış... Mithat Bereket imzasını taşıyan, CNN Türk’de yayınlanan ve DVD’si çıkacak olan belgesel, işin küçük bir parçası adeta...Türkiye Basketbol Tarihi Kitabı (Eylül), All Star Show (Eylül), NBA maçları (ABD – Ekim), Mangal Partisi (Sezon açılışı), Efes Akademi (Temmuz), Efes ile İlk Adım Yaz Kampı, Basketbol TUR...
Efes’in başarılarına o kadar alıştık ki, birkaç yıldır şampiyon olamamasını yadırgıyoruz... Oysa Birinci Basketbol Ligi’nin en fazla şampiyonluk kazanan takımı, yıllarca pek çok ilk’e imzasını attı ve gençlerin, abuk subuk alanlara yöneleceklerine basketbolla yetişmelerine katma değer getirdi... 30. yıl bunu bilmeyenlere bildirmek için büyük fırsat...